Kimi ilk eylemlerinde, yürekleri gümbür gümbür, heyecanları kocaman gençler, kimi daha önce gözaltına alınmış az biraz deneyimli. Ürküyorlar elbet, lakin korkunun çoğu kendileri için değil, ana babaları üzülmesin, merak edip endişelenmesin. Böyle de güzel çocuklar ha!

Bu haklı olanların öyküsüydü

ALPER TURGUT

Ciddi değildir diyorum, kesin şakadır diyorum, belki espri yapıyordur diyorum, sonra tekrar okuyorum; “Din kisvesi altında bu milleti sömürenlere prim vermeyeceğiz.” Ve artık dayanamıyorum, kıs kıs gülüyorum. Çünkü ciddi, harbiden ciddi, gerçekten ciddi. Vay arkadaş, ana muhalefet lideri demiyor bunu, sol bir partiden de gelmiyor, hani kendi kamplarının jargonuyla ‘laikçi teyzeler’ de söylemiyor, pek seküler kitleden de bu ses yükselmiyor. Evet, evet, resmen Şahsım, ‘istismarcılara’ karşı, halkını uyarıyor, geçit yok diyor ‘dincilere’. Heyt be!

Arada güzel şeyler de oluyor, seviniyoruz. Salt Melih Bulu özelinde değil, tarihin her köşesinde ve her zaman diliminde son sözü elbet direnenler söyler. Şimdi, bedeli ödenmiş tam tekmil cüretin, hakkıdır gururlanmak. Kımıldamadan, kıpırdamadan, üzerimizdeki ölü toprağını savurmadan olmazdı, olamazdı. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerini, mezunlarını, destekçilerini ve özellikle öğrencilerini, coşkuyla kutlamak gerek, bıkkın ve yılgın kitlelere yeniden direnme öyküsü anlattılar. Aylarca kilitli kapılara, kolluk gücüne, özel güvenliğe aldırmadan, baskıya ve zora katlanarak, okula sığmayarak, sokaklara ve meydanlara taşarak büyük bir mücadele yürüten gençlik, hepinize, hepimize umut aşılamadı mı?

Uslu öğrenci, makbul öğrenci, sorunsuz öğrenci sevdaları, asla bitmedi, malumunuz. Kendilerinden olmayan her şeyi ve herkesi cezalandırma arzusu, bastıramadıkları büyük kibrin neticesi değil mi? Güçlüler ya, salt Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin de değil ha, başka okullardan eyleme katılan gençlerin de KYK burslarını direkt kestiler. Yahu hangi vicdan, tek tutkusu idealleri olan, tertemiz fakir çocukların sınırlı bütçesiyle didişir. Pes!

Kadıköy’deki bir ‘kayyum rektör’ protestosuna denk geldim, hayli zaman önce. Hani git gide çığırından çıkan güzelim ilçemizin, son hallerinin herkes farkında, aşağı yukarı. Kilisenin tepesinde çıkkıdı çıkkıdı oynayan, insanların evinin önüne işeyen, kusan, modifiye edilmiş ışıl ışıl arabalarıyla, tuhaf şarkıları son ses açarak, sabaha karşı insanları yataklarından zıplatan, sürekli birbirlerini döven, hakaret eden, söven tiplerle geceyi bölen arsızlık, karşısında asla polisi bulmuyor. Öyle rahat ‘takılıyorlar’ (onların kelimesi benim değil) ki, ertesi gece yine ve yeniden zorlamaya hazır ve nazırlar, bunun adı içmek ve eğlenmek değil, bu sahiden ‘dar alanda kısa paslaşmalar’, hadsizlik desen, o tepeden tırnağa. Kimseye saygısı olmayan, kendi evini temiz tutup, başkasının evini kirletmeye koşanlardan yılan mahalleliler, 155 Polis İmdat’ı arıyorlar artık sabır sona erdiğinde. Uyumaktan çoktan vazgeçtik, koşun bunlar birbirini öldürecek diyerek. Aynasızlar ya aheste ahaste geliyorlar ya da onları bulana aşk olsun!

