Seçim öncesi gündem adaylık tartışmalarına hapsoldu. Yerel yönetimlerin demokrasi, katılımcılık, şeffaflık açısından ne ifade ettiği ise tartışılmadı. Esas problemlerin görmezden gelindiğini ifade eden siyaset bilimciler, “‘Mış gibi’ yapmak yerine halkı içine alan bir katılımcılık örgütlenmeli” dedi.

Demokrasinin şartı katılımcı yönetim
Fotoğraflar: AA

Politika Servisi

31 Mart yerel seçimlerine haftalar kaldı. Partilerin seçim hazırlıkları yaptığı son iki aylık süreç, adaylık tartışmalarıyla geçti. Kimin, nereden aday gösterileceğine ilişkin kıyasıya rekabet yaşanırken, partiler tanınmış isimleri aday gösterme yarışına girdi. Nerede yapıldığı belirsiz anketler, oy hesapları, vaatler, aday gösterilmeyince küsenler, protestolar, tepkiler siyasetin ana gündemi haline geldi. Ancak yerel yönetimlerin asıl önemi, katılımcılık ve demokrasi açısından ne ifade ettiği, halkın yönetime dahil olması, onu denetleyebilmesi gibi kritik başlıklar yine hasır altı edildi. Yurttaşa seçim günü sandığa gidip oy kullanmasından fazla bir işlev yüklenmediği, bir özne olarak siyasetten dışlandığı, izleyici konumuna getirildiği bilindik ezberler tekrar edildi. Yerel yönetimlerin demokrasi ve halkın katılımı açısından ne ifade ettiğini siyaset bilimcilerle konuştuk.

“Yerel yönetimler, merkezi yönetimden farklı olarak kentlilerin gündelik yaşamlarına birebir  dokunmaları hasebiyle  gündelik yaşamı da dizayn ederler” diyen Araştırmacı yazar Cihan Uzunçarşılı Baysal, “En küçük birim olan mahalleden bakınca, sorunlarımızın, taleplerimizin ve şikayetlerimizin ilk adresi ve muhatabı yerel yöneticilerdir. Kapımızdan çöplerin alınmasından sokak ve caddelerin temizliği ve düzenine, toplu taşımanın herkes için ulaşılabilir olmasından kentsel kamusal alanların niceliği, niteliği ve ayrım yapmadan herkes için erişilebilirliğine, engellilere yönelik kentsel mekan düzenlenmelerinden, yaya-dostu, çocuk-dostu, kadın-dostu kentlere ve elbette sosyal konuta ve erişilebilir barınmaya, kısaca, sayamadığımız ama gündelik yaşamımıza değen ve yaşantılarımızı etkileyen nice alana yerel yönetimler dokunur. Kentlinin kentinden zevk alarak yaşamasından da kendini kentin bir parçası olarak hissetmesinden de yerel yönetimler sorumludur” ifadelerini kullandı. 

“Öyleyse, katılımcılık, yani kentlilerin nasıl bir kent istediklerine yönelik talep ve arzularını ve kente dair şikayetlerini yerel yönetimlerin içinden seslendirebilmeleri kent hakkının olmazsa olmaz ayağıdır” değerlendirmesini yapan Baysal, “Bu bağlamda, ‘mış gibi katılımcılık’ araçları kent konseylerinden bahsetmiyoruz. Kentlilerin sokak -sokak, mahalle-mahalle örgütlenerek temsil edildikleri tabandan bir örgütlenmeden bahsediyoruz ve katılımcılık derken aynı zamanda katılımcı bütçeden de bahsediyoruz. Yerelin bütçesinin kim/ler için ne/ler için harcanacağının karar alma mekanizmalarında kentlilerin yer almasından bahsediyoruz. Mayıs 2015’te Barselona’da seçimleri kazanan ‘Barcelona en Comu’ (Ortak Barselona) böyle bir örgütlenmeden geliyordu; hem de 10 ay gibi kısa bir sürede örgütlenmişlerdi!  Yönetimini de ‘mış gibi’ değil gerçek bir katılımcılık üzerinden şekillendirdi” ifadelerini kullandı.

