Efendim ben bir buçuk yıl her hafta bu köşeye yazı yazdım

Çaylar çilingirden

Çayın rengi ne kadar güzel,
Sabah sabah,
Açık havada!
Hava ne kadar güzel!
Oğlan çocuk ne kadar güzel!
Çay ne kadar güzel!

Orhan Veli

***

Efendim ben bir buçuk yıl her hafta bu köşeye yazı yazdım. Her şeyi bilir Engin Ardıç olsaydım kıytırık bir durum olurdu. Bendeniz için önemli. Geçen hafta ben de bütün BirGün Pazar erkek yazarları gibi makamımı kadınlara terk ettim. Sağ olsunlar harikulade, arşivlik bir dergi yaptılar. Fakat ben bütün hafta ne yapacağımı şaşırdım. Kendi kendime “düşünme şunu yazmayacaksın bu hafta” deyip durmam hiç para etmedi. Kafamda sürekli yazı konuları uçuştu. Alışık olmayan saçta toka durmazmış.

Sanki bendeki boşluk hissi iyice artsın diye iki de arkadaşım ölüverince, hepten bomboş kaldım.
Sonra bir bardak çay içtim ve hayatım değişti. Kafamdan bütün fenalıkları, ölen arkadaşlarımı, iç güvenlik paketini, kaynayan DTCF’yi filan çıkarmıştım. Ve size keyifli bir yazı yazmaya çalışacaktım. Sağ olsun çay bardakta durduğu gibi durmadı ve canım laptop’uma dökülüverdi. Aylardır yedeklenmemiş meret o dakika gidiverdi çöpe.

Zaten sinirlerim bozulmuş, bir de kendime mi kızacaktım? Çaya kızdım tabii. Ve yeni bir çay doldurup ödünç bilgisayarla çay ve çay bardağı yazmaya karar verdim.

Çay nedir?
Öncelikle çaya çay denir. Siz bakmayın batı dünyasının bulduğu acayip kelimelere. Bütün dünyada çaya çay denir.
Memleketimizin önemli ehlikeyiflerinden Hasan Deniz Bayramoğlu’nun tanımına göre, bir şeyin yaprağını kaynatınca çay, çekirdeğini kavurunca kahve olur. Nardan kekiğe pek çok şeyin çayı yapılabilir. Ama tabii bizi ilgilendiren siyah çaydır.

Siyah çay, Çin’de milattan binlerce yıl öncesinden beri içiliyor olmasına rağmen bize girişi çok tazedir. Osmanlı’da çayın halka inmesi 19. yüzyılın sonlarında ithal edilmeye başlanmasıyla birlikte olur. Bugünkü tezahüratın ilk nüveleri ise Cumhuriyet döneminde Doğu Karadeniz’de çay üretilmesiyle başlar. Ancak 1960’tan sonra evlere çaydanlık girer.

Yani rakının yanında tarihi çok yenidir. Fakat bugün çay, sudan sonra en fazla tüketilen içecektir. Ve Türkiye dünyanın en fazla çay seven ülkeleri arasındadır.
Çayın rakı açısından önemi de büyüktür. Her şeyden önce çay bardağı, bazı akşamcılar için rakı bardağı olarak kullanılır. Ortamda rakı bardağı yoksa hepimiz için ilk alternatif çay bardağıdır.


Çeşme başı rakısı
Meşhur çeşme başı çilingirlerinin de resmi bardağı çay bardağıdır. Rakı Ansiklopedisi’nde Fuat Bozkurt’un ilgili maddesine bağlanıyoruz:
“Sivas kent merkezinde bulunan bütün çeşmeleri küçük gruplar halinde gezip her birinde birer kadeh içme esasına dayanan, 1970’lerin sonuna kadar çok sayıda uygulayıcısı olup bugün seyrek de olsa civardaki köylerde rastlanan, tamamen yöreye özgü rakı içme geleneği. (...)Birkaç kişilik içkici grubu, herhangi bir çeşme başında rakı şişesini açarak içkiyi başlatır. Elde tek bir kadeh bulunur. Bu kadeh küçük olmalıdır; genellikle çay bardağı kullanılır. Bardağın yarısına dek rakı konur, üzeri çeşmeden su ile doldurulur. İçkicilerden biri şerefe veya başka bir dilek sözüyle ilk rakıyı yudumlar. Ardından sıra ikinci kişiye gelir. Aynı kadeh çeşme başı içicilerinin tümünün elinde dolaşır. Böylece bir tur tamamlanmış olur. İlk turun artından başka bir çeşmeye geçilir.”

Bu geleneğin takipçileri sarhoşluk konusunda çok hassaslarmış. Asla sarhoşluk yaşanmaz, muhakkak ara çayı ile mide dinlendirilirmiş. Tabii bu gelenek her köşede çeşme bulunan eski zamanlardan kalma.

Rakı sofrasında çay
Meyhanedeyiz.biz sitesi yaklaşık bin müdavimi üzerinde bir anket yapmış. Ankete katılanların yüzde 55’inin cevabı net: Rakının yanında çay içerim. Yüzde 18’i arada bir içerim derken ancak yüzde 27’si içmediğini söylemiş.
Benim kişisel tecrübelerim de bu yüzdeleri onaylıyor. Ben, uzun yıllardır çay içmeden kalktığım bir çilingir hatırlamıyorum. Vefa Zat, Aydın Boysan üstatlarımızın da rakı sofralarında çay bulunduğunu biliyorum. Can Yücel’den Orhan Veli’ye Cevat Çapan’a rakısever meşhurlarımızın aynı zamanda birer çay tutkunu olmaları da bir tesadüf olamaz.


Çay romantiktir
Çay da rakı gibi sohbet içkisidir hem. Sevgiliyle de pek güzel gider. Murat Menteş’in dediği gibi “seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana.”
Tek başına da harikuladedir. Oğuz Atay’ın dediği gibi “Biz çayın yalnızlığa iyi gelen tarafını da severiz…”
Güzel demlenmiş bir çaya sinmiş olan iyiliğe başka kaç yerde rastlanabilir?

Ben çayı iki durumda sevmem. Birincisi, bilgisayarıma dökülürken tabii. Diğeri de güzelim Doğu Karadeniz’de izansızca her köşeye sirayet etmiş durumunu. O kadar hunharca yetiştirildi ki toprağın huyunu suyun tadını değiştirdi.
Sofranızdan çay eksik olmasın. Şerefe.

Not: Son iki iki buçuk ayda, canım ciğerim 4 mücadele insanı, 4 sıkı solcu iyi kalpli güzel arkadaşımı küt diye kaybettim. Önce müzik insanı Ömer İpek, Murat Meriç ve ben yazmıştık. Sonra vaktinin Prof. Fikri Sabit’i Ufuk Selçuk ölüverdi. Derken Nuh Köklü’yü alçakça, adice, şerefsizce öldürdüler. Ve henüz Nuh’un yasını tutarken, hem de Ebru ile beraber tutarken pek çoğumuzun yakından takip ettiği Ötekilerin Postası’nın kurucularından Ebru Özdil de küt diye kalp krizinden gidiverdi. Bu kadar can yanması insanı acayipleştiriyor. Ebru öldükten sonra iki gün suratım asık gezip üçüncü gün arayan bütün arkadaşlarıma aynı berbat espriyi yaptım: “Kendinize dikkat edin, istatistiki olarak risk altındasınız.” Velhasıl, boşluk var kalbimizde.