Çin’in “liberal düzen” çerçevesinde, son yıllarda oyunun kurallarını ABD’den daha iyi oynayarak belli bir başarı kazandığı da ortada. Çin oyunu ABD’nin koyduğu kurallara göre oynuyor. ABD bu yeni soğuk savaşı kazanamaz

Çin’e karşı yeni soğuk savaş mı?

ABD’nin dış ticaret, Pasifik’te egemenliğini artırma stratejisi ve teknolojik casusluk konularında yoğunlaşan Çin’e yönelik suçlamaları, Covid-19 virüsünün tüm dünyaya yayılmasındaki sorumluluk bağlamında yeni bir boyut kazanarak sürüyor. Bu durumu “güvercin” lakaplı daha ılımlı çevreler endişeyle karşılayıp, Yeni Soğuk Savaş kavramıyla açıklıyor. Böyle yaman bir süreçte itidalli, diyaloga dayalı bir yaklaşım öneriyor. Trump’a yakın “şahinler” ise bir kaygıya gerek görmeksizin savaş baltalarını sallayıp, Çin’e veryansın etmeye devam ediyor. Trump’ın da başkanlık seçimlerini kazanmak için son kozu, tüm olumsuzlukların vebalini Çin’e yıkmak gibi görünüyor.

Öncelikle, kurumları yerleşmiş, toplumda derin kutuplaşmalar yaşanmayan, kamunun salgına etkin bir biçimde müdahale edebildiği ülkelerin göreceli olarak bu karmaşa dönemini daha başarılı yönettiği gözlemleniyor. Güney Kore, Japonya’nın yanı sıra Çin’in de aralarında bulunduğu Doğu Asya coğrafyası bu anlamda iyi sınav veriyor.

Buna karşın Trump’ın Amerikası, Bolsonaro’nun Brezilyası sonradan toparlama çabalarına karşın Johnson’un Britanyası tehlikeyi küçümseyen, bilim ve liyakate gözlerini kapatan, toplumu böyle bir felaket karşısında birleştirmek yerine ayrıştıran zihniyetleriyle, ekonomiyi insan yaşamının önüne koyan uygulamalarıyla hem pandemiyle baş edemiyor, hem de siyasi desteklerini yitiriyorlar.

ABD BU SOĞUK SAVAŞI KAZANAMAZ

I. Soğuk Savaş Sovyetler Birliği’nin silah sanayindeki başarısını ekonominin tümüne yayamaması, egemenlik alanındaki ulusların özlemlerine cevap verememesi sonucu ABD’nin diğer bir ifadeyle kapitalizmin zaferiyle sonuçlanmıştı. O dönem ekonomisiyle, kültürüyle, ideolojisiyle birbirinden yalıtılmış iki ayrı eko sistem söz konusuydu. Şok terapilerle hızla piyasa toplumuna geçme hevesleri servetin, zamanla siyasi gücün oligarkların elinde toplanmasına, geniş kitlelerin derin bir yoksulluğa sürüklenmesine yol açmıştı.

Bugünse başa güreşen iki ülke arasında 2019’da 541 milyar doları bulan karşılıklı ticaret gerçekleşmiş. On binlerce Amerikan şirketinin Çin’de yatırımı var. Önemli bir kısmı Pekin’in elit kesiminin çocuklarından oluşan 370 bin Çinli öğrenci ABD’de eğitim görüyor. Çok girift ekonomik ilişkiler söz konusu olduğu için bir kopuş senaryosunun iki tarafa da çok ağır faturalar yükleyeceği net biçimde ortada.

Trump’ın ticaret savaşını başlatmasıyla zaten Çin geri adım atmış, iki yıl içerisinde imalat sanayi, tarım ürünleri, enerji ve hizmetler dahil ABD’den 200 milyar dolar daha fazla alım yapmayı kabul etmişti. Geçmişte Doğu Bloku’nda Hollywood filmlerinin, blucinlerin, gösterişli arabaların, kısaca tüketim toplumunun tılsımına kapılmış gençler önemli bir muhalefet dinamiği oluşturuyordu. Bugün en büyük kısmı ABD’de Batı ülkelerinde eğitim gören Çinliler, liberal akademisyen Timothy Garton Ash’e göre otomatikman Batıcı liberal demokratlar haline gelmiyorlar, aksine her iki sisteme de eleştirel gözle bakıyorlar. Çin kendi orta sınıfını yarattığı, belki Amerika’dan daha büyük AVM’lere sahip olduğu için de tüketim mallarına, markalı ürünlere erişim özlemi üzerinden Çin’de bir muhalefet dinamiği yaratmak olanaksız.

