1971’den beri kesintisiz toplanan Davos Zirvesi veya resmi adıyla Dünya Ekonomik Forumu (WEF) 2010’da 40. yılını idrak etti.

1971’den beri kesintisiz toplanan Davos Zirvesi veya resmi adıyla Dünya Ekonomik Forumu (WEF) 2010’da 40. yılını idrak etti. ‘Küresel Elitler Festivali’ diye de nitelendirilebilecek Davos, kapitalizmin zaferini ilan ettiği, ‘özelleştirme, liberalleştirme, kuralsızlaştırma’ sloganlarının arş-ı alaya yükseldiği ‘90’larda en debdebeli dönemini yaşadı. Daha sonra Davos ruhu savunmacı bir çizgiye yöneldi; küresel adaletsizliklerin, küresel iklim değişikliğinin üstünün örtülemeyeceğinin farkına vardı. Ama hep uluslararası sermayenin kolektif çıkarlarını önceleyen bir anlayışı temsil etti. Davos’un kurucusu Karl Schwab şirket yöneticilerinin sadece kar peşinde koşmaması gerektiğini, topluma karşı da sorumluluk duymak zorunda bulunduğunu vurguladı. Çünkü WEF’in Facebook anketine katılanların üçte ikisinin ahlaki zaaf ve değerler aşınmasından ‘müşteki olduğu’ ortaya çıktı. Kısaca, kapitalizmin ahlaki temellerinin (varsa!) çatırdadığı anlaşıldı.
Bu arada, Brezilya’nın Porto Allegre kentinde de 10. Dünya Sosyal Forumu toplandı. 1998’de ‘Çok Taraflı Yatırım Anlaşması’ MAI’nin küresel bir dayanışma ve örgütlenme sonucu rafa kaldırılması, 1999’da ABD’nin Seattle kentindeki Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) zirvesinin fiyaskoyla sonuçlanması başarıları sonucu, kapitalist küreselleşme karşıtı hareketin doğduğu söylenebilir. 2001’de Porto Allegre’de toplanan 1. Dünya Sosyal Forumu’yla ise Davos’un karşı kutbu ortaya çıktı. Kardan, rekabetten, bireyselden kitlesel tüketimden yana Davos’a karşı paylaşmadan, dayanışmadan, kolektif değerlerden kamudan yana Porto Allegre…
DAVOS’UN YAŞAMIMIZA GİRİŞİ
Hatırlanırsa Davos yaşamımıza Özal’ın o meşhur ‘transformasyon’  günlerinde girdi. Ardından uluslararası sermaye çevrelerine sadakat arzetme fırsatını ıskalamak istemeyen Ecevitler, Mesut Yılmazlar, Tansu Çillerler bir bir Davos’ta arz-ı endam etti. Araya, geleceğin lider namzeti etiketiyle Cem Boyner gibilerin de sıkıştığı oldu. Bu toplantılara en heveskar Özal; Samuel Huntingthon’un ifadesiyle ‘Davos insanı’ konseptine ‘cuk’ diye oturan ise gelişkin gustosuyla, bildiği onca lisanla, üst düzey ‘connectionları’ ile Kemal Derviş’ti. Derken Tayip Erdoğan devri gelip çattı. “Tayyip’in Davos’a vedaı”da sayılabilecek 2009’daki ‘one minute’ vakası ise, Davos’ta hüküm süren burjuva adabını ihlal anlamında da soğuk duş etkisi yarattı. İsviçre Alpleri’nin huzur ve sükun telkin eden bu durmuş oturmuş ambiyansına Erdoğan’ın kabadayı, hoşgörüden nasip almamış, haşin üslubu pek aykırı kaçtı.
Herhalde bundandır ki 2010’da Türkiye’yi asla renk ve tat vermeyen ‘bağımsız’ Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz temsil etti. Sivil vesayetin balyozunu yemiş iş çevreleri de ‘Tayyipofobi’ yüzünden olacak Davos’tan uzak durmayı tercih etti. Başbakan, “Bizim ağzımızdan söz bir kere çıkar” diye dursun, önce, “Davos’a gidiyorum” açıklaması yapan ‘merhamet kumkuması’ Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, ağzını ikinci açışında sözünden çarkettiği görüldü.
PARLAK SENARYO: YENİ NORMAL
2009 Davos Zirvesi ‘büyük depresyon’ paniğinde gerçekleşmişti. Katılması beklenenlerden bazıları; iflas eden Lehman Brothers’ın CEO’su müdavimlerden Dick Fuld işini kaybettiği için, Hintli milyarder Satyam Computer kurucusu Ramalinga Raju ise hapsi boylamasından ötürü yok yazılmışlardı.
