Nicolas Guillen (1902-1989) Küba ve dünya için önemli bir şair. Ülkenin ortasında bulunan Camaguey kenti sokaklarında dolanırken birden karşımda buluverdim yaşadığı evi. Şairin avlusundayım. Şairin izini, gördüklerini görmeye çalışıyorum. O ölüp gittikten sonra kimler görmüştü benden önce, bilemem.

Küba büyük bir ada ya; adımlıyorum avluyu enine boyuna, nasıl sığdırmış her gün yeniden büyük şair, tüm renkleriyle ve dertleriyle ülkesini bu avluya. Boşuna değil, şairlerin avluları özel bir sevgiyle dillerinde okşamaları.

Avlular evlerin dışıdır. Dışarının ise içidir, evden önce önümüze çıkan… Şairin suskunluğuna, huzursuzluğuna denk düşen bir uzamdır; gölgeli, tenha ya da karanlık, belki kalabalık. Nasıl olursa olsun, şair azı çok görmesini bilir. Çoğu da az.

Şairler için bir özel yeti olarak belirttiğimiz azı çok, çoğu az görmek, Küba’nın Amerikan emperyalizmi ile 54 yıldır süren -ki öncesi de var- mücadelesinde küçük bir değişiklikle karşımıza çıkıyor.  Hem de sürekli olarak… Hem de çok ekşi -ve acı- bir karşılaşma. Havana’da, bir otelin duvarında Nazım’la karşılaşma gibi coşkunluk veren bir hal değil yani. Örneğin bizim memlekette, televizyonda bir çocuk dizi filmi. Amerikan yapımı. Filmde iki çocuk yeni girdikleri sınav sorusuyla ilgili olarak konuşuyorlar. Yaşayan diktatörlerle ilgili soru. Doğru seçeneğin “Castro” oluşu büyük bir doğallık havası içinde veriliyor.

Başka bir televizyon kanalında bir gezi programı. Görünüşte Küba gözlemleri; şeker kamışı tarlasından fabrikaya katırla şeker kamışı taşıyan “zavallı” bir Kübalı. Sunucu acınaklı bir ses tonuyla,  Kübalının katırla kamış taşıyarak rızkını çıkarmaya çalıştığını anlatıyor. Bunun gören de, bütün Küba’da şeker kamışının katırlarla taşındığını, zavallı Kübalıların da çok az bir parayla bu işi yaptığını düşünebilir.

Her iki program Küba’nın eleştirel bir merkezde ele alındığı bir içerik ve yaklaşımda değil. Ana akım medya, tüm program türleri  ile alttan alttan, ya da doğrudan bizim beynimizi, algımızı anti-komünizm ve anti-Küba suyu ile sulamak istiyor. Bu örneklerde azın çok gösterilmesinden öte, “yokun” var gösterilmesi söz konusu!

Şairlerin yaptığı azı çok görmek ve göstermekteki insan namusu, sosyalizm ile kapitalizm arasındaki sınıfsal içerikli mücadelede “namussuzluk” olarak karşımıza çıkıyor.

Çocukları korumak için dünya çapında vakıflar kurup, dünya starlarıyla konserler düzenleyen “özgür” dünya, Irak’taki yüzbinlerce çocuğun Amerikan ambargosu ile öldürülmesi karşısında ağıtlar yakmadı henüz. Belki bir gün şarkılarını yazıp, ağıtları yakarlar. 

54 yıldır Küba’ya uygulanan Amerikan ambargosu altında, Küba sosyalizmle direniyor Irak’ın aksine. Bu nedenle, Küba’nın çocuklarını öldüremiyor Amerika. Ya da şöyle diyelim, Küba çocuklarını öldürtmüyor “özgür” dünyaya.

İşte burada azı çok göstermek değil, sadece göstermek bile yetiyor bazen. Şairin avlusunda kurduğu şiirsel dünyayı, insanlar sokaklarda kurduğu zaman şiirle hayat kucaklaşır. Şiir hayatla kucaklaştıkça da zorlaşır şairin işi. Çünkü daha başka hayatlar vardır kurulacak. Ve Küba’nın duvarlarında hep yer aldığı gibi “Daha Sosyalizm: Mas Socialismo.”

Haftanın dizesi; hayatın sakin yüzüdür avlu/ ve odaları tamamlar masallar” (Birhan Keskin, Kim Bağışlayacak Beni, Metis)