Seksenli yılların sonunda “Cumhuriyet”te içinde benim de olduğum bir özel haber servisi kurulmuştu. Beş arkadaştık ve röportajlar, dizi yazılar hazırlayacaktık. Herkes elinden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyordu. Yalnız bir arkadaş vardı. Akşamüzeri, mesai bitmesine yakın, sağ elinde çantası, sol kolunun altında bir tomar kâğıt ve dosyalarla odaya girer, telaşla çalışmaya başlardı.

Sözüm ona ilginç araştırmalar yapma peşindeydi.

Sorulduğunda uzun uzun anlatırdı.

“İstanbul’da trafik ışıkları ne zaman konuldu? İlk kırmızı ışıkta hangi sürücü geçti? Boğaz köprüsünden para vermeden, kaçak geçen ilk arabanın plakası ne idi?”

Bir süre sonra servis dağıldı ve o arkadaşın hiçbir projesi ne yazık ki hayata geçmedi.

Mahmut Çetin’in hazırladığı “Dersaadet Sözlüğü”nün sayfalarını da bu duygular içinde karıştırdım. (İstanbul Ticaret Odası Yayınları)

Sözlük, gerçekten de farkında olmadığımız kimi ilginç “ilk”lerle bezeli…

Misal mi istersiniz?

Ahmet Hamdi Bey, 1880’de Zeyrek yokuşu başında “Eczane-i Hamdi” adıyla ilk Türk eczanesini açtı.

Sirkeci’de kurulu “Fertek Gazoz Fabrikası” Türkiye’de ilk meyve esanslı gazozu üretti.

Sesli çekilen ilk Türk filmi “İstanbul Sokakları”dır.

İstanbul’da ilk iki kahvehaneyi Halepli Hakem ve Şamlı Şems 1554’te Tahtakale’de açtılar.

Lahananın da anıtı olur mu demeyin?

Sözlük’den aynen aktaralım:

“Merzifon, lahanasıyla meşhur bir bölgemizdir. Merzifon’dan gelen askerler, Yeniçeriler’in Lahana Ocağı’na alınmış ve bu askerle ‘Lahanacı’ denilmiştir. Lahana Anıtı, Topkapı Sarayı’nın Marmara Denizi’ne bakan tarafında yer alan nişan taşıdır. III.Selim’in 434 adımdan tüfekle nişan alıp vurduğu yerde dikilmiştir. III.Selim, Yeniçeriler’in Lahana Ocağı’na mensup olduğu için, nişan alıp vurduğu noktaya ‘Lahana Anıtı’ dikilmiştir.” (s:125)

Fakat elli yıllık yazarlık hayatımda böylesine sübjektif bir “sözlük” görmedim.

Çalışmanın adı “Milliyetçi-muhafazakâr Dersaadet Sözlüğü” olsaydı anlaşılabilirdi.

Mahmut Çetin, kendi siyasal anlayışına göre ne kadar solcu kişi, sol kurum ve kuruluş varsa, hepsini “ötekileştirme”, yaftalama amacında…

Mesela Ötüken Neşriyat var da, Can Yayınları yok, onun yerine yazarın deyişi ile “Alevi kültürünü yayıncılığının temel bakış açısı olarak seçen Can Yayıncılık” var.

Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezi var da, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi yok.

Sansaryan Han’da yalnızca “1944 yılında, aralarında Alparslan Türkeş’in de bulunduğu milliyetçi aydınlar” kalmıştır. Solcular Sansaryan’ın önünden dahi geçmemiştir sanki…

Son günlerde gündeme gelen “muhafazakâr sanat” da bu olsa gerek…

Ve sormak lazım: “Saadet bu sözlüğün neresinde?”

 ***

 ŞAİRİN NOT DEFTERİ

*Şair- çevirmen Anıl Meriçelli de sessizce çekip gitti anılarımızdan. Ülkü Tamer yazmasaydı kimsenin haberi olmayacaktı ölümünden. 1937 Muğla-Milas doğumluydu. 60’lı yılların ortalarında, Kemal Özer’in Beyazıt Beyaz Saray’da bulunan “Uğrak Kitabevi”nde tanımıştım. Sanırım ilk şiir kitabı “Mayıslara Açılan Kapı” yeni çıkmıştı. Çağdaş Amerikan-İngiliz şairlerinden çevirdiği şiirlerden oluşan bir de antolojisi vardı. Efendi, nazik, çelebi biriydi. Yüzü biraz da Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın orta yaşının yüzüne benziyordu. Babıâli dağılınca herkes bir tarafa savrulmuştu. Son yıllarda ortalarda gözükmüyordu, baba mesleği dericilikle uğraşıyordu.

*TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin, mimarlığın toplumsallaşması kapsamında yürüttüğü çalışmaları içerisinde, mimarlık ve kent kültürü ile çocuk kültürünün buluşturulması hedefiyle 2002’den bu yana yürüttüğü “Çocuk ve Mimarlık” çalışmaları özel bir yer tutmakta. Mimarlar Odası, (Konur Sokak 4/3 Kızılay, Ankara) bugün ve yarın 14.00 - 16.00 saatleri arasında gerçekleştirilecek olan; mimarlık eğitimi, çalışma koşulları, iş olanakları gibi soruların konuyla ilgili uzmanlarca yanıtlanacağı meslek tanıtım günlerine üniversite tercihi yapacak bütün gençleri bekliyor.

 *“Sosyal hayatı olmayan biri için sosyal medya ne anlam ifade ediyor” dedi.

 ***

MİSAFİR

Dudağının gölgesi
kalbime düştüğü gün
memelerinin menekşesinde
nihayet bulur ömrüm

Misafirimdir o gün ölüm