2010’da ise kapitalizm henüz çökmediği için bir rahatlama, hatta her şeyin alıştıkları üzere gidebileceğine dair bir umut bile vardı. Dönemin moda tabiri ise ‘Yeni Normal’, yani bireylerin tüketimlerini, şirketlerin yatırımlarını, hükümetlerin ise harcamalarını kısmaları ile uzun süreli bir düşük büyüme trendine girilmesiydi. Tabii bu arada istihdam artmayacak, emeğiyle geçinenlerin yaşam standartları yükselmeyecekti. Kaldı ki bu, kapitalizm için en parlak senaryolardan biriydi. Krizin nüksetmesi, popüler ifadeyle W yapma olasılığı ise devam ediyordu.
KAMUYA SAĞDAN SALDIRI
Bilindiği gibi sermaye hükümetleri ulusal bankalarını kurtarmak için bol kepçe, bazı tahminlere göre 12 trilyon dolar saçıp, böylece kendi açılarından büyük bir felaketi önlediler. Türkiye örneğinden de aşina olduğumuz ‘karlar özel zararlar toplumsal’ mantığı bir kez daha işledi. Hatırlanacağı üzere ‘Hepimiz Keynesyeniz’, hatta ‘Hepimiz sosyalistiz’, hatta ve hatta “Marks’ın geri dönüşü” vaveylası altında emekçi kitlelerin cebinden finansal sistem kurtarıldı. Haliyle bu arada kamu açıkları ve kamu borcu da fırladı. Böylelikle önümüzdeki dönemin toplumsal mücadelelerinin zemini de belirlendi. Burjuvazi, kamusal hizmetleri kısarak, kamu çalışanlarının ücretlerini ve sosyal haklarını daha aşağı çekerek, buna karşın sermayenin vergi yüküne pek fazla ilişmeyerek, krizin faturasını geniş halk kesimlerine yıkmak istiyor.
Neoliberal, sağcı düşünce kuruluşlarının fişeklemesiyle, güya ‘yurttaş inisiyatifi’ görüntüsü altında, ‘Politikacılar Konuşur, Biz Öderiz’ sloganı eşliğinde kampanyalar düzenleniyor. ‘80’lerden beri Özal, Thatcher, Reagan dönemlerinden aşina olduğumuz bürokrasi, arpalıklar demagojileri yeniden ısıtılarak kamuya bir saldırı dalgası başlatılıyor. Burada emekten yana kesimlere, tabii ki politikacıların astronomik maaşlarına, silahlanma ve güvenlik toplumuna ilişkin aşırı harcamalara sınırlama ve denetim getirilmesini savunarak, kamu emekçilerinin işlerini ve kamusal haklarını; eğitim, sağlık başta olmak üzere sosyal hizmetleri sahiplenme sorumluluğu düşüyor. TEKEL direnişi de sadece TEKEL işçilerinin haklarına değil tüm kamu hizmetlerine, kamu istihdamına sahip çıkmak, ‘kamu yeniden’ anlayışını diriltmekiçin bir fırsat kabul edilmeli.
DAVOS 2010’UN YILDIZI: SARKOZY
40. yıldönümünde Davos’un oldukça sönük geçtiği ortada. Geçmişteki gibi, Angelina Jolie, Brad Pitt benzeri yıldız yağmuruyla ortalık şenlenmedi. Zirve, özellikle Amerikan politik erkanından da pek rağbet görmedi. Aslında oldum olası Davos Avrupa merkezli, Amerika’nın ‘tek hegemon’ konumuna gölge düşer kaygısıyla mesafeli durduğu bir zemindi. Özellikle Bush döneminde hüküm süren ‘tek taraflılık’ anlayışının Davos’un ‘kozmopolit, konsensüse dayalı’ tarzıyla kimyası uyuşmuyordu. ‘Davos insanı’ kavramının çağrıştırdığı; dünyayı arşınlayan, serbest piyasaya bağlı, kozmopolit kültüre sıcak zihniyetin Barack Obama ile birlikte ABD’de de karşılığını bulduğu düşünülüyordu. Endonezya-Hawai-Kenya üzerinden Washington’da inişe geçen bir yaşam öyküsü Davos için biçilmiş kaftandı. Ne var ki kendi imaj sorunuyla cebelleşen Obama da bu çağrıya icabet etmediği gibi, ABD bakan düzeyinde bile değil, ekonomi danışmanı Lawrence Summers ile temsil edildi. Böylelikle başrol Fransa Cumhurbaşkanı Nicholas Sarkozy’e bırakılmış oldu.
Önümüzdeki yıl G-20’nin başkanlığını üstlenecek Fransa adına Sarkozy, Bretton Woods’un tekrar canlandırılması fikrini ortaya attı. Amerika’nın ve doların gerileyen egemenliği göz önüne alınırsa, tabii ki ABD merkezli Bretton Woods-1’in ihya edilmesi mümkün değil. Belki Keynes’in ‘dünya rezerv parası’ önerisi tekrar gündeme gelebilir. Asıl tartışma, kriz sonrası ‘ulusal’ düzenlemelerle yetinmek isteyen Anglosaksonlar ile finans sistemine ‘küresel’ düzenlemeler gerektiğini düşünen Almanya-Fransa merkezli kıta Avrupası arasında geçecek. Burada haliyle Çin’in başını çektiği BRIC ülkelerinin tavrı önem kazanacak.
