Böyle bir kitap çok zor yazılır. Okunması, yazılmasından da zordur.

Böyle bir kitap çok zor yazılır. Okunması, yazılmasından da zordur. İnsanın en yumuşak olduğu yerden alınan bir sert darbe gibi benzetmeler çok hafif kalır...
   
Susan Sontag’ı tanırız. Önemli bir kadın yazar ve düşünür. “Bir Metafor Olarak Hastalık” kitabının başında, verem ve kanserin süslü metaforlarla yüklendiğinden söz eder.(Çev. Dr İsmail Murat, B/F/S Y.)
   
Tezcan Özlem’i tanıyanlar pek fazla sayılmaz. Bir annedir. “Oğlummm!” adlı kitabı yazmıştır; (Sentez Yayıncılık, Bursa.) Kitapta, oğlunun lösemi hastalığı sürecindeki mücadele anlatılmıştır.
“İnsanoğlu sahip olduklarının kıymetini kaybedince anlarmış. Ben de okula gitmenin okumanın kıymetini ancak kaybedince anladım. Arkadaşlarıma ve tüm çocuklara vasiyetim olsun: Okumanın, okula gitmenin kıymetini bilin. Bu şans insana bir kere verilir. Her başarınızda beni hatırlayın! Mert Özlem.” 2006 yılının Haziran sonunda annesine “Anne bazen yürürken dizlerim tutmuyor, düşecek gibi oluyorum” demiş Mert.
Anne, oğlunun lösemi hastası olduğunu 3 Temmuz 2006 tarihinde öğrenmiş. Bundan sonrası, 13 yaşındaki oğlunu, biz kez daha doğurmak ve yaşatmak için olağanüstü bir çabayla geçmiş.
Bir yıl kadar süren mücadele. Türkiye’de umutlar biter.  Anne teslim olmaz, son bir umut için ile İsrail’e giderler. Kısa ömür, İsrail’de ölümle sona erer.
Oğlunu yitiren anne Tezcan Özlem, ölüme, hastalığa yine teslim olmaz. Bir anne  için  yapılması en zor şeyi yapar. Oğlunun hastalandığı ilk günden “Dönüp bir kez daha oğluma baktım. Ama bu o değildi. Yatakta yatan sadece onun aciz bedeniydi.” Diyerek yaşadığı tüm olayları, acısını bastırarak, yazar. Çünkü, hastalık hala vardır. Başka çocuklar vardır. Onlar için yapılacak çok şey vardır. Zaten, oğlunu yazarken, kendi derdinde, acısında bencil davranmamış, diğer hasta çocukların da derdini dert, sevincini sevinç etmiştir.
   
Şimdi bunları yazarken, boğazımda bir  düğüm var. Bu kitabı okumak çok zor. Çok acıtan, içimizi eriten bir kitap.
Bu dünyada elbette sayısız acılar her gün her gün yeniden yaşanıyor. Her gün çocuklar ölüyor. Bu gerçeklik Tezcan Özlem’in acısını hafifletmez...
Diğer kadın, Suzan Sontag “Kanser, şiirde pek rastlanmayan ve şimdi de iticiliğini koruyan bir konu, ve bu hastalığın estetize edilebileceğini düşünmek bile zor.” diyor.
En ağır acılar, ölüm ya da en yoğun sevgi estetize edilebilir. Kitapta, anne Tezcan Özlem, acısını  ne estetize etmiş, ne de etmek istemiş. Bu hastalık, bir metafor, bir yazı süsü değil. Cıvıl cıvıl bir oğulcuğu mezar eden illet. Anne de bu illeti dosdoğru bir bildirme eylemi içinde anlatmış.
   
Hastalığın metafor boyutuna “terfii” için hastanın yaşı da önemli olabiliyor. Bu yüzden, 13 yaşındaki bir çocuk için hastalık ve ölüm, doğrudan, düz ve katıksızdır. Katı bir acıdır. Bu acıyı taşımak, çoğaltmadan, zarından soymadan kamusal alana aktarmak, ya usta bir yazarın, ya da bir annenin yapabileceği bir şeydir. Belki de sadece bir yazabilir...
   
Susan Sontag ile Tezcan Özlem; iki kadın bu yazıda bir hastalık çerçevesinde buluştu. Birisi hastalıktan kitap “yaratmış”.  Hastalık, diğerinin doğurduğu/yarattığı canı almış.
   
Bir acıdan entelektüel düzlemde bir deneyim değil derdim. Acının somutluğunu bir yana bırakıp, iki metin üzerinde eş zamanlı okuma, metinleri tuhaf bir biçimde çoğaltıyor. Bir entelektüelin metni ile, bir annenin metni birbirine tanıdık geliyor, paralellik kuruluyor. Acıdan farklı bir okuma deneyimi çıkıyor: Böyle soğuk girişimlerden dolayı insanı utandıran.
   
Günlük hayatımızda, hastalık metaforu, şiddet içeren söylemin organik parçasına dönüşmüştür; acımasız hastalık. Oysa asıl acımasızlık, kişiyi aşan bu tür hastalıklarda, muktedir sistemin kişiyi yalnız bırakması, pazara teslim etmesidir.

Haftanın dizesi; “kaç yaşında acaba şimdi ilk gözyaşlarım?” (Fikret. Demirağ, Ada’mın Sahilinde, Dünya)