Britanya’da yaşananlar, emekçilerin, sendikaların, sol kamuoyunun daha sosyal, emekten yana bir Avrupa için vites artırmalarını zorunlu kılıyor.

Brexit ve sonrası

Britanya’nın sürpriz yaratan AB’den çıkma kararının ardından dünya Brexit’le yatıyor, muhtemel Frexit, Nexit, Grexit’lerle kalkıyor. Bu pilavın daha çok su kaldıracağı ortada. İsterseniz tartışmalara girizgâh anlamında 20 maddede duruma tepeden bir bakış atmaya çalışalım.

123 Haziran travması AB’yi tarihinin en büyük krizine sürükleyebilir. Avrupa Merkez Bankası, Avrupa Komisyonu başta olmak üzere AB’nin kurumlarının da inandırıcılıkları, güvenirlilikleri iyice azalır. Brüksel “sosyal bir Avrupa” doğrultusunda bir reform gerçekleştiremezse, tamamen dağılma tehlikesiyle yüz yüze kalır.

2 AB’ye ilişkin ulusal tepkileri en fazla kabartan olay, geçen yıl Yunan halkının “Troyka programına” net “Hayır!” cevabının hiçe sayılmasıydı. Böylelikle Brüksel’in halkın iradesine saygı göstermeyen, demokrasiyi lüks sayan bir merkez olduğu algısı güçlendi.

3 2008’de yakalandığı krizi bir türlü aşamayan dünya ekonomisinde belirsizlik iyice artabilir. Sırf cuma günü borsalardaki 2.5 trilyon dolara yaklaşan zarar göz önüne alınırsa, düşük faizlerin hormonladığı piyasalar bir kaosa sürüklenebilir. 2008’de Lehman Brothers’ın batışıyla patlak veren panik ortamı nüksedebilir.

4 Yaşlıların, mavi yakalıların, az eğitimlilerin “çıkma” yönünde oy kullanmaları, aslında altta kalanın canının çıktığı neo-liberalizme bir tepki olarak okunmalıdır. Kapitalist küreselleşmeden pay alamayanların, %75’i “kalma” doğrultusunda tercihte bulunan gençler gibi geleceği umutla bakamayanların gazabı göçmen işçiler üzerinden “AB’ye” patlamıştır.

5 Sürece solun ağırlığını koyamadığı bir olaydan hayırlı bir sonuç beklemek hayaldir. Mao’nun, “Gök kubbede kaos var; demek ki işler yolunda” sözü emek güçlerinin örgütlü ve hazırlıklı olması koşuluyla geçerlidir. Bu nedenle gerek Britanya’da, gerekse Türkiye ve diğer coğrafyalarda sosyalist ve devrimci güçler öncelikle toplumsal tabanlarının zayıflamasına çare bulmak zorundadır.

6 Tartışmaya iki sağ blok damgasını vurdu. “Kalalım tarafı”, “City” diye adlandırılan finans burjuvazisinin, çok uluslu şirketlerin, “Lizbon” mutabakatı çerçevesinde şekillenen Brüksel’in neoliberal yönelimini benimseyenler cephesiydi. “Çıkalım tarafı” ise, AB’de geçerli “refah devleti” kırıntılarına bile tahammül edemeyenleri, Britanya’nın “sosyal şartı” imzalamasına engel olanları, 19. yüzyıl İngiliz emperyalizmini ihya etme hayalleri kuranları temsil ediyordu.

7 İki taraf da farklı mülahazalarla NATO’cuydu. Kalalım kampı, “güçlü bir AB güçlü bir NATO’dur” tezinden hareket ediyordu. Çıkalımcılar ise, Almanya’nın bir Avrupa ordusu projesi olduğunu, Berlin’in kıtaya hegemonyasını dayatmasının NATO’yu zayıflatmasından endişe duyduklarını dile getiriyordu.

8 Londra dünya döviz ve tahvil piyasalarının ana merkezi, çoğu finans-reklamcılık-medya sektöründe yoğunlaşan “küresel elitlerin” New York’la birlikte karargâhıydı. Bu konumu şimdilik sarsılmazsa bile, Frankfurt’un, Paris’in, Lüksemburg’un nefesini daha fazla ensesinde hissetmesi muhtemel.

9 Britanya’daki tartışmaların odak noktası sayıları 3 milyona yaklaşan göçmen işçiler oldu. Fransa’da “Polonyalı muslukçular korkusu” yaşanırken, Britanya’nın serbest dolaşım için öngörülen 7 yıllık geçiş süresi kuralını uygulamadan, “ucuz, güvencesiz” işçi havuzuna cumburlop daldığı çabucak unutuldu.

