Sabah güneşi… Sokağın sonundan girişine doğru püskürüyor. Sokakta sinemanın demirlerine bağlanmış bir koyun var sadece. Koyunu seviyorum. Adı Kınalı. Biliyorum çünkü sık sık koyun sevmeye gidiyoruz. Emek Sineması’nın önüne…

Görmeyenler inanmaz, Emek Sineması’nın önüne bağlı bir koyun vardı. Sahibi arada bir otarmaya götürüp tekrar sinema önüne getiriyordu. Bir süre sonra bağlamayı da bıraktı. Kınalı, sokağa girdi mi kendi kendine gidip Emek’in kapısının önüne oturuyordu.

Hafta sonları Kınalı’yı sevdikten sonra 11.00 matinesine Emek Sineması’na gidiyoruz annemle. Ben filmleri pek anlamıyorum. Annem 27 yaşında, ben 7… Film çıkışı sinemanın sokağındaki kitap sergisinden: “Çocuklardan tanrıya mektuplar” adlı kitabı alıyoruz bir gün... Kendime seçip aldığım ilk kitap.

Kültür sanat muhabirliği yaptığım dönemde, Emek Sineması bizim için, her film festivali zamanı önünde uzanan bilet kuyruğunu kapak yaptığımız mekândı. Festival zamanı bilet satmak için Emek’e gelen ablalardan sarışın, zayıf olan; bizim için turneye çıkan sanatçı gibiydi. Yılda bir kez görüyoruz ama çok meşhur. Elimizde işaretlenmiş program ve festival kitapçığıyla saatlerce bilet kuyruğu beklerdik. Her yıl… “Hayat hızla değişirken, bazı şeylerin değişmediğini bilmek güzel”di.

Yaşımız küçüktü de mevcut kültürel- hafıza mekânı suiistimallerini biz mi bu kadar fark etmiyoruk, yoksa o dönem bu kadar mekan gaspı yok muydu bilmiyorum. Sinemaya- tiyatroya gittiğimizde, koltuğa oturur oturmaz etrafımıza tedirginlikle bakıp altımızdaki sandalye çekilecekmiş hissine kapılmadığımız yıllardı…

Kültür sanat muhabirliği… Kitabı okur tanıtırsın… Tiyatro oyununu–filmi seyredersin, tanıtırsın, oyuncusuyla röportaj yaparsın… gelecek konserleri sergileri haber edersin…

Emek Sineması’nı yıkmak istiyorlar, haberinin duyulmasıyla birlikte, kültür sanat haberi yapmak için imar- koruma yasalarını da öğrenmemiz gereken dönem başladı. Artık sinema deyince aklımıza sadece filmler değil, kanunlar, mahkemeler, eylemler, gözaltılar ve polis şiddeti de geliyor.

Ne münasebet yıkmıyoruz, yıkmıyoruz taşıyoruz, asla alışveriş merkezi yapılmayacak, diye diye yıktılar Emek’i.
Emek Sineması’nın kapısı sokağa, kitaba hatta bir kınalı kuzuya açılırken;

Hıncal Uluç – 2010- Sabah Gazetesi: “‘Emek’i yıktırmayız...’ Yahu neyi yıktırmıyorsunuz? bir leş. Bir fare yuvası. Sinema olarak on paralık değeri olsa yaşardı. Artık Emek, Atlas, Yeni Melek’ler dünyanın hiçbir yerinde yok. Sinemalar site halinde. Millet oralara koşuyor, etrafında hızlı, ağır yemek yerleri, kafeleri ile, sinema sitelerine.”

Emek’i korumak için verilen bütün mücadeleye rağmen, yargı kararlarının gecikmesi fırsat bilinerek rant projelerine  kurban edilen Sulukule, Tarlabaşı ve Tekel Likör Fabrikası, Taksim Cumhuriyet Caddesi, Saray ve Majik sinemaları  gibi kültür ve tarih varlıklarımıza Emek Sineması da eklendi.

Bu kıyıma ön ayak olanlar, yargı süreci devam ederken projeye yapı ruhsatı verdi. Serkil Doryan külliyen tehdit altındaydı. Bu ülkede “profiterol gözaltısı” başlıklı haber çıktı gazetelerde. İnci Pastanesi kapanırken…

Binaya son girişimiz 2013’teki Emek eyleminde oldu. Harabeye çevirmişler. Emek yüksek tavanlıydı ama başımızı kaldırınca bulutları göreceğimiz kadar değil, tavanı sökmüşler… Emek, gasp edildi. Sinema yıkıldı, yerine yeni bir bina yapmaya başladılar.

Açılan dava sonucunda Emek Sineması’nı yıkan proje hakkında yürütmeyi durdurma kararı çıktı. Artık bir çivi dahi çakılması yasak. Kararın Mimarlar Odasında yapılan basın toplantısında kamuoyuna açıklandığı gün, 13 Ocak 2015’te, Emek’in yerinde başlayan inşaat kaçak olarak devam ediyordu. İnşaatın gürültüsünden duymamış, ortalığı boğdukları toz dumandan görmemiş olacaklar kararı.

Bu cumartesi günü saat 17.00’de Emek önünde toplanıyoruz. Kararı bir kez daha tebliğ etmek ve uygulanıp uygulanmadığını teftiş etmek için. “Bu inşaat kaçaktır” demek için. Emek önünde toplanıyoruz: “Emek bizim, İstanbul bizim” demek için. Bu uzun ve kanunsuz antraktı sonlandırıp filmi yeniden başlatmak için…