Yaşamı doğa-insan ekseninde ele aldığı “Bul Beni” adlı sergisinde ütopik bir ada kurgulayan Değirmenci, “Tüketim toplumunda her şey yok olmaya yüz tutuyor” dedi.

Bozulmuş ütopyalar
Fotoğraflar: BirGün

Deniz Burak BAYRAK

Geçmişten bugüne en çok tartışılan konulardan ikisi ütopya ve distopya. Felsefi ve politik boyutunun yanında sinema, edebiyat ve tiyatro gibi birçok sanat disiplinine de konu olan bu kavramlar ressam İsmet Değirmenci’nin de resimlerine yansıyor. Sanatçının Brieflyart Galeri’de açılan “Bul Beni” adlı kişisel sergisi -Marmara Adası’nda doğmasının da etkisiyle- “ada” metaforu üzerinden görünürleşiyor. Değirmenci’nin 1994’te açtığı ilk sergisinden bugüne deniz, tekne ve insanların dönüştüğünü fark ettiğimiz çizgisi yine doğa ekseninde ama başka bir perspektifte sürüyor.

Serginin adı öncelikle “Kaybolan biri mi var, bulunmak istenen kim?” gibi soruları getiriyor akıllara. Ressama sorduğumuzda “Benim” yanıtını alıyoruz ve “Bunu söylerken savaşlar, doğanın yok oluşu, tüketim toplumunun içinde yaşarken var edemiyoruz kendimizi, kaybolmaya yüz tutuyor her şey” diye devam ediyor. Sanatçının yaptığı şey özetle, kendini arama/bulma eylemini bozulmuş ütopyalar üzerinden oyunlar kurgulayarak gerçekleştirmek.

İsmet Değirmenci’nin “Bul Beni” sergisi Brieflyart Galeri’de görülebilir.

TRAJİK BİR DÖNEM

Batı’nın yarattığı ütopyaları kendi istek ve kültürlerini empoze ederek bir distopyaya çevirmelerini eleştiren sanatçı evrensel bir distopik düzen içinde olduğumuz ve buna sebebin dünyadaki bütün yönetimler olduğunun altını çiziyor. Bunu da “talihsiz bir kuşak, trajik bir dönem” ifadeleriyle niteliyor. Bul Beni’de sanatçının kitap sayfalarına çizdiği ada resimleri, kâğıt üzerine çini mürekkebiyle yaptığı “yalnızlık haritaları” resimleri ve pişmiş topraktan oluşan “Göç Portreleri” başlıklı büst serisi var. Alain de Botton’ın “Romantik Hareket” ve Nikos Temelis’in “Arayış” kitaplarının sayfalarına çizdiği ada manzaralarına bakınca kurgulanan ütopik adaların da bir gün distopyaya dönüşebileceğini öngörmek mümkün. Doğaya hoyratça davranıldığı günümüzde bu çok olağan diye düşünüyoruz. Burada belirtmek gerekir ki resimleri sayfalarına yapılan kitaplar üzerinden okumamalısınız. Bunu özellikle belirten sanatçı “Onlar sadece sanatımda bir araç. Bunun temsili üzerinden değerlendirmeyelim; başka herhangi bir kitap da olabilirdi” diyor.

GÖÇ PORTRELERİ

İkili ilişkiler, yalnızlık, yolculuk ve kendi olma hâlini derin bir yoğunlukla işleyen İsmet Değirmenci “Göç Portreleri” adını verdiği büstlerinde göçlerle bu topraklardan gidenler ve buraya gelenlere dikkat çekiyor, hatırlatıyor. Büstlerin mavi zemin üzerine yerleştirilişi suyun üzerinde bir ada gibi görünmelerini sağlamış. Toplumsal ve politik bir zemini olan göç konusuna eğilişi ise sanatçının çocukluğunda göç kafileleri ve onların döktükleri gözyaşlarına şahit oluşu. “Geçmişten ve gelecekten sorumluyuz. O duygu içerisinde üretiyorum” diyen sanatçının kendi adasından baktığı ve yanılsamaları da yüzümüze vuran sergi 10 Aralık’a kadar açık.