2001 yılında Amerikan Yatırım Bankası Goldman Sachs’ın o zamanki baş ekonomisti Jim O’Neill kolay akılda kalacak bir kısaltma türetir

2001 yılında Amerikan Yatırım Bankası Goldman Sachs’ın o zamanki baş ekonomisti Jim O’Neill kolay akılda kalacak bir kısaltma türetir: BRIC. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in baş harflerinden oluşan bu tasarım kısa zamanda ekonominin popüler kültürüne yerleşir. O’Neill’e göre bu ülkelerin ortak noktası, kalabalık nüfusları, iş güçlerinin gençliği ve ekonomik potansiyellerinin büyüklüğüydü. 2009’a gelindiğinde söz konusu ülkeler “Sahi Jim O’Neill haklı!” demiş olmalı ki, Rusya’nın Yekaterinburg kentinde ilk zirveyi toparlar. 2010 da ise, “Bir Afrika temsilcisi de bulunmalı!” kaygısından yola çıkarak Güney Afrika’yı davet edince, kısaltma BRICS’e dönüşür.

Geçen hafta Brezilya’nın Fortaleza şehrinde 6. Zirve toplandı. Yeni Kalkınma Bankası adlı özellikle altyapı yatırımlarına yönelik bir banka ve Acil Döviz Fonu kurulması kararları küresel hegemonya tartışmalarına canlılık kazandırdı. Bazı yorumcular bu gelişmeyi Fukuyama’nın 1989’da dolaşıma sürdüğü “Tarihin Sonu tezinin sonu” şeklinde değerlendirdiler. Çünkü Çin ve Rusya’nın başını çektiği bir oluşumun ağırlığını hissettirmesiyle, “burjuva demokrasisi ve piyasa ekonomisinin” dönüşü olmayan bir küresel realite haline geleceği iddiası iyice zayıflıyordu. Hele oluşturulan döviz havuzu, 1944’te ki Bretton Woods anlaşmasından beri geçerliliğini sürdüren “Dolar hegemonyasının” sarsılmasının alameti bile sayılabilirdi.

1955’te Bandung Konferansı’nda oluşan “Bağlantısızlar Hareketi”, 1970’lerdeki Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen tartışmalarından sonra ilk kez Batı hakimiyetini gerçekten tehdit edebilecek bir kurgu söz konusu olabilirdi.

Özellikle IMF-DB’nin dayattığı neoliberal reçetenin yarattığı hoşnutsuzluk, ABD’nin her iki kuruluşta da sürdürdüğü egemenliğin tetiklediği tepki, yeni arayışların ekonomik nedenleri arasında sıralanabilir. Gerçi Çin DB’de ABD’den sonra 12.86 milyar dolarla üçüncü ortak pozisyonunda bulunuyor ve ipleri koparacağına dair bir belirti de hissedilmiyor. Rusya ise IMF’nin 315 milyar dolarlık havuzuna 9.19 milyar dolarla katkı sürdürmeye devam ediyor. Diğer ülkelerin de her iki mali kuruluşla da çetrefilli ilişkileri var.

IMF’nin borçlular listesine bir göz atınca, Yunanistan (23.5 milyar doları), Portekiz (22.9 milyar dolar), İrlanda (19.4 milyar dolar) sıralaması uluslararası mali kuruluşların tamamen Batı dünyasının nabzına göre şerbet verdiği kanısını pekiştiriyor. Hele dördüncü sıraya yerleşen Ukrayna’ya 13 milyar dolarlık paketin, Rusya ile ipleri koparmaya yönelince sunulması Moskova’nın öfkesini kabartıyor. Zaten Ukrayna’nın, Rusya’nın İran ve Suriye konularındaki diplomatik başarısının ardından karışması sadece Moskova’da değil, Beijing ve diğer başkentlerde de kuşku uyandırmış olmalı ki, Fortaleza sonuç bildirgesine göz atınca BRICS bir jeopolitik dayanışma zemini olarak da devrede görünüyor.

Yeni Yatırım Bankası’nın merkezi Şanghay’da bulunacak, ilk başkanlığı bir Hintli üstlenecek. Acil döviz fonunun 41 milyar dolarını Çin karşılarken; Brezilya, Rusya, Hindistan 18 milyar dolar katkıda bulunacak; Güney Afrika’nın payına ise 5 milyar dolar düşecek. Önümüzdeki yıllarda ortaklığa yeni ülkeler de dahil edebilecek ama, BRIC’in ağırlığı hiçbir zaman yüzde 55’in altına düşmeyecek.

Asya Krizi’nden sonra ASEAN ülkelerine Çin ve Japonya’nın da katılımıyla oluşan diğer bir rezerv havuzu Chiang Mai inisiyatifi fazla etkili olamamış, anlaşmazlıkların aşılamaması üzerine fon kullanımı IMF gözetimine terk edilmişti. 2009’da Venezuella devlet başkanı Hugo Chavez’in ön ayak olmasıyla kurulan Banco Sur (Güney’in Bankası) ise yoksulluk ve kalkınma sorununa henüz umut edilen ölçüde çare olamadı. Ama bu kez dünya nüfusunun yüzde 43’ünü oluşturan, dünya üretiminin yüzde 23’ünü elinde bulunduran BRICS üyelerinin ağırlığını koyduğu bir oluşumla karşı karşıyayız.

Dünya ticaretinde Güney ülkeleri arasındaki alışveriş 2.2. trilyon doları buldu. Giderek Çin yuanı başta gelmek üzere dolar/avro dışı paraların dış ticarette ağırlığının artması kaçınılmaz görünüyor. Zaten Washington ve Brüksel’i de bu ihtimal korkutuyor.

BRICS üyelerinin de insani açıdan sicillerinin pek parlak olmadığı; eşitsizlik, yoksulluk, işsizliğin kol gezdiği coğrafyalardan söz ettiğimiz açık. Brezilya hâlâ dünyada gelir dağılımının en bozuk olduğu ülkelerden biri; Hindistan’da aşırı milliyetçi ve neo-liberalizm sevdalısı başbakan Modi henüz icraate başladı; G.Afrika’daki grevdeki maden işçilerine reva görülen katliam hâlâ belleklerimizde; Rusya’daki Putin yönetiminin otoriter niteliğini zaten biliyoruz; Çin’de sol değerlerin temsilcisi Guandong valisi Bo Xilai’nin geçen yıl nasıl derdest edildiğini unutmadık.

Ne var ki, NATO-IMF-DB egemenliğine karşı alternatif bir eksen oluşması son tahlilde hayırlıdır. Her ne pahasına olursa olsun, liberalleşme, doğal kaynakların özelleştirilmesi, kemer sıkma önlemleriyle bütçelerin sosyal niteliklerinin iğdiş edilmesi itikadına dayalı Washington Uzlaşısı’na karşı devlet kapitalizmi temelli de olsa bir tepkinin gelişmesi anlamlı ve önemlidir.

BRICS atağına antiemperyalist, özgürlükçü, eşitlikçi bir eşitlikçi bir nitelik kazandırmak ise, başta üye ülke halkları dünya halklarının elinde…