Oğlum cebinizden yesenize niye Ali’den istiyorsunuz? Mevcudiyetinin yegâne temeli tahakküm olan bir varoluş onlarınkisi

Komşunun tavuğu komşuya kaz görünürmüş! İçeriğindeki irrasyonel hayvan milliyetçiliği içeriğini bir kenara bırakırsak (kaz niye tavuktan ehven olsun) doğru bir laf bu. Hakikaten ‘öbür taraftaki’ daha güzeldir nedense.

Anneciğimin sürekli anlattığı bir hikaye vardır. Evde domates çorbası içmeyi reddeden ve defalarca denenmesine rağmen domates çorbasından uzak duran ben (tabii 8 yaşındaki ben) bir gün şehirlerarası otobüslerden birinin mola verdiği bir yerde kaynamaktan sütlaç kıvamına gelmiş bir domates çorbasını iştahla içtikten sonra anneme sormuşum: “Yahu anne neden hiç domates çorbası yapmıyorsun?” Annem kafayı yemiş tabii.

Uzman rindlerden, Ankara, İstanbul ve Gümüşlük ehlikeyiflerinden avukat Göray Karadut bu durumu “cebinden yesene niye benden/ondan istiyorsun” diye özetlerdi. Ahmet, Mehmet’in bir şeyine mi özendi. Büyük olasılık kendisinde de vardır ama beğenmiyordur: “Cebinden yesene ondan niye istiyorsun?”.

Kimse cebinde ne var bilmiyor diye düşünüyor insan ister istemez.

Misal pek az insan meditasyonla zikirin ne kadar fazla benzediğinin farkındadır. Hindistan’daki aşramlarla Vefa’daki tekkeler de çok benzer birbirine. Ama meditasyon yaparken daha bir Maslak kokarsın. Zikire gitsen topa tutarlar. Krişnamurti’ye hayranlıklarını sunarsın. Sun tamam da evladım arada da otur iki Mevlana oku. “Akşınsa akşın”, edebiyatsa edebiyat. Feriştahı var.

Yahut Avrupalı olmaya çalışırken niye Safranbolu’ya bakmıyorsun da gidip üzerine kraker saplanıp nar ekşisi akıtılan ve böylece 25 lira olan salataları servis eden ‘bistrolara’ bakıyorsun? Neden cebinden yemiyorsun da Paris’e özeniyorsun? Balkanlarda iki tur at aslında zaten ne kadar Avrupalı olduğumuzu fark edersin. Üzerimizdeki şu ölü toprağı, şu tahakküm bir kalksın, “Biz zaten Avrupalıyız”. Bu arada Mehmet Ali Kılıçbay’ın aynı isimdeki eserini herkese tavsiye ederim.
cebinden-yesene-niye-benden-istiyorsun-147458-1.

Velhasıl bunlar kısmen ‘iyi niyetli’ komşu tavukları. İşin korkunç bir veçhesi daha var. O da Ali ile çirkin yüzünü gösterdi.

Muhammed Ali’yi çok severim. Üzerinde kahraman tutamayan bünyeme ille kahraman seçtirirseniz doğrudan onu seçerim. Üstelik çok akıllıca bir hayat geçirmediğini düşünürüm. Öyle ya insan neden yumruk atarak ve yiyerek ömür geçirir? Nitekim gencecikken, 42 yaşında parkinson olmadı mı o yüzden?

Ama o yumruklarını bir özgürlük hikâyesine, hepimizin imreneceği bir kahramanlık, biraz da anti kahramanlık hikayesine dönüştürebildi.

E adam Müslüman da. Üstelik şanla şerefle sonradan Müslüman olmuş. Nitekim sahici hi’aayelere şehvetle ihtiyaç duyan yandaş basınımıza ilaç gibi geldi ölümü. Oh be. Nihayet yalan söylemeden bir “ezilenlerin hikayesi” yazma şansı geçmişti önlerine. Abandıkça abandılar. Ali olsaydı döve döve kovalardı billa. Sahtekarlığın böylesi.

Oğlum cebinizden yesenize niye Ali’den istiyorsunuz? Mevcudiyetinin yegâne temeli tahakküm olan bir varoluş onlarınkisi. Gözyaşları da sahtekâr ister istemez. İsyan hakkınızı kullanacaksanız gelin buraya, yaşayanı var: Deniz Naki.

Bu yazıyı yazmaya karar vermeme sebep olan yazı Evrensel’de yayınlandı. İlker Aktükün’ün “Muhammed Ali, Deniz Naki ve ikiyüzlülüğümüz!” adlı yazısı. Aktükün şöyle sormuş:

“‘Barış’ dedikleri için, “Irkçılığa karşıyız” dedikleri için, “Çocuklar ölmesin maça gelsin” dedikleri için başlarına neler geldi? Deniz Naki’nin aldığı 12 maçlık ceza niye verilmişti? Muhammed Ali’nin savunduğu ilkeleri savunduğu için değil mi? “Barış” yazılı pankart nedeniyle Amedspor’a “ideolojik” slogan gerekçesiyle puan silme kararını verenlerin ve destekleyenlerin, şimdi benzer “ideolojik” gerekçelerle ABD sisteminin karşısına çıkan Muhammed Ali’yi alkışlamaları ikiyüzlülük değil de nedir?”

Hadi yandaş basının nasırı acıyor. Geri kalanlara ne oluyor?

Sanırım insanların temel ihtiyaçları arasında isyan da var. Herkes kendisini iyi hissetmek için bir parça isyan etmek zorunda. Öbür türlü düşünsenize, yat kalk otur osur hep birilerinin talimatıyla hareket etmek… Nereye kadar? Araba gibi çalışır insan vücudu. Dışarıdan baktığında çok kolay. Vites debriyaj gaz devam et. Ama o gaza bastığında geride neler oluyor. Kavrama, debriyaj, tork konvertörü, kayış/CVT ve çift kavramalı vites kutuları diye bir başlarım burada araba kullanmaktan soğursunuz.

İnsan vücudu da o hesap. Ekmek su uyku yetmez. Arada bir kendisini hakiki bir varlık gibi de hissetmek ister. Bir şeylere karşı çıkması gerekir. Fakat korku girdi mi sere bir kere yanında olana bitene isyan edemez, “cebindekini yiyemez” hale gelir. Bu kâh bir Brezilya dizisinden kâh okyanusun öbür tarafındaki bir cenazeden baş verir.

Can Yücel şiiri paylaşıp duran Aydınlıkçı misali. Hem isyan var hem güvenli. Daha ne? Öyleyse hep beraber: Kelebek gibi uçalım, arı gibi sokalım.

Roboski’yi yine bombalamışlar, Şırnak’ı harabeye çevirmişler... Biz Gazze’ye sinirlenelim.

Son bir yılda “patlamış”, vurulmuş, erkek yahut patron cinayetine kurban gitmiş ne gam? Biz Ali’yle isyan edelim, Can Yücel şiiri paylaşalım.

Şu saçma zamanların tükendiği günün şerefine kaldırıyorum kadehimi.