Saray’ın politikaları göçmen krizini her geçen gün büyütüyor. Sorun yokmuş gibi davranan Erdoğan, sığınmacıları Batı’yla masaya oturduğunda hatırlıyor. Yaratılan iklim, göçmen karşıtlığını tehlikeli boyutlara taşırken suçsuz insanlara yöneltilen bu öfke asıl sorumluları aklıyor.

Bu kıvılcımı siz çaktınız

POLİTİKA SERVİSİ

Suriyelilerin yanı sıra Afganistan’dan gelen göç dalgası sığınmacı krizini her geçen gün büyütüyor. Günü kurtarma derdinde olan iktidarın çözüme yönelik bir politikasının olmayışı ırkçılığı tehlikeli boyutlara taşıdı. Saray yönetimi, muhalefeti suçlayan çıkışların ötesinde ne bir açıklama ne de bir bilgi akışı sağladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, sorun yokmuş gibi davranıyor. Göçmenleri ancak Batı’yla masaya oturduğunda hatırlıyor. Yeri geldiğinde onları koz olarak kullanmaktan da çekinmiyor. Toplam sayıları beş milyona yaklaşan göçmenler, sermaye için ucuz iş gücü fırsatı olarak görülürken kentlerin demografik yapısı değişiyor. Belirsizlik ve yaratılan gerilim, göçmen karşıtlığını durmadan besliyor. Ankara’da yaşanan olayların, daha büyük çatışmaların başlangıcı olabileceği biliniyor. Her krizde ortadan kaybolan iktidar bir kez daha halkın kendi başının çaresine bakmasını istiyor. Sorunun asıl kaynağının iktidarın politikaları olduğunu görmeyen, öfkeyi suçsuz insanlara yönelten her yaklaşım bu kaosun doğal bir parçası haline geliyor.

***

VAHŞETİN ARKASINDA İKTİDAR VAR

SOL Parti, Altındağ’da yaşananlara ilişkin açıklama yaptı. Yaşanan olayların büyük bir tehlikeyi işaret ettiği belirtilen açıklamada, “Bu insanlık dışı vahşetin arkasında iktidarın biriktirdiği sorunlar, dayattığı çözümsüzlükle birlikte düzen muhalefetinin çözümsüzlüğü derinleştiren milliyetçi politikaları var” denildi.

Saray rejiminin sorumluluk almadığı vurgulanan SOL Parti açıklamasında, “Ne yurttaşların ne de mültecilerin güvenli yaşam alanını oluşturmayan, mülteci sorunuyla ilgili bütün sorumluluğu halkın omuzlarına yükleyen, saray rejiminin sorumsuzluğu, öncelikle Emirhan Yalçın’ın hayatını kaybetmesine, ardından mültecilerin evlerinin taşlanmasına, mahallelerinin basılıp dükkânların yağmalanmasına kadar varan olaylar silsilesine neden olan esas şeydir” ifadeleri yer aldı. “İktidarın basiretsiz ve aciz dış politikaları nedeniyle bugün ABD, NATO ve AB’nin maşa olarak kullanmakta olduğu Türkiye’ye düzensiz, kayıtsız, kontrolsüz bir mülteci akışı gerçekleşmektedir” denilen açıklamada şu ifadelere yer verildi:

bu-kivilcimi-siz-caktiniz-909680-1.



“Biden’la yapılan son görüşmede, ABD’den güç alabilmek için Afganistan’da “nöbet” üstlenen, rüşvet karşılığında Geri Kabul Anlaşması imzalayan iktidar, Türkiye’yi ABD’nin ve Batı’nın “tampon bölgesi’ haline getirmektedir. İktidarın izlediği bu politikanın emek piyasasında yarattığı rekabetten gündelik hayatta tetiklediği kültürel çatışmalara kadar uzanan pek çok nedenle ortaya çıkardığı gerilim, bundan nasıl nemalanacağından, nasıl çıkar sağlayacağından gayrısını düşünmeyen egemen sınıfların ve uşaklık ettikleri emperyalistlerin işine geliyor."