Koca şehrin eylem mahalline dönen Kadıköy’de, ihbar alan polisler, bir avuç insan için, helikopteri tepede çevirerek, her türlü araç ve ekipmanı yığarak, tüm sokak başlarını tutarak, güç gösterisi yapıyorlar. Gece ortada yoklar, gündüz her yerde onlar. Yani siyasi mevzularda varız, adli işte namevcutuz mu diyorlar? Gözlemlediğim öğrenci eylemine döneyim ben, elbette sert bir müdahaleyle karşılaştı gençler, itiş kakış, yerlerde sürükleme, ters kelepçe, göz korkutmak için planlı sertlik ve dahası.

Kaçabilen öğrenciler, kapısını açık buldukları apartmanlara sığındı, kimisi evlere alındı, kimi apartman boşluğunda kaldı. Polis de peşlerinden daldı, bazılarını döverek aldı, dairlere sığındığını düşündükleri için de ya çıkarlarsa diyerek saatlerce binaların önünde kaldı. Kimi ilk eylemlerinde, yürekleri gümbür gümbür, heyecanları kocaman gençler, kimi daha önce gözaltına alınmış az biraz deneyimli, destek oluyorlar acemi olanlara, büyük mesele değil diyerek. Ürküyorlar elbet, lakin korkunun çoğu kendileri için değil, ana babaları üzülmesin, merak edip endişelenmesin. Böyle de güzel çocuklar ha! Gösteriye katılan gençlere sordum, her okuldan ve farklı fakültelerden gelmişlerdi, görüşleri birbirlerine uymayanlar da vardı, yanlışı görmüş, bilmiş ve fark etmişlerdi. Haklı olmak, meşru hissetmek, doğru için hareket etmek, derslerin en incesi ve değerlisidir zaten.

Pandemi koşulları henüz bitmedi, illet şekilden şekle giriyor, kendini sürekli güncelliyor, en nihayetinde çeşit çeşit varyantlarla bulaşmayı sürdürüyor. Resmi rakamlara göre, toplam vaka sayısı 200 milyona doğru yürüyor, hâlâ günde yarım milyonu aşkın insan hastalanıyor. Baş belası, her 24 saatte yaklaşık 10 bin can alıyor biricik yerküremizde. Her gün dünyanın yarısı, diğer yarısıyla kavga ediyor, maske takalım, takmayalım, aşı olalım, olmayalım, sen haksızsın, ben haklıyım, ben özgür olacağım, ben evden çıkmayacağım, sürekli çemkiriyorlar, köprüde karşılaşan inatçı keçiler gibi didişiyorlar. Çözüm önerisi yok ama fikri var, bilgisi yok ama karşı durmaya mecali var, uzmanlık alanı değil ama konuya herkesten daha çok hâkim. Kıssadan hisse, pandemi koşulları hem fiziksel hem de psikolojik yıpranmalar taşıdı bünyemize, sinirlerimiz gergin, sabrımız tükenmiş, ruhumuz daralmış. Darmadağınız aslında, toparlanmamız lazım.

Virüs yetmiyor, tabiat da seliyle, yangınıyla, kuraklığıyla yeter insanlardan çok sıkıldım diyor. Ve ekonomi, fakir ülkeleri daha da fakir etti, yoksul daha yoksul, zengin yine zengin, hatta daha da zengin, kuşkusuz. Küba, devrimden birkaç yıl sonra, ablukaya alındı, yaklaşık 60 yıldır, tarihin en uzun kuşatmasına rağmen, ayakta kalmaya çabalıyor. Ekonomik kıskacın üstüne bir de pandemi yükü binince, yılların hasmı ABD, bininci kez ateşledi haliyle fitili. Karayipler’de önce Haiti’deki ABD himayesindeki paralı lejyonerlerin gerçekleştirdiği suikast ve sonrasında Küba’daki sokak gösterileri, emperyalistin gayet açık oynadığının göstergesi gibi. Küba’da öncelik, lanet abluka zulmünün sona ermesidir. Haaa ABD’nin arka bahçesi Küba’da, devrim nasıl mı oldu? Okuduğum bir metinde şöyle diyordu isimsiz gerilla, şehirdeysen ve fakirsen ya otelde ya kumarhanede ya da kerhanede çalışmak zorundaydın, her gün aşağılanıyorduk, kirlenmiş hissediyorduk. Ve bir gün Asi Radyo’dan kararlı bir ses yükseldi, devrime katıl çağrısı geldi. O gün çoğumuz karar aldık, artık üniformalı bir halktık, gündüz sivil, gece gerillaydık, zulmü yok edene dek.