BirGün deprem bölgesinden bildiriyor: Hayat kalmadı artık
Bölgede acı, çaresizlik ve öfke hâkim. Neredeyse sağlam bina yok Hatay’da. Enkaz başındakiler ile gidebilecek yeri olmayanlar... Hava soğuk, insanlar çadırsız, yardımlar yetersiz, hijyen sorunu büyük. Ceset kokusu... Ölü sayısı ve kaç kişinin enkaz altında olduğu belirsiz.
Uğur ŞAHİN
Depremlerin büyük yıkıma yol açtığı Hatay’a gitmek için uçaktayım. Uçakta tek konuşulan konu, deprem… Havalimanına indiğimde bir paramedik gönüllü ile konuşuyorum. Elinde tıbbi cihazların olduğu bir çanta var. “Sağlıkçılar bile alana ulaşamıyor” diye sitem ediyor.
Otostop çekerek gideceğimiz noktalara ulaşmaya çalışıyoruz. Depremzede bir aile bizi aracına alıyor. “Kanser hastasıyım ilacımı bulamıyorum. Burada kalamayacağız, İstanbul’a gideceğiz. Ömrümüzden ömür gitti” diyorlar.
Yıkık binaların kapladığı yollardan geçip Defne’ye ulaştığımda, kendimi hemen bir enkazın karşısında buluyorum. İçeride sekiz kişi var. Bir yanda iş makinesi çalışıyor, diğer yanda ateş başında bekleyiş sürüyor. “Cenazesini alsak yeter” diyen de var, “Umarım sağ çıkacak” diyen de…
Enkaz altındaki sekiz kişiden biri, 45 yaşındaki Aydın’ın akrabası. Aydın daha önce de deprem yaşamış, “Ama böyle bir felaketi hiç görmedim” diyor. Aktardığına göre, gece çalıştığı için deprem anında evde değildi ancak sarsıntı yaşanır yaşanmaz hemen evine, çocuklarının yanına koştu. Hem de yağmur altında, tam 10 kilometre yürüyerek...
YAŞANANI UNUTAMAM
Aydın’ın çocukları ve eşi, artık Hatay’ın köylerinden birinde kalıyor. Kendisi ise günlerdir gece geç saatlere kadar yıkıntının önünde bekliyor, sonra arabasında kalıyor.
“100 yıl yaşasam dahi, yaşadığım hiçbir şeyi unutamam” ifadesini kullanıyor Aydın, hemen devamında da şunları dile getiriyor: “Amcamın kızı ve çocukları vefat etti. Kaynım da burada. Günlerdir burada bekliyorum. Umut ediyoruz. Annesi, 'Bana en azından cenazesini getir’ dedi. İnsanoğlu umudunu yitirmemeli. Herkes gitmek zorunda, artık burada yaşantı yok. İlk başta koordinasyon yoktu, sağlıklı bir ekip yoktu. Eğer AFAD ve diğer kurumlar koordinasyonlu şekilde gelmiş olsaydı, inan farklı olurdu.”
Ateşin başında enkazdaki çalışmayı takip edenlerden birisi de, Nihat Alyanak. Alyanak, ”Keşke madenciler daha erken burada olabilseydi” ifadesini kullanıyor.
Nihat Alyanak’ın oğlu ve eşi İstanbul’da. Alyanak, “Burada kalacak yerimiz yok artık. Tansiyon ve kalp hastasıyım. Çadırlarda kalamıyorum soğuktan” diyor. Üzerindeki giysileri gösteriyor, “Sağ olsunlar yapılan yardımlar sayesinde aldım bunları” ifadesini kullanıyor: “99 depremini yaşadım ama böyle bir şey yok. Yakalandığım zaman ‘bitti benim için bu hayat’ dedim. Binamız çöktü. Dışarı çıktığımda duvarlar patladı, insanlarda çok panik vardı. Ablam içeride öldü. Yaşadığına inanmıyorum. Biz dışarıda soğuktan donduk. Ablam 58 yaşındaydı, tek yaşıyordu ama niye yalnız bıraktık diye suçluluk yaşıyoruz.”
İnsanların yakınları için bekledikleri binanın adı Gün Apartmanı. Çalışmalar ilerledikçe içeriden dört kişinin cansız bedenine ulaşıldı.