SOSYAL POLİTİKA ÜRETMEKTEN UZAKTA

“AKP’li aparatlar tarafından açıkça belirtildiği gibi, bir kısım burjuva, kayıt dışı ve ucuz işgücü olarak gördüğü mültecilerin emeğine göz dikmekte, iktidar Batılı emperyalist entegrasyondan mültecileri bahane ederek para sızdırmakta, fakat mültecilerin yaşam hakkını sağlayacak sosyal politikaları üretmekten inatla uzak durmakta, ülkeye aldığı mültecilere ilişkin hiçbir sorumluluk üslenmemektedir. Düzen muhalefetinde uzanımlarını bulan başka burjuva hizipler ise örtülü ya da açık olarak nefret söylemini körüklemekte, ırkçılığa varan bir yabancı düşmanlığı yapmakta, bu sayede iktidara galebe çalacağını düşünen kolaycı bir siyasetle yangına benzin dökmekten geri durmamaktadır. AB ülkeleri ve emperyalist blok da sürekli olarak Türkiye’nin mülteciler için güvenli ülke olduğundan dem vurmakta, Türkiye’deki burjuva iktidara rüşvet vererek kendi yaratıkları savaş ortamının kefaretinden uzak durmak istemektedirler. SOL Parti olarak, mültecilere yönelen şiddetin, linç girişimlerinin, talanın, nefret söyleminin, ırkçılığın ve ayrımcılığın karşısındayız. Altındağ’da gerçekleştirilen saldırının kalabalığa karışan failleri kadar, sağcı ideolojilerle azmettiriciliğe soyunan burjuva aparatlar ile kaostan nemalanmayı huy edinmiş iktidar da aynı cürmün ortağıdır.”

***

BirGün YAZARI, SİYASET BİLİMCİ GÜVEN GÜRKAN ÖZTAN:

Afganistan’da Taliban’ın ilerlemesiyle, göçmen sorununda yeni ve yakıcı bir dalga daha başladı. Biz bunun örneklerini önce Irak’ın işgali esnasında sonra da Suriye’deki iç savaşta gördük. Her biri emperyalist güçlerin ve onlarla aynı ligde oynama arzusuyla yanıp tutuşan işbirlikçilerinin yarattığı yıkımın acı birer sonucu. Bu nedenle, emperyalizmin yeni biçimlerinin göçmen sorunun ana kaynağı olduğunu teslim etmeyen ve göçmenler konusunda emperyalist ülkelerin ikiyüzlü tavrını eleştirmekten kaçınan her analiz eksiktir.

bu-kivilcimi-siz-caktiniz-909678-1.


Türkiye’de iktidar kontrolsüz göçmen akınına ev sahipliği yapma misyonunu, insani nedenlerle değil de tamamen pragmatik sebeplerle üstlendi. Kâh yeni Osmanlıcı fanteziler kâh sermayenin talep ettiği ucuz işgücü arayışı kâh toplumu din eksenli dönüştürme çabaları göç meselesine damgasını vurdu. İktidar, Batı’nın göçmenleri sınırlarının dışında tutma politikasının kendine uluslararası politikada alan açtığını fark etti ve bu alanı sonuna kadar kullandı. Şimdi, iktidar bloku en zor zamanlarını yaşarken yine aynı kozu oynamaya çalışıyor. Afganistan’da yalnızca havaalanı işletmesine talip olmakla kalmıyor, göç dalgasında “tampon ülke” rolünü üstlenerek hem ABD’nin hem AB’nin nezdinde siyasi ömrünü uzatmaya çalışıyor.

İktidar ortakları, uzunca süredir nemalandığı göçmen meselesini, somut önlemler gerektiğinde sanki alelade bir konuymuş gibi geçiştirmekle meşgul.
Göçmen sorunu iktidar ortakları arasında da bir gerilim nedeni. Sorunu yadsıyarak ya da hedef saptırarak bu gerilimi soğutmayı deniyorlar. AKP de MHP de denetimsiz göçmen akınının kendi tabanlarında itirazlara neden olduğunu görüyor ancak kamuoyunu ikna etmeye yönelik gerçekçi tek bir adım atmıyor. Üstelik işsizlik almış başını gitmişken, kayıtdışı göçmen emeğinin ekonomideki “olumlu” rolüne işaret eden açıklamalarda olduğu gibi tansiyonun yükselmesine dolaylı yoldan zemin hazırlıyor.

Günlerdir sınırdan geçtiği iddia edilen Afgan göçmen videoları başta olmak üzere binlerce görüntü ortada dolaşırken, planlı olduğu izlenimi veren sahte haberler peşi sıra üretilirken, toplumun birçok farklı kesiminde homurdanmalar artarken, iktidarın sessiz kalması göçmen krizinin derinleşmesinden acaba medet mi umuyorlar, sorusunu akıllara getiriyor. Örneğin iktidarın Batı’yla yapılan pazarlıklarda içerideki gerilime işaret ederek Batı’dan daha fazla ödün koparma beklentisine girmesi ihtimal dışı değil.

Altındağ’da göz göre göre yaşananlar, iktidarın olup bitenlere seyirci kalması, toplumsal öfkenin manipüle edilmesinden aslında hiç de rahatsız olmadıkları ihtimalini düşündürtüyor. Altındağ’da işyerlerinin ve evlerinin tahribatına dek varan saldırının tesadüfi olmadığı, belirli bir organizasyonun ürünü olduğu açık. Daha önceki tecrübeler, iktidarların bu tip linç girişimlerinden demokratik muhalefeti bastırmak için yeni bahaneler devşirdiği gerçeğini bize hatırlatıyor.

