BirGün’de 05.12.2020 tarihli yayınlanan “Uğurlama töreni yapılmıştı: Çin’e giden ‘ilk ihracat treni’ Maltepe’den Halkalı Garı’na geri döndü” başlıklı haberi anlayana kadar epeyce zorlandım. Öyle ya, Çin’e varmak için doğuya doğru yol alması gereken tren tam tersi yönde gidip Halkalı’ya varmıştı. Olup biteni anlamak için biraz düşünüp taşınınca gerçeğe ulaştım: Yıllar önce keşfedilmiş gerçekleri on sekiz yıldır duvara çarpa çarpa yeniden keşfeden iktidar, bu defa Macellan’a kulak vermiş ve hep batıya giderek Çin’e bu yoldan ulaşmayı yeniden keşfetmek istemiş olmalı. Yani herhalde öyle olmalı. Çünkü geri kalan bütün seçenekler akıl dışı. Neyse, niyetim Saray rejimine yol tarifi yapmak değil.

Şaka bir tarafa, bu acemice mizansen Batı’ya (ABD-AB) “Size mecbur değiliz. Bizi yaptırımlarla sıkıştırırsanız, rotamızı dünyanın doğu tarafına doğru kırabiliriz. O tarafta Çin var, Yol ve Kuşak girişimi var, Şanghay İşbirliği Örgütü var. Orada yer alabiliriz” gibi hiç inandırıcı olmayan bir mesaj verme çabası gibi görünüyor. Üstelik tren Şi’an kentine yani Yol ve Kuşak girişiminin başlangıç istasyonuna gidiyor. Söz konusu habere göre, trenin taşıdığı yük Çin’e ihraç edilen beyaz eşyaymış. Türkiye’nin Çin’e beyaz eşya ihraç etmesi gerçekten büyük bir başarı olurdu. Lakin Çin firmalarının burada üretilen ürünlerle aşağı yukarı aynı kalitede (üstelik daha pahalı) bir malı ithal ettiklerini hiç görmedim. Gördüğüm kadarıyla, burada insanlar sadece iki ülkenin ürünlerini Çin mallarına göre daha kaliteli buluyorlar. Bu ülkeler Almanya ve Japonya, ilk sıra tabii ki Almanya’nın. On beş yıl kadar önce, bu gözler Pekin’de bir dönerci dükkânına asılmış “Alman döneri” tabelası bile gördü…

Türkiye, Çin’e sanayi ürünleri ihraç edebilir mi, emin değilim. Bu tabii ki imkânsız değil; ama kanımca çok küçük, üstünde durmaya değmez miktarda bir ihracat olabilir. Türkiye, son yirmi yıldır dünyayı anlayabilen, attığı adımın bir adım sonrasını olsun hesap edebilen bir akıl tarafından yönetilseydi şimdi Çin’e yıllık yaklaşık 50 milyar dolar civarında bir ihracat yapıyor olurdu. Böylece, “Çin’den ayrılan yatırımcıların bizim ektiğimiz çalılara takılan yünlerini toplayacağız” ham hayali kurmak zorunda kalmazlardı.

Çin’in en büyük ithalat kalemi enerjiden sonra, tarım teknolojilerinde gösterdiği büyük ilerlemeye ve Afrika kıtasının dörtte birini ekip biçmesine rağmen, tarım ürünleri kapsamındaki ürünlerden oluşuyor. Bu konuda sadece iki örnek vereceğim: Zeytinyağı ve Şarap. Zeytinyağının hangi ülkelerden geldiğine dair yeterli bilgim yok ama şarabın çok büyük bir kısmının geçen 30 yılda dağı taşı üzüm bağlarıyla dolduran Avustralya’dan geldiğini biliyorum. İktisatçı dostum Zhou, Avustralya’nın Çin’e ihraç ettiği şarap ve bazı minerallerden elde ettiği gelirin yıllık 40 milyar dolar civarında olduğunu söyledi. Kalite açısından karşılaştırıldığında, Türkiye’de üretilen orta halli bir şarap buradaki Avustralya şaraplarına birkaç tur bindirir.

Şaraptan bahsedince aklıma geldi: Evsel ve tıbbi (ilaç-eczacılık sektörü) kullanım amaçlı alkol de Çin’e satılabilecek iyi bir ürün olabilirdi. En kaliteli etil alkolün üzümden sonra şeker pancarından elde edildiği söyleniyor. O kadar ayrıntısını bilemem ama kırmızı darı ve şeker kamışından elde edilen alkolün berbat bir şey olduğunu buradaki deneyimlerimden biliyorum. Zeytinyağına gelince, burada belki şarap kadar büyük bir pazara sahip olamazdı ama üreticiye yine de ciddi bir gelir getirirdi. Burada orta sınıf büyüdükçe bu ürünlere olan talep de büyüyor.

Bunları söylerken geçmiş zaman kipiyle konuştuğumun farkındayım. Çünkü Saray rejiminin alkollü içki üretimini zorlaştırmak için elinden geleni ardına koymadığını, yağma-talan projelerine yer açmak için zeytinliklere ve zeytin üreticisine düşmanlık ettiğini biliyorum. Şeker pancarı üreticisinin halini ve şeker fabrikalarının nasıl talan edildiğini ise sanırım bilmeyen yoktur.

Çin’e yaptığı ihracattan büyük gelir elde eden (en büyük gelir kaynağı) Avustralya açısından son günlerde durum zorlaşmaya başladı. Çin, bu ülkeden ithal edilen şarap, mineral vs gibi ürünlerin gümrük vergisini yükseltti.

ABD’nin Transpasifik koçbaşı Avustralya

Trump, giderayak Çin’e karşı düşmanlığın dozunu artırmaya, Pasifik’te bugüne kadar atmayı ertelediği adımları atmaya başladı. Bunları hangi niyetle yapıyor olursa olsun, yapılanların on yıllık geçmişi olan ABD’nin Çin’i kuşatma politikasından farklılık gösterdiği söylenemez. ABD’nin Transpasifik projesi için sağlam müttefike ihtiyacı var. Pasifik’teki zayıf halka olan Avustralya, bu projenin en sağlam destekçisi yani Çin’e karşı ABD’nin Pasifik’teki koçbaşı olmaya ve böylece dünyanın bu tarafında ABD maşası bir güç olarak yükselmeye çok hevesli görünüyor. Çin’in bu ülkeden ithal edilen ürünlerin gümrük vergisini yükseltmesi Avustralya ekonomisinin başına gelebileceklere karşı ciddi bir uyarı anlamı taşıyor. Sanayi devrimi sırasında “Makineler işimizi elimizden alıyor” diyerek makineleşmeye karşı çıkan ve bu yüzden “Ülkeden uzak olsun bu bozguncular” diye gemilere doldurulup Avustralya’ya sürülen tekstil işçisi İngilizlerin torunları bakalım nasıl bir karar verecek.