Margareth Thatcher’ın “Toplumlar yoktur insanlar vardır” vecizesiyle simgelenen “piyasa toplumu” ideolojisi yara alacak. İnsan türünün kaderinin ortak olduğu yargısı güçlenecek

Bizi salgın sonrası nasıl bir dünya bekliyor?

Kimsenin öngöremediği bir hızla gündelik yaşamdaki sıradan alışkanlıklarımız şimdi lüks oldu. Bırakın açık havada arkadaşlarla çay/kahve içmeyi; yakınlarımızla sarılıp kucaklaşmayı; sinemaya, konsere, maça gitmeyi; neredeyse işyerindeki sıkıcı toplantılar bile burnumuzda tütmeye başladı.

Belli bir süre sonra bu kabusu atlatabilir, küçük keyiflerimizi tekrar yakalayabiliriz. Ne var ki Korona salgınının önemli toplumsal değişiklikler yaratacağını da şimdiden öngörebiliriz. Bu değişim sonucu ekonomik iş bölümünde, bazı sektörlerin ulusal gelir içerisindeki ağırlığında, gelirin paylaşımında, egemen ideolojilerde ciddi dönüşümler bekleyebiliriz.

Nasıl 2. Dünya Savaşı sonrasında; kadınların iş hayatına katılımı yoğunlaştıysa, kitlesel üretim egemen hale gelip sendikaların da yükselişiyle geniş halk kesimlerinin yaşam standartları yükseldiyse, yöneylem araştırması gibi askeri disiplinler sivil yaşamda uygulanmaya başladıysa…

Öncelikle rekabeti, bencilliği, adam sendeciliği kutsayan, “gemisini kurtaran kaptan” zihniyetine dayalı neoliberalizmin inandırıcılığı iyice zayıflayacak. Margareth Thatcher’ın “Toplumlar yoktur insanlar vardır” vecizesiyle simgelenen “piyasa toplumu” ideolojisi yara alacak. İnsan türünün kaderinin ortak olduğu yargısı güçlenecek. Bir virüs karşısındaki aczimizden yola çıkarak savaşların, terörün, şiddetin anlamsızlığı daha iyi anlaşılacak. Sorunların çözümündeki kolektif iradeyi harekete geçirmenin, toplumsal dayanışmanın, kamusal sorumluluğun önemi kavranacak. Bilgiye, bilime, Aydınlanma düşüncesine saygı artacak.

Salgın sağlık hizmetinin kamusal olarak tüm yurttaşlara eşit ve parasız sunulan, vergi gelirleriyle finanse edilen bir yurttaşlık hakkı olduğunu açık seçik gösterdi. “Bütçe disiplini” diye kutsallaştırılan kavramın kofluğunu ortaya çıkardı. Planlamanın tarihin tozlu sayfalarına terk edilecek bir yöntem değil, demokratik bir tarzda yorumlanınca toplumlar için bir emniyet subabı olduğunun altını çizdi. ABD bile, üstelik Trump idaresinde her yurttaşa 1000 dolar dağıtarak, bazıları tarafından uçuk bulunan “temel gelir desteğine” göz kırptı.

Eşitlik, dayanışma, paylaşma, kolektif haklar, kamuculuk, demokratik planlama gibi sol değerlerin karşılık bulabileceği bir döneme giriyoruz. Bu badireyi bireysel hakların kısıtlandığı, gözetimin arttığı, disiplinin dayatıldığı daha otoriter yönetimlerle de atlatabiliriz. Sol, kamucu rüzgarların estiği bir silkiniş de yaşayabiliriz. Bu bizim elimizde…Hepsinden önce yeni koşulları çabuk algılayan, dönemin ruhuna uygun alternatifler üretebilen politik mücadelede...