Sağcılaşan muhalefet, mevcut gerilimi iktidarın ödemesi gereken bir hesap gibi görüyor. Meclis muhalefeti adına konuşanlar, kimi zaman popülist söylemlerle toplumsal öfkenin yön değiştirmesinde pay sahibi oluyorlar. Siyasi yelpazede, tıpkı Batı’da olduğu gibi, salt göçmen meselesi üzerinden kendine yer tayin etmek isteyen aktörler, çeşitli provokasyonların bilerek ya da bilmeyerek parçası oluyorlar. Liberaller, denetimsiz göçün getirdiği sorunlara işaret edenlerin hepsini “beyaz Türk” ya da “laikçi” olarak yaftalama kolaycılığına kapılarak meselenin toplumsal olarak ne denli katmanlı olduğunu es geçiyorlar. Ulusalcıların bir kısmı ise iktidarı rahatlatacak ölçüde şimşekleri şeytansı bir göçmen stereotipi üzerine çekiyorlar. Geldiğimiz aşamada bir kez daha görüyoruz ki göçmen sorununu karşısında ancak sosyalistler gerçekçi çözümler üretebilir. Yurttaşların kaygısına kulak veren ancak o korku ve kaygıları istismar etmek yerine iktidardan ve emperyalist güçlerden hesap sorulması için harekete geçirebilecek olan sosyalistlerdir.

***

TOBB ÜNİVERSİTESİ ULUSLARARASI İLİŞKİLER BÖLÜMÜ ÜYESİ DOÇ. DR. BAŞAK YAVCAN:

SURİYELİLERİ DEĞİL GÖÇ POLİTİKALARINI ELEŞTİRİN

TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Başak Yavcan, göçmenlere yönelik artan linç kültürünü değerlendirdi.
Son dönemde sığınmacılar ve yerel halk arasında mesafenin arttığına dikkat Doç. Dr. Yavcan, “İnsanlar birbirleriyle daha az temas kurmak istiyorlar, yerli halktan insanlar sığınmacılarla komşu olmak istemiyor, çocuğu ile aynı sıralarda okusun istemiyordu. Zamanla bunların artmış olduğunu görmekteydik ve bunun temeline indiğimizdeyse de elbette birtakım gerçek anlamda realist rekabetler vardı ama büyük bir kısmı da aslında bu algıların temeli, yanlış bilgilere dayanıyordu” dedi.

bu-kivilcimi-siz-caktiniz-909679-1.

Toplumda bilgi dezenformasyonu yaşandığını belirten Doç. Dr. Yavcan, “Suriyelilerin aldıkları yardımlar, bu yardımları nerden aldıkları, zaten AB’den para gelmiyor bunlar bizim vergilerimiz, sınavsız işe giriyorlar, şu kadar para alıyorlar, çalışmıyorlar, çalışsalar da bizim işlerimizi çalıyorlar gibi algılar, toplumu yanlış yönlendirdi. Ne yazık ki bu konuyu siyasallaştıran siyasiler de aynı dezenformasyonun kurbanı halinde yaptılar bunu. Yanlış bilgilerle yaptılar. Bu sadece Türkiye’de olan bir şey değil, yani popülizm bütün dünyada yükseliyor. Pandeminin yarattığı ekonomik sıkıntıları bütün dünya yaşıyor ve günah keçileri aranıyor” ifadelerini kullandı. Siyasilerin oy devşireceği bir alan gibi gördüğüne, olumsuz algıları körüklediğine dikkat çeken Doç. Dr. Yavcan, “Bu konunun siyasetle oy devşirmeye çalışılan bir konu haline getirilmemesi gerekiyor. Hükümetin doğru bilgiyi doğru kanallarla yayması konusunda bir sorumluluğu olduğu aşikâr. Ama dediğim gibi bu dezenformasyon tek başına gerçekleşmiyor” diye konuştu.

Ülkenin göç politikasını eleştiremeyenlerin Suriyelileri hedef gösterdiğini ifade eden Doç. Dr. Yavcan şöyle konuştu: “Karşı durdukları şey, hoşlanmadıkları şey aslında ülkenin göç politikası. Ama gidip de devletin göç politikasını eleştirmek yerine bunun nedeni değil sonucu olan ve burada on yıldır yaşamakta olan Suriyeliler hedef olmuş oluyor. Suriyeliler geldi ucuza çalışıyorlar, işimizi elimizden aldılar. Bunun gerçeklik payının olduğu bölgeler var ama burada acaba Suriyeli daha ucuza çalışmaya razı diye onu çalıştıran işverene hiç mi bir şey söylemeyeceğiz. Yani aslında hep hedef şaşıyor. Daha kolay hedeflere, daha gücü az, hükmedebildiğimiz hedeflerden sanki hırsımızı çıkarıyoruz gibi. Ama dediğim gibi bu kadar önyargının ve dezenformasyonun sonucunda zaten bu kaçınılmaz bir şey. Şaşırtmadı ve ne yazık ki kaygım bunların artacağı yönünde.”