10 Göçmen karşıtlığını temel siyasi malzeme yapan, AKP’nin Yeni-Osmanlıcılığı’nın farklı türleriyle “geçmiş zaman özlemi” üzerinden hoşnutsuz kitleleri örgütleyen aşırı sağ, reaksiyoner partiler tüm Avrupa’da yükselişte. İngiltere’de UKIP lideri Nigel Farage’ın benzerlerinin Fransa’da, Hollanda’da, Polonya’da neredeyse tüm Avrupa kıtasında cirit attığını biliyoruz.

11 Aşırı sağ partiler; esnek emek piyasalarının sendikaları ve sosyal devleti hasım kabul eden “elit kozmopolitizmine” tepki üzerinden enerji biriktiriyor. “Önce yerliler” zihniyeti geçici olarak toplumsal taban bulsa da, sonunda emekçileri bölüyor, birbirine düşman ediyor. Ancak uluslararası sermaye saldırısı karşısında pasaportuna bakmadan emeği savunacak, “enternasyonalist” bir anlayış sağa sürüklenişin panzehiri olabilir.

12 RTE’nin büyük bir keyifle dillendirdiği İslamofobi yakıştırması, en azından Britanya referandumu özelinde hilafı hakikattir. Evet, “Türkler geliyor” teması nüfus üzerinden iğrenç bir biçimde kullanılmıştır ama, özellikle Pakistan-Bangladeş kökenli emekçilerin tepkisini çekmemek için din temasına başvurulmamıştır.

13 Şimdilik, panik havasını dağıtmak için başta Merkel, AB liderlerinin Britanya halkının kararı karşısında göreceli yumuşak bir söylemi benimsediği görülüyor. Zamanla, Britanya’yı ayrıldığına pişman etmezlerse, domino etkisiyle kopuşların hızlanacağı, sonunda AB’nin parçalanacağı korkusu hâkim olacaktır.

14 AB, ABD’nin ön ayak olduğu, kendi küresel hegemonyası için Japonya’yla birlikte önemli bir sacayağı kabul ettiği bir projedir. ABD-Britanya arasındaki özel ilişki, AB’nin stratejik anlamda da bağımsız bir güç haline gelmesine, Rusya’yla dirsek temasını artırmasına karşı bir sigorta kabul ediliyordu. 23 Haziran kararının dünya hegemonya mücadelesi bağlamında da ciddi etkiler aratması kaçınılmaz görünüyor.

15 Bilindiği gibi Britanya BM Güvenlik Konseyi’nin 5 ülkesinden biri. İskoçya ve Kuzey İrlanda’nın muhtemel ayrılıkları, İngiltere’nin bu konumunu sürdürmesini tartışmalı hale getirecektir.

16 İskoçya’nın yeni referandumla bağımsızlığı seçip, AB’ye geri dönüşünün yansımaları daha sınırlı kalabilir. Ne var ki, Kuzey İrlanda’nın İrlanda Cumhuriyeti ile birleşme doğrultusunda bir karar vermesinin mezhepsel gerilimler ekseninde ciddi sonuçları olacaktır. Barış anlaşmasının çökmesinden, çatışmalı bir sürecin nüksetmesinden korkulmalıdır.

17 Britanya’daki gelişmelerin, İspanya seçimlerinde Unidos Podemos’a zarar verdiği anlaşılıyor. Tüm dünyada yaratılan panik havasının, “uçlara savrulmayalım” uyarılarının etkili olduğu görülüyor. “Popülizm” etiketi üzerinden yeni sol-sosyalist hareketlerle, ırkçı-reaksiyoner akımları özdeşleştirme gayretine karşı, önümüzdeki dönemde daha kapsamlı bir ideolojik tartışma yürütme ihtiyacı kendini hissettiriyor.

18 Britanya egemen çevrelerinin, Muhafazakar Parti’de muhtemelen Boris Johnson gibi “sağ populist” bir isimle Nigel Farage’ı etkisizleştirme hamlesi yapacakları anlaşılıyor. Fırsatı ganimet bilerek İşçi Partisi’nde Jeremy Corbyn’e karşı bir “saray darbesi” girişimi başlatıldı. Corbyn’e geçen yıl destek veren tabanın oylarına sahip çıkarak bu yakışıksız hamleyi boşa çıkarması çok anlamlı olacaktır.

19 23 Haziran’nın en net galiplerinden birinin Georgo Soros olduğu bildiriliyor. Servetini büyük ölçüde, 1992’de Britanya’nın Avrupa Para Mekanizmasını terk edeceği öngörüsüne borçlu olan Soros’un yeni rengârenk devrimlere yelken açması şaşırtıcı sayılmamalı.

20 Britanya’da yaşananlar, aslında emekçilerin, sendikaların, sol kamuoyunun daha sosyal, emekten yana bir Avrupa için vites artırmalarını zorunlu kılıyor. Yerlici reaksiyonerliğe karşı da, neo-liberalizme karşı da, verilecek tek anlamlı cevabın sınıf mücadelesi olduğunu bir an bile akıldan çıkartmamak, son dönem Fransa’da gözlemlediğimiz türden direnişleri yaygınlaştırmak büyük önem taşıyor.