YENİ DÖNEME İLİŞKİN BAZI ÖNGÖRÜLER

İngilizce de “fast forward” diye kasedin ileri sarılması anlamına gelen bir ifade var. Korona salgınının ekonomide, toplum hayatında, kültür ve alışkanlıklarımızda zaten var olan bazı eğilimleri hızlandırarak belirgin hale getirmesi beklenebilir. Puslu bir camın arkasından seçilebildiği kadarıyla bazı öngörüler şöyle :

■ Evden çalışılabilen işlerle fiilen dışarıda icra edilmesi gereken meslekler arasındaki ayrım artıyor. Eve siparişle gelen market alışverişi, uzaktan eğitim, paketle yiyecek servisi, “streaming” tabir edilen kesintisiz video, müzik akışı gibi iş kolları bu süreçten avantajlı çıkacak. Bu hizmetlerin hiçbiri yeni olmamakla birlikte, insanların alışkanlıkları ve tercihleri değişecek. Yavaşça yaygınlaşan eğilimler hız kazanacak. Örneğin sebze meyveyi görerek, hatta seçerek alan insanlar İnternet üzerinden ısmarlamaya başlayacak.

■ “Fikir işçileri” olarak da adlandırılan finans uzmanları ve muhasebeciler, bilgi teknolojisi personeli, şirket yöneticileri, eğitim çalışanları bu süreçten fazla etkilenmeyecekler. ABD’de yapılan çalışmalar bu meslek mensuplarının ortalama gelirlerinin diğer çalışanlara göre daha yüksek olduğunu göstermiş. Muhtemelen Türkiye’de de benzer bir sonuç çıkar. Buna karşın düşük gelirli işler olan temizlik işçileri, güvenlik personeli, market zincirlerinde çalışanlar, kuryeler işlerini yapmaya devam edecekler, ancak daha fazla virüs riskine muhatap olacaklar.Bu son varsayım böyle zor koşullarda özveriyle görevlerini yerine getiren sağlık çalışanları için fazlasıyla geçerli. Berberler, tesisatçılar, lostra salonları gibi bazı hizmet sektörleri geçici de olsa devre dışı kalacak.Belki de alışkanlikların değişmesiyle eski iş hacimlerini bir daha yakalayamayacaklar.

■ Küresel tedarik zincirleri olarak adlandırılan üretimin farklı aşamalarının farklı coğrafyalarda gerçekleştirilmesi modelinde bazı sadeleşmeler görülecek. Sevkiyatın aksaması, zincirin bir halkasının kopması olasılığı göz önüne alınmadan yapılan tasarımlar gözden geçirilecek. Minimum stok tutmaya dayalı tam zamanında (just-in-time) uygulamalar da tekrar düşünülecek.

■ İmalat sanayinde üretimin devam etmesi halinde dip dibe çalışan, hizmet sektörünün tersine işyerinin fiziksel tasarımının esnekliği bulunmayan işçiler ağır riske maruz kalacak. Bu işlerde evden çalışma da olanaksız. Aynı varsayım inşaat işçileri için de geçerli. Hem işkolları uzaktan çalışmaya uygun değil, hem de salgın sonrasında ekonomik durgunluk koşullarında bu sektörün ivme kazanması kolay olmayacak.

■ “Digital uçurum” diye adlandırılan; bazı ülkelerin, o ülkelerde başta kırsal kesimler bazı bölgelerin, sınıfsal anlamda da bazı kesimlerin internet, bilgisayar donanımlarından uzak olmasının ve/veya teknolojiye hakimiyetlerindeki yetersizliğin etkileri bu süreçte daha belirgin hale gelecek. İşini büyük ölçüde evinde sürdürebilen, bilgi ve enformasyona kolayca erişenlerle hayattan ve üretim süreçlerinden yalıtılmaya mahkum edilenler arasındaki makas açılacak.

■ On-line alışverişin yaygınlaşmasıyla en gelişkin sipariş sistemine ve lojistik altyapıya sahip Amazon ve Alibaba gibi şirketlerin egemenliği belirginleşecek. Türkiye’de de en albenili İnternet sitesine sahip olan, dağıtım ağları yaygın en büyük market zincirleri bu dönemde avantaj sağlarken, yerelde faaliyet gösteren küçük işletmeler büyük darbe yiyecek.