Acil yapılması gerekenler

Saray yönetimi, Avrupa Birliği ve ABD’nin sığınmacılar konusunda ‘tampon bölge’ politikalarına uyumlu davranıyor. Öte yandan aynı hükümet sınır kapılarını açmakla tehdit ettiği Batı’ya karşı göçmenleri koz olarak kullanmaktan çekinmiyor. Giderek büyüyen krize karşı çok boyutlu ve acil yapılması gerekenleri derledik:

1- Göç birimi oluşturulmalı:

Hükümet krizi koordine edemiyor, belirsizlik ve kaos hâkim. Bu ortam, sorunu daha da büyütüyor. Konunun uzman ve muhataplarının yer aldığı bir göç birimi oluşturulması gerekiyor.

2- Kayıt sistemi geliştirilmeli:

Ülkeye giriş yapan tüm göçmenler kayıt altına alınmalı. Nereden geldikleri, hangi bölgede ikamet ettikleri belirlenmeli.

3- Uluslararası işbirliği sağlanmalı:

Göçmenler konusu sadece ulusal sınırlar içinde yürütülebilecek bir konu değil. Hükümet sığınmacıları Batı’ya karşı koz olarak kullanıyor. AB ile iletişim kurulurken sorunun kaynağı olan ülkelerle masaya oturulmuyor. Göçün yaşandığı ülkeler ile iletişim kurulmalı.

4- Politikalar açık ve şeffaf olmalı:

Türkiye geçtiğimiz beş yılda en çok sığınmacı barındıran ülke olmasına rağmen göç sorununa geçici çözümler sunuyor ve süreci belirsizlikle yürütüyor. Öncelikli olarak politikaların açık ve şeffaf bir şekilde yürütülmesi ve kamuoyuyla paylaşılması gerekiyor.

5- Hak ve özgürlükler gözetilmeli:

Göçmenlerin temel haklarını göz önüne alan ve bu hakları yok saymayan, aynı zamanda ülkenin çıkarlarını da gözeten akılcı ve dengeli bir politika üretmek gerekiyor.

6- Anlaşmalar revize edilmeli:

Türkiye ve AB arasında varılan 2016 Mutabakatı hem göçmenler hem de Türkiye toplumu için olumsuz sonuçlar doğuruyor. Geri Kabul Anlaşması’yla 6 milyon avroluk yardım dışındaki vaatlerin hiçbiri yerine getirilmedi. Hükümetin sürecin takipçisi olmaması önemli bir eksikliği gösteriyor.


SON 10 YILDA NELER YAŞANDI?

♦ Suriye’de çıkan iç savaşın ardından Türkiye ‘açık kapı politikası’ yürütmeye başladı.

♦ İlk sığınmacılar Nisan 2011’de gelmeye başladı.

♦ 10 yılda Türkiye’ye gelen Suriyeli sayısı 3 milyon 690 bini geçti.

♦ Sığınmacıları Batı’ya karşı koz olarak kullanan ve sık sık ‘kapıları açarız’ uyarısında bulunan Erdoğan, Şubat 2020’de Yunanistan sınırını açtı.

♦ Sınıra giden ve Avrupa’ya geçmek isteyen binlerce göçmen Yunanistan askeri tarafından geri itildi.

♦ Erdoğan geçen temmuz ayında ise “Biz bu ülkede iktidarda olduğumuz sürece bize sığınan Allah’ın kullarını biz katillerin kucağına atmayız” ifadeleriyle mesaj verdi.

♦ 17 Aralık’ta Avrupa Birliği, 2016'da imzalanan mutabakat kapsamında Türkiye'ye taahhüt edilen 6 milyar avroluk mali desteğin tamamının ilgili projelere aktarıldığını açıkladı.

♦ AB’de, Türkiye’nin Suriyeli göçmenlere 2024 yılına kadar ev sahipliği yapmaya devam etmesi için 3,5 milyar avroluk fon oluşturma tartışmaları sürüyor.

♦ AB üyesi 6 ülke, Avrupa Komisyonu'na yazdıkları ortak mektupta iltica başvurusu reddedilen Afganistan vatandaşlarını ülkelerine geri göndermeye devam etmek istediklerini belirtti.