Cihan Uzunçarşılı Baysal
Araştırmacı - Yazar

OTORİTERLİĞE KARŞI BARİKAT

“Taban örgütlenmesi sürecinden gelen katılımcı yönetimlerin, ‘benim adamım-senin adamın’ siyasetine hapsolmuş Türkiye gerçekleriyle uyuşmadığı aşikar” diyen Baysal değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Adayların seçime çeyrek kala ilan edildiği bir düzlemde, hele adayı olduğu yereli hiç tanımayanlar da göz önüne alınırsa, bu adaylar o kente dair hangi vizyon ve projelerini ne zaman ve hangi katılımcı mekanizmalara dayanarak ilan edecekler? Kentliler ile ne kadar hemhal olabilecekler de talep ve sorunları dinleyip bunlar üzerinden yerel politikalarını üretebilecekler? Yanıt elbette umutsuz vaka! Muhalefet de dahil siyasal partilerin konuyla ilgili yetersizliklerini bir kenara bırakırsak, son yerel seçimlere gelene kadar, sivil toplum örgütlerinin taleplerini ve itirazlarını az çok duyabiliyorken, bu seçimlerde sivil toplum cenahından da ne yazık ki fazla ses yükselmiyor.”

Ülkenin içine sürüklendiği baskıcı rejime dikkat çeken Baysal değerlendirmesini şöyle tamamladı: “Öte yandan, top yekun bir otokrasiye sürüklendiğimiz, dinci neoliberal iktidarın yaşamımızın neredeyse her alanına saldırdığı bir süreçte, yerel yönetimlerin, tabandan başlayarak kentlilerin arzu ve taleplerini dikkate alan katılımcı politikalarla kentlileri yönetimlerinin her alanına ve karar mekanizmalarının her aşamasına dahil etmeleri, otokrasiye giden geçide karşı da bir barikattır. Kent Hakkı mücadelesi demokratik kentin ve son kertede demokratik sistemin temel taşıdır.”

ESAS PROBLEMLER TARTIŞILAMIYOR

“Genel seçimler ile yerel seçimleri birbirinden ayırmamak gerekiyor ikisi de dezavantajlı fakat yerel seçimlerde çok fazla çıkar ağı ile karşılaşıyoruz” yorumunu yapan Siyaset Bilimci Cangül Örnek ise “Yerel dinamikler ve güç ilişkileri devreye girebiliyor. Sanayi odasında iş yapan şirket, güçlü bir esnaf gibi paydaşlar seçimlere dâhil olabiliyor. Ancak bu güç ilişkisi içerisinde olmayanların pek dâhil olamadığı süreçler yerel seçimler. Ülkenin esas problemlerinin tartışılmasına da olanak sağlamıyor. Daha az politik bir atmosfer yaratıyor yerel seçimler. Ancak önümüzdeki 31 Mart Yerel Seçimleri siyasetsizliğin ve halkın katılımının en az olduğu seçim olabilir, bu bir uç noktası” diye konuştu.

“Aday belirleme süreçlerinin nasıl işletildiğini baktığınızda, yurttaşın çözümleyebileceği ilişkiler değil bunlar. Bu ilişkiler yumağı içerisinde siyaset kayboluyor ve siyaset kaybolduğu oranda da yurttaşın tartışmaların içine girme olanağı ortadan kalkıyor” diyen Örnek, şu değerlendirmeyi yaptı: “Yerel seçimlerde iktidar ve muhalefet partilerin adaylarının aynı aile ya da çıkar grubu içerisinden çıktıklarını görüyoruz. Birbirlerine alternatiflermiş gibi dayatılıyor. Yurttaşa sürecin yabancısı gibi davranılıyor. Bu yüzden de vatandaş sandığa gitmek ve sandığı savunmak adına gönülsüzlük gösteriyor.

Cangül Örnek
Siyaset Bilimci

HATAY, SİYASETİ DÖNÜŞTÜRÜYOR

Seçim sürecinin tamamının parçası olmayan insanlar birbirlerinin eşi olan insanlara karşı oy vermemeleri şaşırtıcı olmaz. Bunun en iyi örneği Hatay, burada iktidar ve ana muhalefet partisi adayları arasında neden bir seçim yapmak zorunda hissetsinler kendilerini? Örneğin Hatay örneği var ortada. Temel barınma hakkının dahi sağlanamadığı bir yer. Bıkkınlık var insanlarda. İnsanlara siyasi umut taşınsa tepki iktidara yönelirdi. Hatay Türkiye’deki siyaseti dönüştürüyor. Örneğin Lütfü Savaş kararı skandal bir karar, yurttaşın talebine tamamen kulak tıkamak. Bu yılgınlık yaratıyor ama ötesine geçerek öfke yaratmasını bekliyorum.”