İktidar kimin elinde olacak? Kritik tarihsel sorumuz budur. Tarihimiz boyunca başa kimin geçeceğinin sosyal mekanizmalarını ve geleneksel kurallarını ve normatif bir seçim araçlarını yerleştiremedik. Bu boşluk ve sistemsizliğin kökleri Orhun Yazıtları’na kadar girer. Türkler’in büyük özelliği şudur: Başçıdır Türkler, başa birisinin geçmesi gerekir ve baştakine büyük oranda itaat edilir. Türk toplumlarının tarih boyunca özelliği merkezi otoriteye duyulan ihtiyaç ve merkeze edilen biatte bulunur, aynı nedenle merkezi iktidarın toplum nezdindeki meşruiyeti nedeniyle Türkler tarihin gördüğü en eski devletleşen kavimlerden birisidir. Ama aynı şey, uygarlaşma, kentlileşme ve yerleşikleşme sürecinde görülmez, devlet toplumu uygarlaştıran, yerleştiren ve onları kalkındırıp millet esasına göre birlik üreten bir kuruma dönüşmez. Bu paradoks bugün de sürmektedir: Türkler tarihin hiçbir döneminde yerleşik bir topluma dönüşemediler, ne geçmişte ne de bugün.

Bu nedenle Türkiye’de sivil kaynaklı ve İngilizce’deki ifadesiyle non-Governmental-Organisations denilen ve bizim Türkçe’de sivil toplum örgütleri dediğimiz yapılara dayanan toplumsal isyanlar görülmez, tam aksine değişimin ve reformun kaynağı iktidar ve iktidar mücadeleleridir.

Ekonomik bir tabanı olmayan ve tarihin kriz anında ortaya çıkmayan, iktidar boşluğuna bir alternatif olmayan hiçbir isyan başarıya ulaşamamıştır. Biz de darbelerin ortak özelliği bir iktisadi programla gelmesidir, darbeler siyasi gerekçelerle gelmez. Dikkat edin siyasi gerekçelerle girişilen her darbe bu ülkede komik denecek kadar güdük kalmıştır: 28 Şubat bunun küçük bir örneğidir. Tam aksine toplumun gidişatını bir programın yerine başka bir programın geçirilmesi ya da uygulanamayan bir programın gerçekleştirilmesi için darbe yapılır.

Gerek Osmanlıda gerekse Türkiye’deki tüm isyanların ve darbe girişimlerinin ortak özelliği bir iktisadi buhrana dayanmaları, iktisadi buhranın bir siyasi krize dönüşmesi, iktidarın siyasi meşruiyetinin adım adım sarsılması ve ardından otoriteyi yeniden tahkim etmek için yapılmasıdır. Ama darbeler ister başarılı olsun, isterse olmasın, hep iktidarın tahkim edilmesi ile sonuçlanır. İktidarın kıyıcılığı ve yasa tanımazlığı darbe-sonrasının ortak özelliğidir, yasaların ve insan haklarının askıya alınması meşru bir durum gibi görülür ve otorite kıyıcılaşır.

Bir başka tarihsel ortak özellik şudur: Darbeler her zaman geliyorum diyerek gelir. Yani beklenmedik, ani, gizli bir örgütün, iktidar uyurken yapıldığı bir darbemiz yoktur. Bu tip bir darbe geleneği olmadığı gibi, genellikle darbeler “idealist, halkçı” nedenlerle darbeye katılan insanların başını yer. Darbeler daha sonra bırakın eşitliği, kanunları, halkın müreffeh olmasını, aksine daha sonrasında çürümüşlüğü artırır, darbeler rantiyeleri, ceberutları, yalakaları ve yetkiyi kötüye kullanıp servet biriktirenleri üretir. Acı ama gerçek, darbelerimizin ortak özelliği budur, tekrar ediyorum, ister başarılı olsun, isterse başarısız olsun. Darbe dönemlerinde siyasi gerekçelerle yasaların askıya alınması aynı zamanda büyük rant alanlarının ortaya çıkması anlamına da gelir: Türkiye’de isyan eden öbekler darbelerden sonra arpalık hakkı kazanırlar, açıktan ve haram olacak şekilde, kendilerine şaşırtıcı büyüklükte arpalık verilir.

Darbeler bu ülkenin geçmişinden bugüne ideolojik-toplumsal ve sivil haklar temelinde yapılmaz, darbelerden sonra bu ülkede tam aksine ayrımcılık artar ve iktidarda kalanların ayrıcalıklı bir şekilde servet biriktirmesinin yolları açılır.

Darbelerin bir başka önemli özelliği şudur, hiçbir darbe gerçek anlamda sonrasında ciddi bir toplumsal büyüme ve iktisadi krizin yapısal olarak çözümlenmesini başaramamıştır: darbeler iktisadi krizi batacak bankaların yüzdürülmesi gibi, o toplumun iktisadi olarak yüzdürülmesi ile işlerin devam ettirilmesi ile sonuçlanır.

12 Eylül’ün gerçek kazananları Tüsiad olmuştu, aynı şekilde AKP döneminin gerçek kazananı da TÜSİAD olmuştu, her iktidara gelen sınıfın rantiye bir sınıfa dayanması kaçınılmazdır, iktidar da kendisine muhtaç büyük sermaye gruplarına muhtaçtır. Biz de siyasette etkin olmak demek, siyasetin izin verdiği ve desteklediği arpalıklara sahip olmak demektir.

Darbecilerin her zaman ihtiyaç duydukları da kendilerine muhtaç olan çeşitli sermaye gruplarının desteğini almak ve toplumun geneli için de iktisadi yaşamın devam ettirilmesiyle sonuçlanacak “ekonomi tıkırında” sistemini işletebilmektir.

Türkiye’de sivil darbe olmaz, Türkiye’de siyasetin göbeğinde tam ve büyük bir yalanın oturmasının nedeni de budur: Türkiye’de toplumsal memnuniyetsizliğin kökeninde iktisadi yoksulluk vardır, ama vitrinde ise hep siyasi kavgalar vardır, siyaset ise bir çözüm yeri değil, tam aksine birbirine alternatif gruplar arasındaki arpalık kavgasıdır. Siyasetin ve toplumsal sorunların çözümünde Türkiye çok alternatifli değil tam aksine hareket alanı ve seçeneği insanın asabını bozacak denli sınırlı olan bir ülkedir.

Sadece Gülenciler’in nasıl ekonomik olarak büyüdükleri ve örgütlenmesine bakın: Bütün siyasal ve dinsel söylemleri, kirli iktisadi ilişkilere ve büyük sahtekarlıklara dayanıyordu, arpalık bittiğinde varsayılan o büyük “dinsel ve siyasal iddialar” bir anda anlamsızlaşır.