‘Sporda şiddeti önlemesi’ için çıkarılan 6222 sayılı kanun ve Passolig uygulaması nedeniyle sekiz aydır takımının maçlarını tribünden takip edemeyen Eskişehirspor taraftarı Oğuz Sabır’ın hikâyesi.

Bir 6222 ve Passolig çilesi

Sporda şiddet ve düzensizliğin önlemesine dair 6222 numaralı yasanın çıkarıldığı günlerde en yaratıcı ve ses getiren protesto eylemini taraftarlık tarihimizde birçok ilke imza atmış Eskişehirliler yapmıştı. Bursaspor maçında açık tribünde açılan pankartın üzerine trol face çizilmiş, onun altına da “problem?” yazılmıştı. Pankartın sağındaki ve solundaki deliklerden kollarını uzatarak meşale yakan Eskişehirspor taraftarı, yeni yasayla öldürme kastı olmadan adam yaralamakla eşdeğer hale gelen bir suçu işlerken hem kanun koyuculara taraftar zekâsıyla baş edemeyeceğini gösteriyor hem de yayınladıkları manifestoyla sporda şiddetin kaynağının taraftarlar değil şiddet ve düzensizlikten beslenen hatta bilinçli olarak şiddet ve düzensizlik yaratan yöneticiler olduğunu belirtiyordu. Eskişehirspor taraftarları 6222’nin saçmalıklarına dair kamuoyunu ilk uyaranlardan olmuştu. Futbolu yönetenler ise uyarıları dinlemedikleri gibi yasada tanımlanan elektronik bilete geçişte Passolig adında başından sonuna kadar problemlerle dolu bir sistemi seçerek futbolumuza taraftarsız oynama cezası veriyordu.

'Kalplerden Cennete'

Günümüz Eskişehir tribünlerinden çıkan ünü memleketi aşan BandoEsES kadar renkli bir başka oluşum da “KoreoESES” idi. Diğer takımlar büyük reklam firmalarıyla anlaşıp profesyonel destek alarak koreografi hazırlarken tamamen gönüllülük esasına dayalı çalışan KoreoEsEs’in nasıl özveriyle ve dayanışma ruhuyla şovlarını hazırlandığını merak edenler Ediz Bahtiyaroğlu için hazırlanan “Kalplerden Cennete” belgeselini izleyebilir. Yöneticilerden herhangi maddi destek almayı reddeden KoreoEsEs, minimalize edilmiş masrafları taraftarlar arasında toplayarak tüm önemli maçlara ve günlere işinden/okulundan çıktıktan sonra uykusundan çalarak birbirinden güzel koreografiler hazırladı. Bu oluşumun tribünlere kattığı güzelliklere internetten göz atabilirsiniz. Hiçbir şiddet eyleminin içinde yer almayan, niyetleri sadece taraftarlık kavramını şiddet merkezinden uzaklaştırıp tribünlere renk katmak olan bu gençlerin çoğu 6222’den ceza aldı. Günümüz futbol ikliminde koreografi yapamaz hale gelen KoreoESES kendini fesh etmeden önce son olarak 6222’den ceza alan taraftarları örgütleyerek Eskişehir-Fenerbahçe maçının 62. dakikasının 22. saniyesinde stadın dışında skorborda bakınca gözükecek noktada meşaleler yakarak tribündeki renktaşlarını havaya sokmuş ve taraftarının desteğini arkasına alan EsEs maçı kazanmıştı.

2008’de Eskişehiri yıllar sonra yeniden Süper Lige taşıyan playoff müsabakalarında doğduğu şehrin takımına gönlünü kaptırmış bir sporsever olarak yerimi almıştım. Etrafıma baktığımda İnönü Stadını dolduranların çoğunluğu 17-21 yaş arasındaydı. Ömürleri boyunca kayda değer başarısını göremedikleri halde şehrinin takımına sevdalı gençler... Başarı endeksli spor iklimimizde son 20 yılda sadece 1 sezonu Süper Lig’de geçirmiş şehrin gençleri gönlünü başka takımlara kaptırmıyorsa ezber bozan taraftarlık kavramı ve tribün kültürü sayesindedir. Zira Eskişehirspor’u tutmak takım tutmaktan farklıdır. O sebepledir ki Es Es geçen sezon ligin dibine doğru giderken tribünlerde her hafta daha fazla taraftar oldu. Çünkü Eskişehir halkı başarı endeksli taraftarlık ezberlerimizi bozmaya karar vermişti. Eskişehirspor Süper Lige dolu tribünler önünde veda eden ilk takım oldu.

Anadolu Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nün 90 yıllarda Eskişehir’de yaptığı ankette “en sevmediğiniz şey” sorusuna verilen dönemin en popüler cevabı “otobüslerde sigara içilmesi” üçüncü sıradaydı. Birinci sırada “hangi takımlısın sorusuna cevap verdikten sonra, başka diye sorulması” olurken ikinci en sevilmeyen şey de “hangi takımı tutuyorsunuz anketlerindeki diğer seçeneği” olmuştu. Oligarşinin temsilcisi kulüplerin Eskişehir’de sevilmediğinin bilimsel ispatı... Dolayısıyla da bu takımlarla yapılan maçların önemi de ayrıdır. Sesi kısılmayan taraftar yoktur. Tribüne renk katmak maçın önüne geçmek için herşeyi yaparlar. Zira tüm Türkiye’ye seslerini duyurup memlekette tribün kültürünün temelini attıklarını hatırlatmak isterler. Eskişehirli takımı hangi ligde ve kaçıncı sırada olursa olsun tribündeki yerini alır. Mühim olan o atmosferin parçası olmaktır. Bir Eskişehirsporluyu tribünden uzaklaştırmak çiçeği susuz bırakmak demektir.