KADER LULA’NIN YOLUNU KESTİ
2012’de Wen Jiabao’dan başbakanlığı devralması beklenen Li Keqiang’ın dünya sahnesine çıkışı ise Davos’un diğer önemli bir olayıydı. Li, meydanı boş bulmuşken esip gürlemek yerine, sorumlu devlet adamı profiline oynamayı seçti. ABD ile aralarında tartışma konusu olan renminbinin değeri, İran, google mevzularına hiç girmemeyi yeğledi. Sadece, serbest ticareti savunurken korumacı politikalar uygulayan ülkelere değinerek, ABD’nin Çin lastiklerine vergi koymasına dokundurma yapmakla yetindi. Li özetle, kriz ortamında, üstelik de ihracatın duraklamasına karşın Çin’in 2009’da yüzde 8.7 büyüyerek üstüne düşeni fazlasıyla yerine getirdiğinin altını çizdi.
Davos’ta merakla beklenen diğer bir konuk ise, Brezilya Devlet Başkanı Lula de Silva’ydı. Davos-Porto Allegre hattının etrafında yer alan, hem İsa’ya hem Musa’ya yaranma ihtirasını terk etmeyen Lula, şovuna Dünya Sosyal Forumu’nun 30 bin kişilik coşkun kalabalığına hitap ederek başladı. Tam İsviçre’ye hareket edecekken, yüksek tansiyon onu başkan sıfatıyla Davos’a son bir kez ziyaretten men etti. Belki de ilahi adalet bir kez daha tecelli etti; hep emekle-sermaye, ezilenlerle-egemenler, yoksul Güneyle-zengin Kuzey arasında gelgitler yaşayan, ama karizmasıyla bir şekilde üste çıkmayı da başaran Lula’ya, ‘işe torna tezgahı başında mavi tulumla başlayan senin yerin Porto Allegre, otur oturduğun yerde’ mesajını verdi…
2010 DÜNYA SOSYAL FORUMU
Zaten 39 ülkeden 35 bin kişinin katılımıyla toplanan Dünya Sosyal Forumu, ‘küresel ekonomiyi krize sürükleyen kapitalizmdir; öyleyse önümüzdeki görev sosyalizm mücadelesidir’ mesajını vererek ortayolculuktan uzak durdu. Sosyal forum süreçlerinin başlı başına bir yazının konusu olabilecek sorunlarla, gerilimlerle karşılaştığı biliniyor. Öte yandan son 10 yılda Seattle 1999 ile birlikte yükselen anti-kapitalist mücadeleler için burada ciddi bir fikri tartışma zemini oluştuğuda ortada. Sosyal forumları sulandıran, ‘yeni solun’ bulanık sularında avlanırken oltalarına takılan bir balık gibi takdim edenlere, kuruluş şartlarının daha 1.maddesini hatırlatmakta yarar var:
Dünya Sosyal Forumu neo-liberalizme, sermaye egemenliğinde bir dünyaya ve emperyalizmin her türüne karşı çıkar. İnsanlık ve yeryüzü arasında verimkar bir ilişkiye yönelik bir gezegen toplumu kurmayı taahhüt eder.
Nitekim, bu yıl ‘freeconomics’, yani ‘parasız ekonomi’ teması büyük bir iştiyakla tartışıldı. Madem caddelerde bedava yürürken kimse bize bunun çimentosunu, asfaltının maliyetini sormuyor; öyleyse niye aşılar, okullar, sağlık, kamu taşımacılığından başlayarak bir çok kamusal hizmet tamamen parasız olmasın? Sorusu üzerine kafa yoruldu.
Artık  ‘ne hava bedava, ne de su’. Çok şükür ki hala ‘düşünmek bedava’. Düşünmek, çulsuzlardan, ezilenlerden, sömürülenlerden, yok sayılanlardan yana ütopyalar kurmak bedava. Öyleyse Dünya Sosyal Forumlarını, ardından gelen Avrupa Sosyal Forumu ve bölgesel sosyal forumları ayakta tutmaya çalışmak en hayırlısı. Neo-liberalizme, kapitalizme karşı direnişin gündemini, sorunlarını, programatik hattını bedavadan konuşabilmek için... Bu toplantıları örgütlemek, buralara katılabilmek ne yazık ki bedava olmasa da…

Not: Hazır yeni arkadaşlar aramıza katılmışken, mola verenler yuvaya dönmüşken, ister kış uykusu deyin, isterse bir yenilenme fırsatı, ben de biraz ara verme niyetindeyim. En kısa zamanda görüşmek dileğiyle....