ÇİN OYUNU ABD’NİN KOYDUĞU KURALLARA GÖRE OYNUYOR

Çin ile ekonomik ilişkileri koparıp, böylelikle ABD’de üretimi canlandırma hayalleri de mesnetsiz görünüyor. Bilindiği gibi Çin 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) kabul edilmişti. Bu kurallar çerçevesinde yapılan dış ticarette Beijing menşeli ürünler daha ucuza satılabildiği için tercih ediliyor. Çin’den yapılacak ithalata gümrük vergileri uygulanmasının fiyatların artmasına, ABD’deki ortalama emekçinin satın alma gücünün zayıflamasına neden olma olasılığı hayli yüksek. İkincisi, Çin mallarının devre dışı bırakılmasının mağazaların raflarını, yine işgücü maliyetleri düşük Meksika, Vietnam, Tayland ürünleriyle dolduracağını tahmin etmek zor görünmüyor. Kaldı ki zamanla ABD’ye taşınacak sınırlı üretimin de istihdamın artmasıyla değil, insanların yerine robotların ikame edilmesiyle sonuçlanma tehlikesi var.

İki defa seçilme şartının kaldırılması sonrası 2022 ÇKP kongresinden Xi Jinping’in daha güçlenerek çıkması, otoriterleşmenin dozunu artırması beklenebilir. Hindistan’a karşı izlediği saldırgan tutum, Hong Kong’un görece özerkliğini kaldırması, Uygurlara yönelik baskıcı politikalar, rejim muhaliflerine göz açtırmaması sosyalistlerin Çin’e mesafeli bir pozisyon almasını gerektiriyor.

Ne var ki Çin’in “liberal düzen” çerçevesinde, son yıllarda oyunun kurallarını ABD’den daha iyi oynayarak belli bir başarı kazandığı da ortada. Avrupa geçen yıl Çin’i “sistematik rakip” ilan etse de, hele ekonomik krizin derinleştiği şu salgın koşullarında başta Almanya, AB ülkeleri için dünyanın bu ikinci büyük ekonomisi vazgeçilmez bir pazar olmaya devam ediyor. Almanya 2019’da Çin’e 108 milyar dolar ihracat yaparken,
Volkswagen tam 4.2 milyon araba sattı.

Kuşak ve Yol Projesi geçen yıl ABD’nin arka bahçesi 20 Latin Amerika ülkesinin 14’üyle bir anlaşma imzalanmasının yolunu açtı. Çin, Afrika’da çeşitli altyapı projelerini finanse etti. Şu anda Afrika ülkelerinin Pekin’e 150 milyar dolar borcu bulunuyor.

ABD, BM kuruluşlarına aidatlarını bile doğru dürüst ödemezken Çin’in etkisi giderek artıyor. Trump’ın Dünya Sağlık Örgütü’ne husumeti, direktörü Etiyopyalı Ghebreyesus’un Çin’in desteğiyle seçilmiş olmasından kaynaklanıyor. BM’nin 15 uzman kuruluşunun 4’ünün başında Çinli yöneticiler bulunuyor. Kurumun bütçesinin yüzde 20’sini Çin karşılıyor. Özetle Çin’in “yumuşak gücü”, diğer bir ifadeyle ideolojik etkisi de giderek artıyor.

ABD’Yİ TEKRAR BÜYÜK YAPMA SÖYLEMİ ÇİN’İN İŞİNE GELİYOR

Suudi Arabistan gibi çağdışı bir rejimi desteklemesi, İsrail’in saldırganlığına göz yumması, uluslararası hukuka aykırı, üstelik de başarısız Irak ve Afganistan işgalleri ABD’nin demokrasi, insan hakları ve özgürlükler üzerinden Çin’i mahkûm etme şansını zayıflattı. Trump’ın uluslararası liberal düzenin köküne kibrit suyu dökmesi, kapitalist küreselleşme söylemini reddetmesi de Çin’in işine geldi. “Amerika’yı tekrar büyük yapma” söylemi ise zaten tarihsel olarak Orta Krallık’ı tekrar büyük yapma konusunda motivasyonu çok yüksek, halkı bu hedefe kolayca kilitlenebilen Çin yönetiminin arayıp da bulamadığı bir malzeme…

Dünya ekonomisine yönelik projeksiyonlar da, örneğin IMF’nin son Dünya Ekonomik Görünüm Raporu Çin’in 2020’de ancak yüzde 1 büyüyebileceğini gösteriyor. Ancak bu oran ABD’nin yüzde 8, AB’nin yüzde 10.2 küçüleceği senaryosuna kıyasla göreceli olarak başarılı bir performansa işaret ediyor.

Özetle Yeni Soğuk Savaş ile hele şu salgın koşullarında ABD ile Çin’in ilişkilerinin gerginleşmesi ne kendileri, ne de dünya halklarının yararına olur.

Çinlilerin dış saldırılar karşısında nasıl milliyetçi damarlarının kabardığı, birleşip bütünleştiklerine de tarih tanıklık ediyor. Batı dünyası eğer Çin ile baş etmek istiyorsa; bu ancak demokrasinin ve özgürlüklerin yaygınlaşması, başta sağlık bilimsel araştırma bütçelerinin artırılması, gelir ve servet eşitsizliklerinin azaltılması, küresel iklim değişikliğine karşı tutarlı bir mücadelenin sürdürülmesiyle mümkün olur. Trump benzeri şarlatanlar tam aksine, otoriter de olsa Jinping gibi daha tutarlı ve oturaklı liderlerin etki gücünü artırır. Böyle devam ederse Çin kendi oyunuyla ABD’yi kündeye getirmeye devam eder.