Son günlerde iktidarın hedefinde TMMOB, Türk Tabipleri Birliği ve Barolar var. İktidar, kriz derinleşirken muhalif seslere her gün biraz daha tahammülsüz hale geliyor. Cumhurbaşkanı talimatıyla, sözünü ettiğimiz meslek örgütlerine yönelik yeni düzenlemelerin yapılacağı, alternatiflerinin yaratılacağı ve hatta tasfiye edilecekleri konuşuluyor.

Meslek örgütlerine yönelik baskının gerekçesi açık, tartışılacak bir şey de yok. Ancak yapılmak istenenin tarihsel bir perspektife oturtulması, önümüzdeki dönemin anlaşılması açısından önem taşıyor.

Tarihsel olarak mesleklerin ve meslek örgütlerinin, siyasi otorite ile dini kurumlar etrafında doğduğunu ve sonrasındaki gelişmelerinin de bu yapılar karşısındaki konumlanışları çerçevesinde şekillendiğini söyleyebiliriz. Batıda dini kurumların, toplumsal ve ekonomik yaşamdaki merkezi konumlarını yitirmesi boşalan alanın modern devlet tarafından doldurulmasıyla sonuçlanırken, aynı sekülerleşme süreci, mesleklerin özgün ve görece özerk nitelik kazanıp örgütlenmesine de olanak sağlamıştır.

Durkheim, her şeye muktedir dini kurumlar gibi seküler devletin de baskıcı bir güce dönüşebileceği uyarısında bulunur. Bu nedenle başka mekanizmalar yanında devletle toplum arasında, her iki alana da ait olmayan dengeleyici ikincil kurumlara ihtiyaç vardır. Görece özerk ve kendine ait etik kodlarıyla meslek kuruluşları, “dengeleyici güç” olarak arada oluşan bir boşluğu doldururlar. Durkheim, bu rolün aynı zamanda toplumsal yaşamın moral düzenlemesi açısından da önemli olduğunu vurgular.

Aynı değerlendirmede Durkheim, ekonomik alanda yaşamı düzenleyen kilise ve loncaların, kapitalist girişimciliğin yükselişine paralel olarak etkisizleştiğini ancak bu boşluğun meslek örgütleri türü yapılar tarafından doldurulamadığına işaret eder ve bu durumun ciddi maliyetleri olduğunu vurgular.

Çok farklı bir tarihten gelse de Cumhuriyet, aydınlanma ve sekülerleşme sürecinde benzer bir çizgiyi izledi. Durkheim’in toplumla devlet arasında işaret ettiği alanı, meslek odaları, son derece ciddi mücadeleler verip bedeller ödeyerek doldurdular. 1960’ların ikinci yarısından günümüze sözünü ettiğimiz meslek örgütleri, çalışan sınıfları esas alan muhalif bir duruş sergiledi. Son dönemin emek karşıtı politikaları, meslek odalarının muhalefetini daha da belirgin hale getirdi.

Meslek örgütleri her ne kadar Durkheim’in altını çizdiği denetim görevini yapıyor olsalar da geldiğimiz noktada iktidar, milletle arasına giren toplumcu meslek örgütlerine illet olmuş durumda; onları devreden çıkarıp, milletle doğrudan kucaklaşmak istiyor. Böylesi geniş kucaklaşmada milleti saracak kollar içinse, tarihsel bir ironi sayılabilecek biçimde Diyanet işleri Başkanlığına işaret ediliyor. Geçtiğimiz dönemde Diyanet’e ayrılan rekor bütçelerin gerisinde böylesi bir görevlendirme var. Bunun en çarpıcı örneğini de pandemi konusunda TTB ile yarışan Diyanet açıklamalarında gördük.

İronik çünkü Durkheim’in öngörüsü tersine çevriliyor ve bu kez meslek örgütleri, dini kurumlarca ikame ediliyor.

Buradan ne çıkar sorusu için, Durkheim’in ekonomi alanına ilişkin değerlendirmesinde işaret ettiği boşluğun Türkiye’de yarattığı sıkıntılara bakmak yeterli! Türkiye ekonomisi kontrolsüz biçimde bir çöküntüye doğru giderken, orada meslek odalarının üstlendiği türden eleştiriyi üstlenecek kurumlar yok. Yakın zamanda Merkez Bankası’nın hizaya sokulmuştu. İşveren örgütlerinin ise ses vermek gibi bir huyu zaten yok! İşte tam da o boşlukta Türkiye ekonomisi savruluyor.

Kısaca, daha genel bir düzlemde Durkheim’in çıkarımlarını yaptığı 1890’ların gerisine düşen bir projeyle karşı karşıyayız ve doğal olarak orada, meslek örgütlerine de yer yok!