“Yasakoyucu, hukuksal olmayan söylemden aldığı sözcükleri kullanmakla, bunları hukuk evrenine dahil eder

“Yasakoyucu,  hukuksal olmayan söylemden aldığı sözcükleri kullanmakla, bunları hukuk evrenine  dahil eder, ve onlara hukuksal anlamlılık konumu kazandırır. Ne  var ki , yasakoyucunun ifade ettikleri;  sadece ‘edimsiz’ hukuk evrenine aittir; zira bildirişim henüz tamamlanmamıştır... Bir kağıt üzerine yazılmış notalar, anlamsız işaretler değildir; bir anlama sahiptir. Ancak aktüalize olmaları, eserin icrasıyla mümkündür. İşte yasakoyucunun ifadesiyle( yasalar), kağıt üzerindeki notalar gibidir. Bildirişimin tamamlanması için icra edilmeleri;  daha doğru bir ifadeyle yargıç tarafından uygulanmaları gerekir.” (Hukuk Göstergebilimi, Ertuğrul Uzun, Legal Y.)

            Hukuk metinlerinin uygulanması göstergebilim düzleminde ele alındığında,  alıntıdaki sonuç ortaya çıkar. Göstergebilm boyutu dışında özet bir sonuç söylemek gerekirse; yasalar uygulanmalarıyla anlam kazanır.
            Hukukun uygulanması bizde hep sorunludur. Göstergebilim kolayca açıklar. Coğrafyamıza gelince iş değişir.

Örneğin, hakların uygulanmasını Diyarbakır ve Kürtçe boyutuyla ele aldığımızda, işin ne kadar başında olduğumuzu bir kez daha görüyoruz.

Öncelikle çok kişisel bir yanılgımdan söz etmeliyim: Bir sonraki KCK duruşmasına gittiğimde, Diyarbakır’ın çay ocaklarından bir tanesinden çay içmeye yüzüm olmayacak. Bunca yıldır yaptığım avukatlığa, sahip olduğum hak ihlalleri tanıklık deneyimine karşın, Diyarbakır’da yanıldım. KCK duruşmasının ilk gününde verilen öğle arasında, surların yakınındaki bir çay ocağında çay içip, oradakilerle söyleştik. Kravatlı oluşumdan avukat olduğumu anlayan bir arkadaş, duruşmaya geldiğimi öğrenince, istediğimin üç katı çay ısmarlayıp, parasını ödedi. Soruları açıktı; “Beraat olur mu? Tahliye olur mu? Kürtçe savunma olur mu?”

            Diyarbakır’da kaldığım iki gün boyunca, konuştuğum herkes  “Kürtçe savunma” konusunda haklı bir duyarlılık içindeydi. Çünkü, sözkonusu olan dil, yani kendileriydi. Üstelik başbakan beş yıl önce geldiğinde, haklar konusunda söz ve güvence vermişti. “Kürtçe savunmaya izin zor gibi, ama öyle eskisi gibi, anlaşılmayan bir dille konuşuldu gibi saçmalıklar yapılacağını sanmıyorum” dedim çaycıda. Bu anlaşılmaz saçmalıklar yaşandı. Bazen, benim gibi, seyisler de de bilmiyor yarışın sonunu!
            Mahkeme başkanı ilk duruşmaya kurgulanmış gibi bir özenle başlamıştı. “Kimlik tespitinde sadece adınızı okuyacağım. Cevap vermeniz, açıklama yapmanız, bir şey söylemeniz gerekmiyor. Sadece ayağa kalkıp, kendinizi gösterin yeter!” Sanıkların kendilerini Kürtçe “gösterdiklerine” tanık olduk. Yargıcın, tek kelime bile konuşmalarını istememe tavrını sergilerken gösterdiği steril özen beni yanıltmıştı. Bu nedenle, en azından “Türkçe’ den başka bir dilde savunma yapan sanıklar...” gibi bir tutanak bekleme gafletine düşmüştüm.

            Mahkeme üyeleri, “bilinmeyen dilin” konuşulduğu Diyarbakır’da tebdil-i kıyafet edip yarım saat dolaşsalar, çok şeyin “ baş göz üstüne” olduğunu, kardeşce olduğunu anında öğrenebilirler.

            Yasalar ne derse desin, sokaklardan uzak yargı, yargılamak yerine, insanların altındaki ortak zemini böyle ortasından yarıyor işte.

Derin devletin işlediği faili mechul suçu, hala gereken hukuksal sürece sokulup, sorumlular gereken cezalarla  cezalandırılmadı.

            Şimdi de “fiili meçhul sanık” uygulaması gündemde. Bir halkın muhalefeti yok edilmek isteniyor; yöntemler görece farklı, amaç aynı.

            Gerek faili meçhul, gerekse “fiili meçhul sanık” uygulaması birbirinin devamıdır. Birincisini derin devlet, ikincisini AKP iktidarı uygulamıştır. Bu da, mevcut iktidarın, söyleminin aksine ne denli “statükocu” olduğunu bir kez daha gösteriyor.

            Hukuk göstergebilimini Diyarbakır’a uygulayınca, ortaya çıkan tablo budur!



Haftanın dizesi; “endişesi hristiyan, çocukları kürt bu şehirde vakit dar” (Azade, Celal Soycan, Şiirden Y.