Türkiye öyle bir yangın yeri haline geldi ki, ülke toprakları dışında olan bitene dönüp bakmak lüks olarak görülebilir. Oysa yaşadığımız dünyada, kendi gerçekliğiniz diye bir şey yok. Bunu görmek için İncirlik’ten kalkan uçaklara, IŞİD’e, Kürt sorununun ulus ötesi boyutlarına, büyük kentlere ve kıyı kasabalarına biriken yersiz-yurtsuz göçmenlere bakmak yeterli.

Bu nedenle, içinden çıkılmaz hale gelen sorunlarından ülkeyi çıkarabilecek tek güç olarak solun, kendi gerçekliğinin ötesine geçen bir tahayyülü olması gerekiyor. Dışarıda olandan kopmamak bunun ilk şartı.

İngiltere’de gerçekleşen İşçi Partisi liderlik yarışı ülke-ötesi sonuçlar üretti. Sosyalist değerleriyle yıllardır partinin kıyısında mücadele veren milletvekili Jeremy Corbyn, Parti içindeki muhafazakâr güçlere karşı, büyük bir başarı elde edip üyelerin %59.5 gibi ezici bir çoğunluğunun desteğini alarak, İşçi Partisi’nin lideri seçildi. Yola çıktığında, aday gösterilmek için gerekli imzaları güçlükle toplamıştı. İşçi Partisi’nin çoktandır unuttuğu değerlere yaslanarak bir kampanya yürüttü; Irak politikasından insan haklarına, kemer sıkmadan, partinin ve siyasetin seçkinci işleyişine kadar birçok konuda, geleneksel sol değerleri öne çıkardığında, beklenmedik biçimde, parti içi ve dışından büyük bir toplumsal destek almaya başladı. Parti içindeki büyük başların “Corbyn partinin sonu olur” tehditlerine rağmen, siyasetten umudunu kesmiş geniş kesimleri harekete geçirerek sarsıcı bir başarı elde etti.

Emperyalizmin merkezindeki bir ülkede meydana gelen bu olay, en az SYRIZA ve Podemos’un yakın dönemdeki yükselişi kadar önemli. Corbyn’in İşçi Partisi lideri olması 1980’lerin başından itibaren siyasetin toplumun dışına çekilmesi, daha doğrusu toplumun siyasetin dışına atılmasına karşı bir başkaldırı. Uzun süre dünyanın dört bir yanında toplumlar “neo-liberalizmin dışında bir seçenek bulunmadığına” otoriter yönetim teknikleri de kullanılarak “ikna” edildikten sonra, şimdi hem neo-liberalizmi ve kemer sıkma politikalarını hem de siyasetin toplumdan alınmasını eleştiren bir anlayış İşçi Partisi’nin liderliğine gelmiş bulunuyor.

Esasen, SYRIZA ve Podemos’un yükselişinde de aynı eleştiri ve ruh hali etkili olmuştu. Ancak SYRIZA deneyimi soldan gelen bu başkaldırıya heyecanla bakanlar için bir hayal kırıklığı oldu. SYRIZA kısa sürede “neo-liberalizmden başka alternatif yok” diyen ve siyaseti seçkinler arası bir iş olarak tanımlayan “büyük düzenin” baskılarına boyun eğdi; neoliberal politikalara kilitlenip, seçkinler katında siyaset yapma kuralına geri döndü.

Bu hayal kırıklığı SYRIZA deneyiminin önemini azaltmaz. Atlı çizilmesi gereken SYRİZA’nın yola çıkarken ortaya koyduğu neo-liberalizm karşıtı ve siyasetin topluma iadesi yönündeki siyasi programının geniş bir toplumsal heyecan ve destek yaratmasıdır. Öte yandan, SYRIZA’nın kısa sürede boyun eğişi bir başka önemsenmesi gereken bir soruyu da gündeme getiriyor; “büyük düzen” karşısında, “yerel” sayılacak başkaldırıların başarı şansı var mıdır?

SYRIZA başvuracağı araçları tüketmeden teslim oldu; borç kapanında, dış kaynaklara yaslanmadan ekonomiyi ayakta tutamayacağı kaygısıyla, karşı çıktığı bütün politikaların uygulayıcısı haline geldi.

Benzer noktalardan “büyük düzene” başkaldıran Corbyn için, muhalefette olması nedeniyle aynı zorlukların yakın gelecekte olmadığı düşünülebilir. Ancak parti içinde, “büyük düzen” dışında düşünmeye cesareti bile olmayan seçkinler çoğunluğunun muhalefeti ile karşılaşması kaçınılmaz. Ama eğer bu kemikleşmiş siyasal seçkinleri aşıp, halkı yanına alarak iktidara gelebilirse, onu da aynı zorlukların beklediğinden şüphe yok.

Avrupa’da dolaşmaya başlayan ve büyük düzeni sorgulayan bu hayalet yaşamı dönüştürecek bir gerçekliğe dönüşecekse, solun bu önemli “yerel” deneyimlerin ötesinde de düşünmesi gerekiyor. “Büyük düzenin” geniş halk kesimleri arasında birçok coğrafyada yarattığı derin hoşnutsuzlukların, doğru örgütlenmeyle buluştuğunda büyük bir siyasal güce dönüşebileceği bu yeni tahayyülün çıkış noktasıdır. Ancak bu tahayyül kendi yerelini aşmak gibi bir görevle de karşı karşıya!

Neo-liberalizm uzun süre sınırların kalktığı küresel bir düzenden söz edip emekçi kesimlerin büyük kayıplarıyla sonuçlanan politikalar dayattı. Şimdi küreselleşmenin kaybedeni emekçi halkların yerel başarılarıyla sınırları geçerek, yeni bir Enternasyonal’i örgütleme zamanı.

SYRIZA, “büyük düzenin” karşısına büyük bir güç olarak çıkmadan, yerel başarılarla kazanmanın mümkün olmadığını göstererek, niyetlenilmemiş biçimde de olsa, bu yolda son bir hizmet yapmış oldu.