Önümüzden polis koridoru arasında çift sıra halinde ve elleri önden kelepçeli tutuklular geçiyor. Hepsinin başı öne eğik, insanların yüzüne göz ucuyla bile bakamayacak kadar büyük bir utanç yaşadıkları yüzlerinden okunuyor. 12 Eylül günlerinde cezaevinden mahkemeye gidişimiz geldi gözümüm önüne. Tabii arada büyük bir fark var: Biz utanacak bir şey yapmadığımız gibi, şimdi önümden geçen bu haydutların memleketteki emsallerine karşı durmanın onurunu yaşıyorduk, başımız dikti. Bunlar belli ki artık ne kendilerine saygı duyuyorlar ne de diğer insanların onlara saygısı kaldığını düşünüyorlar. Buralarda bir insanın saygınlığını yitirmesi, kendine saygı duyulmadığını hissetmesi o insan için ölümden beterdir.

Avukat arkadaşa “Bunlar kim” diye sordum. Türkçe’ye “Düşük muktedirler” diye çevrilebilecek bir cevap verdi ve hikâyeyi anlattı. Bunlar üç yıl öncesine kadar bu eyaletin kaderini elinde tutan yöneticilermiş. Aralarında ÇKP üst düzey yöneticileri, bazı hâkimler ve savcılar, polis şefleri, bankacılar, işadamları vs var. Sayıları daha kalabalıkmış. Bizim gördüğümüz 30 kişi tutukluların sadece yarısıymış.

BİR SOLCU AVUKAT 
Bana “Çin’in en cesur adamı kim?” diye sorsalar, hiç düşünmeden bu avukat olduğunu söylerim. Ben de konuyu yeni öğrendim. Avukat arkadaşım anlatmasa belki de hiçbir zaman haberim olmazdı. Bu konuyu bana anlattığı günlerde, bu cesur avukat dört yıldır tutukluydu. Aldığı cezanın yüksek mahkemede temyizini bekliyordu. Avukat olmuştu ama “onurunu zorbaların, hırsız-uğursuzların bekası ve âli çıkarlarına hizmet etmek uğrunda kaybetmiş bir hayırlı avukat” olamamıştı. Aksine, ÇKP’nin adaleti katleden hukukunu teşhir etmekle meşguldü. Üstüne üstlük, ÇKP için en katlanılmaz olanı, sağlam bir solcuydu.

Maden kazalarındaki ölümlere karşı yapılan grevleri örgütlemekle suçlanan iki işçi liderinin avukatlığını yapan bu cesur adam kendine çok yakışan bir suç işlemiş: “Madenlerde her zaman kazalar ve ölümler olur ve her maden işçisi de bunu bilir. Orada çalışmayı kabul ettiğinizde, bu kaza ve ölümlerin sizin başınıza da gelebileceğine ta en başında razı oldunuz demektir” diyen hâkime verdiği insanlık ve hukuk dersi başını derde sokmuş. Hâkime “Sanki alçakların koruyucusu ve çürümüş vicdanlarının sesi gibi konuşuyorsunuz. İşçileri maden kazalarında ölerek devletin saygınlığını sarsmakla, maddi zarara uğratmakla da suçlayabilir ve hatta ölmüş işçileri bunun için mahkûm edebilirsiniz. Zorbaların kirine bulaşmış bir hukukun dağıtacağı şey adalet olamaz; sadece zalimlik ve yüzkarası olabilir” demiş. Bu zehir zemberek sözlerin bedeli 12 yıl hapis cezası olmuş. Kendini yakmasına rağmen, müvekkillerini beraat ettirdiğine göre becerikli bir avukat olmalı.

MUKTEDİRLER ÇETESİ 
Adliyeye girişlerini gördüğüm o kalabalık grup hakkındaki dava önce “görevi kötüye kullanmak ve çıkar sağlamak” gibi bazı suçlamalarla açılmış. Fakat konu yüksek mahkemeye intikal etmiş ve o merci davanın “devlet içinde organize suç örgütü (çete) kurmak vs” suçlamasıyla; yani “haydutluk” kapsamında açılmasına karar vermiş. Dosyada yolsuzluk, hırsızlık-uğursuzluk suçlaması gırla gidiyor. Yolsuzluk çarkına çomak sokan bazı memurlar ve siviller, polisin ve savcıların düzmece suçlamalarıyla tutuklanmış ve çeşitli cezalara çarptırılmış (şimdi yargılanan hâkimler tarafından). Çete, elektronik sektöründe geleceği oldukça parlak bir fabrikayı iflas etmiş gibi gösterip yutmaya çalışırken şansı dönmüş: Bu firma ile ortaklık düşünen Amerikalılar sorunu öğrenmiş ve elçiliklerine iletmişler. Sonrası malum.

VE TAKDİR-İ ADALET 
Yüksek mahkeme 1 ay önce o cesur avukatı serbest bıraktı. Avukatın başına bu işleri açan o hâkim ise şimdi bu “organize haydutluk” davasında tutuklu. Haydutların adliye içindeki uzantılarından olmakla, çete reisinin talimatlarına göre kararlar vermekle suçlanıyor. Canını kurtarabilirse şanslı…