Her gazeteciye kısmet olmayacak anlar vardır. Mesela yanına ulaşıldığında birlikte bir fotoğraf bile çektirebilmenin “haber değeri” olan liderler, sanatçılar, sporcularla konuşabilmek gibi…

Her gazeteciye kısmet olmayacak anlar vardır. Mesela yanına ulaşıldığında birlikte bir fotoğraf bile çektirebilmenin “haber değeri” olan liderler, sanatçılar, sporcularla konuşabilmek gibi…

Önceki gün edebiyatımız devi Yaşar Kemal ile evinde görüşmek mutluluğuna eriştim. Türkiye’nin ilk belge bilgi kanalı İZ TV’ye yapacağımız bir belgeselin çekimleri  için büyük usta ile birkaç saat geçirdim.

Ondan öğrendiğim yeni bilgilerin en başında Yaşar Kemal’in düzenli bir BirGün okuru olduğu geliyor. Yaşar Kemal’in okuduğu bir gazetede yazmak, çalışmak benzersiz bir haz veriyor insana. Bir de bunun onun ağzından duymak, bambaşka bir şey…

Edebiyat devimizin eserleri dünyada 50 dilde yayınlanmıştı. Kaç ülkede kitapçı raflarına çıktığını kendisi de bilmiyordu. 

Yurt dışında başlı başına bir temsil abidesiydi. Yaşar Kemal dinildiğinde akla doğrudan Türkiye geliyordu. Türkiye denildiğinde Nasrettin Hoca ve Mustafa Kemal’den sonra en çok anılan isim olmuştu.

Fransa’nın eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand 1995’te şöyle demişti:

-Yaşar Kemal’in sadık okuruyum!

Aynı günlerde  devlet de Yaşar Kemal ile ilgileniyordu!

Der Spiegel dergisinde yayınlanan bir yazısı nedeniyle Yaşar Kemal, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanıyordu. Üstat bu davadan aklandı. Ama İndex on Censorship’te yayınlanan ‘Türkiye Üzerinde Karabulut’ başlıklı yazısı için  1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum ediliyordu.

Türkiye’yi yurt dışında tanıtmak için pop müzik şarkıcıları, türkücüler, dansözlerden  oluşan kafilelerle Avrupa kentlerinde turneler düzenleyip oluk oluk para harcayan devlet, tanıtma fonlarından milyarlar akıtıyordu.

Avrupa kamuoyu ise Yaşar Kemal’i mahkum eden Türkiye’yi protesto ediyordu.

Şarkıcılara türkücülerle turistik gezi yapanlar elde ettikleri sonuçları şöyle açıklıyorlardı:

-Avrupa’da Türkiye’ye karşı ön yargı var!

Yaşar Kemal’in yazı hayatıyla, adli takibat dosyası hep at başı bir arada gitti. Usta daha 17 yaşındayken siyasi nedenlerden tutuklanmıştı. O zamanlar çırçır fabrikalarında çalışıyordu. Sonra ırgat katipliği yaptı. Öğretmen vekilliği, ırgatbaşılığı, kütüphane memurluğu ve traktör sürücülüğünden ekmek parasını kazandı.

Geçen gün evinde konuşurken “Traktör sürücülüğü” dedi:

-Benim Türkiye’deki en mutlu günlerimdir!

Bunu daha önce bir yabancı yayın organında kendisine sorulan “Türkiye’de mutlu musunuz?” sorusu üzerine söylemiş. Üstat hala aynı görüşte:

-Bir tek Çukurova’da traktör sürücüsüyken mutlu oldum.

Bu kısa mutluluğun altını çizmesinin bir sebebi vardı elbette. İki buçuk yıl süren bu mutlu sürücülük dışında kalan zamanlarını devlet adeta burnundan getirmişti. Yaşar Kemal, bugün bir dünya edebiyat devi olarak diyor ki:

-Devleti asla affetmiyorum!

Nasıl etsin ki?

Türkiye’nin etkili makamlarındaki “önemli”(!) kişiler tarafından katiyen değeri bilinmemiş, üzerine üzerine gidilmiş. Her yaptığında bir “suç unsuru”  aranmış. Yoksa yaratılmış! Suçlu ilan edilmiş. Yetmemiş mahkumiyet cezaları kesilmiş.

Bütün dünyanın, önünde saygıyla eğildiği bir Türkiyeli yazar olarak ülkemize onur kazandırmaktan başka bir şey yapmamış.

Yaşar Kemal’in koca yüreği, ilerlemiş yaşına karşın kırılmışlığını koruyor.