Oğuz Sabır'ın hikâyesi

Bu yazıyı 8 aydır takımının maçlarını izleyemeyen Eskişehirsporlu Oğuz Sabır’ın derdini anlatması üzerine yazıyorum. Sporda şiddetin önüne geçmeye çalışırken gerçek sporseverleri tribünlerden uzaklaştırılmasına dikkat çekmek, tüm 6222 mağdurlarının sesi olmak adına. 1977 Eskişehir doğumlu olan Oğuz Sabır, Eskişehir tribünlerinin önemli simalarından. Her Eskişehirsporlu gibi ilk maçına babasının elini tutarak gidiyor. Benden bir sene kıdemli, unutmadığı ilk maçı 1986 - 87 sezonunda Eskişehir’in 2-0 kazandığı Zonguldak maçı. Stadyumun yanındaki Anadolu Motor Meslek Lisesinde okumasının etkisi var mı bilinmez ama lise yıllarında Eskişehirspor Oğuz’un en büyük tutkusuna dönüşüyor, aynı zamanda da en büyük zaafı. Geçen sezon oynanan Eskişehirspor-Akhisar maçında Akhisarın attığı gol ve ardından yapılan fair play tartışmalarını hatırlayanlar olacaktır. Eskişehir cephesi atılan golün fair play ruhuna aykırı olduğunu düşünüyordu. Gol sonrası da tribünlerden Akhisar teknik direktörü Cihat Arslan’a sportmenlik sınırlarını aşan sözlü tepkiler gelmişti. PFDK, Akhisar maçında tribünde olan tüm taraftarlara kötü ve çirkin tezahürat sebebiyle sonraki iç saha maçına giriş yasağı getirmişti. İşte Oğuz’un hikâyesi burada başlıyor. Zira sonraki iç saha karşılaşmasında rakip Galatasaray. Takımını ne olursa olsun oligarşiye karşı yalnız bırakmaya gönlü el vermeyen birçok EsEs sevdalısı gibi Oğuz da maça başkasına ait passolig kartıyla giriyor. Maça bu şekilde girenlerden sadece Oğuz’un evine tebligat geliyor. Emniyet yetkililerinin kendisine açıklaması “tanınan bir sima olması” oluyor. Galatasaray maçında en büyük tutkusu ve zaafı olan takımını yalnız bırakamayan Oğuz, o gün bugündür maçlara gidemiyor. En büyük tutkusundan mahrum kaldığı yetmezmiş gibi hazırlık maçları ve taraftarsız oynanan maçlar da dahil her Eskişehir maçı öncesi ve devre arası karakola gidip imza atması gerekiyor. İş yerinden izin alamadığı için gidemediği bir sefer 580 TL de ceza ödemek zorunda kalmış. Hakem odası basan, hakem rehin alan başkanlar hâlâ maç izleyebilirken 8 aydır maça gidemeyen Oğuz’un cezasının ne olduğu henüz hakim karşısına çıkamadığı için belli değil.

Passolig'in yararı ne?

Bundan sonra sadece suç işleyenler cezalandırılacak diye bize Passolig satanlar nasıl oluyor da tribündeki tüm taraftarlara ceza verebiliyor? Cezalı taraftar başkasına ait passolig kartıyla maça girebiliyorsa stadyumlara yapılan milyarlarca dolarlık yatırımın işlevi nedir? Bu durumda kabahatin büyüğü maça giren kişinin mi, onun girişine engel olamayan sistemin midir? Hakem dövmenin cezası nedir? Hakem odası basmanın, hakemleri rehin almanın cezası başkasına ait passolig kartıyla maça girmenin cezasından az olabilir mi?

Hukukçu değilim. Ancak şunu biliyorum ki normal memleketler kanun çıkartmadan önce birinci derece muhataplar kamuoyu önünde tasarıyı tartışır. Bu hem tasarının toplum dinamiklerine uygunluğunu hem de aksaması muhtemel noktaları test etme yöntemidir. Kanun tasarısı toplumsal süzgeçten geçtikten sonra düzeltilerek yürürlüğe girer. Bu topraklarda ise kanunlar “Ben yaptım oldu” diyerek çıkartılır. Olan da Oğuz Sabır gibi kişilere olur. 8 aydır mahkeme tarihi bekleyen Oğuz’un mahkemesi olup suçu – suçsuzluğu belli olana kadar da sezon biter.

Beşiktaş tarihinin en kötü başkanına Türk Futbolu emanet edilirse, memleketin en büyük bütçeli federasyonu üçüncü sezonuna giren bir sistemin buglarını onaramaz tabi. Gittikçe boşalan tribünleri nasıl doldururuz diye düşünmeyenler, Oğuz Sabır gibi hiçbir şiddet eylemine bulaşmamış, ne olursa olsun yerini alan taraftarların mağduriyetlerini giderecek önlemler almayanlar, gelecek haziran naklen yayın ihalesinin ardından anlayacaklar futbolseverleri futboldan uzaklaştırmanın bedelini. Çünkü kendini futbolun efendisi sanan bu takım elbise suratlı adamların anlayacağı dili sadece para konuşabiliyor.