HİJYEN BÜYÜK SORUN
Enkazın birkaç adım ilerisi çadırlarla kaplı. Burası, “salı pazarı” diye bilinen bir yer. Hijyen yok gibi, çadırların çevresi çöplerle kaplı. Bu esnada, topladıkları odunları taşımaya çalışan depremzedeleri fark ediyorum. İbrahim Başböyük ile eşi Süheyla Başböyük. Çadırlarında onları oğulları Mehmet Ali Başböyük bekliyor. Başböyük Ailesi, burada kurulan çadırda hayata tutunmaya çalışıyor.
Mehmet Ali Başböyük, “Biz sağ salim çıktık ama akrabalarımız enkaz altında” diyerek başlıyor sözlerine: “Yengemi iki gün sonra enkazdan sağ çıkardık fakat hastaneye yetiştiremedik çünkü ambulans gelmedi. Kuzenim ile 5 yaşındaki yeğenime ulaşmaya çalıştık ama olmadı. Sülale diye bir şey kalmadı, yerle bir oldu. İlk günden beri kendi imkânımızla 6 kişiyi kurtarabildik. Ne AFAD ne de başka bir kurum vardı, ikinci ve üçüncü güne kadar… Beşinci güne kadar açıkta yattık. Yere kıyafetlerimizi serdik. STK’ler ve partiler, burada imkanlarıyla bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.”
Mehmet Ali Başböyük, AFAD ekiplerinin azlığından şikayetçi. Yaşadıkları sorunları şöyle aktarıyor: “Sözün bittiği yerdeyiz, yaşadıklarımızın tarifi yok. Psikolojim altüst olmuş durumda. Buraya psikologların gönderilmesi lazım. İnsanlara yol gösterilmesi lazım. Ama yok… Acılarımız çok büyük. İlaç temin edemiyoruz. Bir tane revir var.”
64 yaşındaki İbrahim Başböyük, yaşadıkları mahallenin yerle bir olduğunu kaydediyor. Eşi Süheyla Başböyük ise "Ailemden 30 kişiye yakın göçük altında” ifadesini kullanıyor.
ACI, ÖFKE, ÇARESİZLİK
Buradan çıkıp Hatay kent merkezinin hali ile yüzleşiyorum. Belediye binasından tarihi kiliselere, okullardan apartmanlara neredeyse sağlam hiçbir bina kalmamış. 1 milyon 700 bin nüfusa sahip Hatay’da, binlerce yurttaş şehri terk etti. Sokaklarda acı, hüzün ve çaresizlik hakim. Kaldırımlarda dağıtımı plansızca yapılan ya da kullanılamayacak durumda olmasına rağmen gönderilen giysi ve ayakkabı birikintileri var. Kitle örgütleri ya da partilerce kurulan yardım çadırlarının önlerinde uzun kuyruklar var. Duş alınamıyor, ciddi tuvalet ve su sıkıntısı söz konusu. Ve elbette barınma ve ısınma çok büyük sorun…
Yıkık binaların arasında yürürken hayatımda ilk kez ceset kokusu duyuyorum. Bu esnada görevliler sık sık “Maske takın arkadaşlar” uyarısında bulunuyor.
Daha sonra Armutlu’ya geçiyorum. Her şey yıkık… Burası adeta yok olmuş durumda. Portekizli bir arama kurtarma ekibinin çalışma yürüttüğü enkazın önündeyim. Burada iki gün enkazda kalıp, sağ çıkarılan bir yurttaş ile konuşuyorum. Oğlu içeride, tam 11 gündür ulaşılamıyor. Onun dışında içeride iki kişi daha var. Yurttaş, “Çok ihmal oldu” demekle yetiniyor.
Defne’nin ardından Samandağ merkez ile köylerine gidiyorum. Yol boyunca kullanılamaz durumdaki yıkık binaları görüyorum. Yollar bile yarılmış, zaman zaman ya ambulans ya da cenaze arabaları geçiyor yanımızdan.
Cuma Karaçay ve ailesi, çadır ihtiyacı olanlardan. “Çok soğuk yatamıyoruz” diyorlar. Karaçay, şöyle devam ediyor: “Depremin korkusu insanlarda kalıcı kaldı. Yakınlarım yaralı. Çok denetimsizlik oldu.”
