CHP’nin, önümüzdeki dönemde seçmen desteğini genişletecek bir çıkış yapması için, özellikle 1970’li yıllarına damgasını vuran halkçı çizgisine bugünün gerçeklerini de dikkate alarak bakması gerektiğini daha önce vurguladık. Güncel durum açısından, bütün diğer boyutlar yanında, AKP karşısında son dönemde yaşanan iki birbiriyle ilişkili yenilginin iyi analiz edilmesi gerekiyor.

Geçen dönemde AKP karşısında yaşanan birinci yenilgi toplumsal alanda oldu. CHP açısından 1970’lerde somut hale gelen başarı kentlerde ve kırsal kesimde geleneksel sayılan kesimlere sirayet edilerek, bu kesimlerin dikkate değer bir bölümünün desteğinin alınmasıydı. 12 Eylül darbesi, sosyalist solun olduğu kadar, CHP’nin de, emekçi halk kesimleriyle kurduğu ilişkinin önünü kesmeyi hedefleyip, bunu da büyük ölçüde başardı. 12 Eylül sonrası bu çizginin bir daha yakalanmadığını, dahası 2001 sonrası dönemde, bu kesimlerin dikkate değer bir bölümünün yüzünü AKP’ye döndüğünü de biliyoruz.

CHP’nin ikinci yenilgisi siyasal alanda yaşandı. 2001 yılından bu yana, AKP adım adım, Türkiye’nin siyasal rejimini değiştirmeye yönelik bir proje ve stratejiyi de uygulamaya sokmuş bulunuyor. Her ne kadar sol liberal kesimler AKP projesini uzun süre 12 Eylül düzeni karşıtlığı olarak algılamak istese de, biliyoruz ki söz konusu projenin meydan okuduğu ve günahlarıyla, CHP’nin uzun süre taşıyıcılığını yaptığı Cumhuriyet projesi ve bu proje çerçevesinde şekillenen siyasal rejimdir.

Bu çerçeveden bakıldığında, 2001 sonrası siyasal alanda mevcut rejimin savunusunu yapan partilerin dönüştürücü siyaseti benimseyen partiler karşısında gerilediği söylenebilir. Bu dönem boyunca siyasal alanı yeniden şekillendirmeyi hedefleyerek siyaset yapan AKP ve HDP’nin yükselişine şahit olduk. Her iki partide Cumhuriyet ve onun etrafında inşa edilen siyasal rejimi radikal biçimde sorgulayan bir siyasal proje ve stratejiyi etkin biçimde kullandılar. AKP bu dönem boyunca iktidarı tek başına elinde tutmayı, her türlü yöntemi kullanarak başarırken, HDP aynı süreçte % 10 barajını aşıp, parlamentoda üçüncü büyük parti haline geldi.
Öte yandan bu dönemde, farklı sayiklerle de olsa, koruyucu siyaseti benimseyen CHP ve MHP’nin siyasal alanda zemin kaybedişine şahit olduk. CHP açısından bugün gelinen nokta, tarihsel olarak temsilciliğini üstlendiği siyasal projenin gerilemesi, seçmen desteğinin ise % 25 bandına sıkışmasıdır.

Bu noktada CHP’nin yenilgi getiren bu siyasal denklemi nasıl bozacağı sorusu önem kazanıyor. Şu bir gerçek ki koruyucu siyaset, en azından bugüne kadar ki yapılış biçimiyle devam ettiği sürece beklenen kırılmayı yaratamadı; bundan sonrasında yaratmasını beklemekte gerçekçi değil. Eğer sıkışılan bu siyasal pozisyondan çıkılacaksa, bugüne kadar benimsenen savunmacı bir siyasetin yerine dönüştürücü siyasetin konulmasını gerektiriyor. Siyasal sistemin bütün taşlarının yerinden oynadığı bir noktada, savunmak yerine, taşları yerine bir başka türlü oturtacak bir siyasete ihtiyaç var.

Ancak CHP’nin, solun diğer kesimleriyle de belli ortaklaşma noktaları yaratarak, inşa edeceği böylesi bir projenin, liberal çevrelerin görmek istediği, bir İkinci Cumhuriyet Projesi olamaz. Bu noktada yapılması gereken, bugünün gerçekleriyle, 1970’li yılların birikimini birlikte düşünerek, CHP’nin temsilcisi olduğu modernite ve Cumhuriyet Projesi’ni radikalleştirmesidir. Cumhuriyet Projesi’nin radikalleştirilmesi Kürt sorunundan, muhafazakar kesimlerle ilişkilenmeye, toplumsal alanda halkla kurulacak ilişkiden, bölüşüm sorunu ve politikalarına kadar birçok kilit konuda bugüne kadar izlenen yaklaşımların gözden geçirilmesini gerektiriyor.

Tam da bu nedenle, önümüzdeki Kurultay’ın, meseleyi bir liderlik sorunu olmaktan çıkarıp, söz konusu projenin (yeniden) tanımlanması için bir tartışma ortamı, bir fırsat olarak değerlendirmesi gerekiyor. Açık olan bir şey varsa, o da toplumun soldan heyecan verecek bir siyasal çıkış ve proje beklediğidir. Kuşkusuz bu sol bütünü için bir görev. Ancak her dört kişiden birinin oyunu alan CHP’nin omuzlarında daha büyük bir sorumluluk var.