Bu basit bir yılgınlık değil biliyorsunuz değil mi? Ölmekten yorulmak bu. Ölmeye bile mecali kalmamak artık. Yani ölsen de kurtulamayacağın ve her gün türlü gösterilerle yeniden öldürüldüğün bir oyun bu! Cehennemin mantığı aslında. Hiçbir zaman sona ermeyen, bitmeyen, aynı yoğunlukta aynı acı. Huxley’e hak veriyorum: “Belki de biz başka bir dünyanın cehennemindeyiz”. Bu sürekli, bitmeyen, dinmeyen acılar toplamı cehennemden başka bir yeri işaret etmiyor çünkü. Çocuklar ölüyor, sonra üstüne yine çocuklar ölüyor. Yaşadığımız bir zulüm bile bu dünyaya çokken yine çocuklar ölüyor. Gülen yüzler, kahkaha atan yüzler… Önce isimlerini tutuyoruz aklımızda, hikâyeleri dolaşıyor dilimizde, sonra birer birer karışıyor görüntüler, sesler. Hangi gülüş hangi ismindi, hangi yüz nerede yitip gitmişti…


Ölmekten yorulmak bu olsa gerek. Cehennemin olma mantığı da bu. Bitmeyen, daha büyüğü olamaz denildiği anda daha büyüğü gelen bir acılar silsilesi.


Peki ya Tanrı? Neden sessiz? Son beş yılda Suriye’de 20 bin çocuk öldü. Neden sessiz? Aylan bebek yüzüstü kıyıya vurdu. Neden sessiz? Kesab’da kendisine inananlar katledilirken neden sessiz? Çocuklarına bir şey olmasın diye o cehennem coğrafyada her gün edilen milyonlarca duaya karşın neden sessiz? Yoksa onu yokluğuyla mı bilmemizi istiyor? Hz. Ali dememiş miydi “Dualarımı kabul etmemesinden bildim onu”. Ya da kendisini bile bağlayan kurallar mı koydu? O da mı onaylıyor dünyanın tam da onun adına bir cehennem haline getirilmesini? Daha önce sormuştum yine sorayım: Yoksa katledilenler daha güçsüz bir Tanrı’nın çocukları mı?


Yaşadığımız sıradan bir yılgınlık değil? Ölsek de bir daha ölmekten kurtulamadığımız bir ölümler cehennemindeyiz. Yalnız hissediyoruz.


Kapitalizmin yalnızca emek sermaye çelişkisi olmadığını, ondan önce ve onunla birlikte çürümek olduğunu biliyoruz. İnsan, kapitalizmin en çok ürettiği, en yüklü, en pahalı atık ürünü haline geldi. O nedenle ya çürüyüp kokmakta ya da taşıp dökülmekte. Onun için en çok birbirini kırmakta. Yarattığı cehennemlerde ya zebani ya da kurban olmakta. Kapitalizmin insanı iyi değil. Kapitalizmin insanı zararlı. Dolmak bilmeyen bir iç boşluğuyla yapayalnız. Tanrı’nın kendi yarattıklarını terk ettiği bir çağda huzursuz. Bu yüzden basit bir yılgınlık değil bu yaşadığımız. Bir cehennem yalnızlığı.


Tanrıların yalnız bıraktığı insan ne yapacak öyleyse? Her gün ölümlerle sınandığımız, acılarla bezendiğimiz bizler ne yapacak? Ne yapacağız bu cehennemde? Eğer cehennem varsa bir cennet ihtimali de yok mudur? Cenneti kim verecek bize? Cennet için mi mücadele edeceğiz?


Yılgınlığımızın basit ve sıradan olmasını engelleyen tam da bu düşünce değil mi? Bir cennet arzusu ve özlemiyle bu cehennemden kurtulmak isteği. Oysa yapılması gereken cehennemden kurtulmaya çalışmak değil öncelikle cehennemi olduğu gibi kabul etmektir. Tıpkı ölümlülerin en bilgesi Sisifos gibi. Tanrıların hışmını üzerine çeken Sisifos neyle cezalandırılmıştı: Kocaman bir kayayı bir dağın tepesine çıkarmakla. Her çıkarışta kaya aşağı yuvarlanıyor ve Sisifos işine yeniden başlıyordu. Ama o anlamsızlığına karşın yaşamı yenmek için her defasında bir daha denemişti. Çizilmiş olan kaderine inat denemişti. Yalnızca var olduğunu göstermek için denemişti.


Mücadelemizin beyhude olduğunu düşündüğümüz an cehennemin ateşinin yeniden harlandığı andır. Ölmeye mecali kalmamış bizlerle, kayayı her defasında yukarı çıkaran, bıkmadan usanmadan çıkaran Sisifos arasındaki derin bağ burada yatmaktadır. O kaya her defasında düşse de, dünya defalarca cehennem olsa da, hiç bitmeyecek gibi acılar yaşasak da o kaya yukarıya aynı umutla çıkarılacaktır. Çünkü cennet o dağ yolunun kendisi, o kayanın bizi ezen ağırlığına gösterdiğimiz direnç ve her defasında yeniden yuvarlanan o kayayı tekrar tekrar yukarı çıkarma azmi ve inancıdır.