■ İşyerlerinde insanın yerine robotları, drone adı verilen insansız hava araçlarını ikame etme uygulamaları yaygınlaşacak. Salgını fırsat bilen şirketler, daha az işçiyle faaliyetlerini sürdürmek için bu süreci teknolojik dönüşüm için fırsata dönüştürmeye çalışacaklar.

■ Bazı işlerde evden çalışma kalıcı hale gelecek. Zamanın bir kısmını işyerinde, bir kısmını evde geçirme pratiğinin benimsenmesi sonucu daha küçük ofisler, odaları-masaları dönüşümlü kullanma modeli yaygınlaşacak. Buna karşın emek kesiminin çalışma günleri ve saatlerinin azaltılarak mevcut işlerin paylaştırılması talebinin uygulanabilir olduğu ortaya çıkacak.

■ Evden çalışma özellikle kadınlara hem çalışmaya devam etmek hem de ev işlerini aksatmadan sürdürmek olanağı sunacak. Ancak bu bazı sektörlerde bir yandan emek arzını artırıp ücretleri aşağı çekerken, bir yandan da kadınların iş yükünün artması sonucunu doğuracak. Bakıcılık, ev hizmetleri işlerinde çalışanlara yönelik talep de daralabilecek. Öte yandan havayolu, otelcilik, lokantacılık gibi hizmet sektörlerindeki durgunluktan kadınlar daha fazla nasibini alacak.

■ İşsizlik oranının daha yüksek olduğu gençler, ekonomik krizin yaygınlaşması, yaşlıların emekliliğe yanaşmaması sonucu iş bulmakta güçlük çekmeye devam edecekler. Buna karşın salgın dönemi dijital becerilerin önemini öne çıkaracağı için bu anlamda önceki kuşaklara göre işgücü piyasasında avantaj sağlayacaklar.

■ Son yıllarda büyük ivme kazanan turizm sektörü, salgının ardında da toparlanmakta güçlük çekebilir. Sanal müze ve kültür turları bu süreçte yaygınlaşabilir. Özellikle gelişmiş ülkelerde lokanta, kafe ve barlarda çokça zaman geçiren orta sınıflar aynı hazları evlerinde aramaya yönelebilirler. Ekonomik durgunluk ortamınde harcamaları kısmaeğilimi de bu sektörlerin eski iş hacimlerini yakalamalarını zorlaştırabilir. Tele-konferans uygulamalarının yaygınlaşması iş gezilerini kalıcı biçimde sınırlandırabilir. Bu hem havacılık ve ulaşım, hem de otelcilik ve lokantacılık iş kollarının aleyhine olur.

■ Bu süreçte kültür ve sanat sektörü de kalıcı bir zarara uğrayabilir. Netflix benzeri kesintisiz hizmet veren platformlar sinemaya, tiyatroya, konsere gitme alışkanlıklarını törpüleyebilir. Ayrıca talebin sanal aleme kayması yerel sanatçılara büyük darbe vurabilir. Fiziksel ortamda insani sıcaklığın yarattığı farklılığın ortadan kalkmasıyla, sanal alemde star sanatçılara yönelim belirginleşebilir. “ Kazanan hepsini alır” mantığı daha da derinleşebilir. Aynı eğilim, eğitim sektöründe de sınıf ve öğrenci kapasitesi gibi kısıtlar ortadan kalkınca “en parlak üniversitelere ve hocalara” rağbeti artırabilir. “Sıradan” kabul edilen öğretim üyeleri öğrencilerin sorularını cevaplayan, ödevlerini düzelten “asistanlar” pozisyonuna düşebilir.

■ Belki de tüm bu gelişmelerden daha önemlisi, salgın bahanesiyle devletlerin yurttaşlar üzerindeki gözetim ve izleme ağları yaygınlaşabilir. Virüş tehlikesinin getirdiği denetim ve disiplinli davranma zorunluluğu sıkı devlet otoritesinin kalıcı bir biçimde yerleştirilmesi eğilimini güçlendirebilir. Bunun için bu süreçte sade yurttaşlar arasındaki sosyal ve dayanışma bağlarının sağlamlaştırılması; sendika ve meslek örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının toplumsal rolünün zayıflatılmaması çok önemlidir.