DOMATES ÇADIRINDA KALIYORUZ
Ardından Samandağ’da Nazlı Şeb ile konuşuyorum. Beş katlı binaları yıkılmış. İçeriden sadece iki kişiye sağ ulaşabilmişler. "Cenazelerimizi üst üste koyduk. Yağmur yağsın istiyoruz, salgın olursa ne olur halimiz?��� şeklinde konuşuyor.
Şeb ve yakınları, içerisinde domateslerin ekili olduğu küçük bir seraya sığındıklarını anlatıyor: “Domates çadırında kalıyoruz. Domatesleri söktük ve kalacak yer yaptık. Çadır vermiyorlar şu an. Isınma ve hijyen büyük sorun. Su yok.”
Samandağ’ın sonrasında Antakya’nın köylerine ulaşmaya çalışıyorum. Yol boyu yine enkazlar, yıkık binalar… Ulaştığım köydeki insanların yardıma ulaşması bir hayli zahmetli. Zira yardımlar daha çok kent merkezlerinde oluyor. İmkânı olmayanın buralara gidebilmesi ise imkansız gibi. Emin Uzun da bu kişilerden. Uzun, şunları dile getiriyor: “Evimizi bırakıp gidemeyiz bir yere. Dolmuş yok, arabam yok. Nasıl gideceğim? Dağıtmanın planı yok. Mesela burada kimsesi olmayan bir yaşlımız var, her gün bir şey getirmeye çalışıyorum. Dağıtım adaletsiz oluyor.”
***
Gidenler geri dönecek
Yüksel Dönmezer Defne’de yaşıyor. Enkazdan kendi çabası ile çıktı. Depremin üçüncü günü de Dayanışma Gönüllüleri’ne katıldı. Burada yemeğin dağıtımından sorumlu. Hem deprem anını hem de buradaki çalışmalarını şöyle anlatıyor: “Binam tamamen yıkıldı. Komşularımızı da kendi imkanlarımızla kurtardık. SOL Parti İl Yönetimi’ndeyim. Devam ettiği kadar burada olup insanlara yardım etmeye çalışacağım. İlk iki gün insanlar çok zorluk yaşadı. Yağmur yağıyordu, kurtarma ekibi 3’üncü gün geldi. Burada hasar çok. Antakya’nın yerlisi, burayı boşladı ama ben geri döneceklerini düşünüyorum. Burada farklı politik hesaplar da var. Burada yemek yapıyor halka dağıtıyoruz. 300’ün üzerinde insana bakıyoruz. Sıcak banyo hazırlıyoruz, insanları randevu usulü bunu sağlayacağız. Salgın hastalık korkusu var çünkü.”
***
Hatay’ı terk etmeyiz
Buradaki gönüllülerden biri de Can Şimşek, Aslen Samandağlı. Depremde 10 kaybı var. Burada insanlara yardım ediyor. Şunları bildiriyor: “Samandağ tarafında ciddi yardım eksikliği var hâlâ enkaz altında olanlar var. 3’üncü gün Samandağ’a yardıma geldiler. O dakikadan sonra müdahale de çok bir işe yaramadı. Çadır kentler sınırlı sayıda. Çadır dağıtımında da eksiklik var. Bölgede çok büyük yıkım var. Suyumuz yok, barınma yok. Halk kendi imkanlarıyla çadır kurmaya çalışıyor ancak hava şartları kötü. İnsanlar hastalanıyor soğuktan dolayı. Temizlik çalışmaları yok, gıda da yeterli değil. Biz burada elimizden gelenin fazlasını yapıp, onlara ihtiyaç malzemelerini ulaştırmaya çalışıyoruz. Çocuklarımız hastalandı, bez bulunamadı. Biz birebir evleri yıkılanlarla irtibat kurup, servislerle ihtiyaç malzemelerini gönderiyoruz. Hatay’ı terk etmeyeceğiz.”
***
Gönüllüler yaraları sarmaya çalışıyor
Hatay’da SOL Parti ve Dayanışma Gönüllüleri de kurdukları ‘Dayanışma Noktaları’ ile insanlara umut olmaya çalışıyor. Defne’deki noktada, üç dört saatlik uykuyla depremzedelere yardım ulaştırıyor buradakiler. Araçlar, ihtiyacı olan uzak köyler ve mahallelere çadır, gıda, giysi, hijyen ürünleri vb. ihtiyaç malzemelerini dağıtıyor. Yukarıda değindiğim yurttaşların ihtiyaçları da Dayanışma Gönülleri sayesinde giderildi.