“Biz küresel sermayenin deneme alanı değiliz” çıkışı şimdiyi değil, tüm çocukluk çağı aşılamalarını sekteye uğratacağından gelecek günleri de karartıyor. Kızamık, difteri gibi unuttuğumuz hastalıkların haberleri geliyor.

Dört sene, dört mevsim pandemi

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol - X / @esenol

"Bir yerlerde inanılmaz bir şey keşfedilmeyi bekliyor." (Carl Sagan) 

Geçen ay bu köşedeki “Yaz Gribi” başlıklı yazımda, ekonomik ve sağlık yükü giderek artan pandeminin henüz bitemeyen günlerinden söz etmiş ve başlamakta olan dalga ile ilişkili alınabilecek en önemli önlemin, virüsün yeni türevleri için hazırlanılmış olan güncel, güçlendirilmiş aşı olacağını belirtmiştim. Yazının bitişindeki endişeli notumun cevabı ise daha bir ay geçmeden tüm haşmetiyle belirdi. 

“COVID-19 hep bizimle ve sürekli yeni türevleri olacak. Çocuklarımızın torunları dahi aşı olacak. Bu yüzyılın sökün eden afetlerinden bizi akıl ve bilim koruyacak.Umarım her ikisi de bizi benim gözlemlediğim ölçüde terk etmemişlerdir. ”Bulunduktan sonra 14 milyar doz uygulanan aşının bugüne kadar en az 20 milyon insanın hayatını kurtardığı belirlendi. 

Şimdiye kadar bulunmuş en etkili ve güvenli aşı olduğu kabul ediliyor. Yalnızca pandemik günlerden değil, tarihi günlerden de geçiyoruz. Küresel salgında en büyük zarara yol açanlar, infodemi ve millileştirilmiş “ulusal cevapsızlıktı.” Yakın belleğinizi yoklayarak, ülkeye uçaklarla getirilişi canlı yayınlarda gösterilip, sanki kendi ürettiğimiz bir aşıymış gibi böbürlenilen inaktif aşının  “geleneksel” olduğu için tercih edildiği vurgulanarak kamuya benimsetilmişti. Ben ve doğru sözlü bilim insanları da “aşının gelenekseli olmaz” diye itiraz etmiştik. 

16 hastalık kontrol ediliyor 

Aşı bir bilimsel buluş ve teknolojisi sürekli ilerliyor. Bugün, sakatlık ve ölümle ilişkili 20 önemli bulaşıcı hastalığın kontrolünü sağlayan aşılar büyük ölçüde 2000 yılından sonra geliştirildi. 1980’lerde 15.000 civarında “antijen” (bağışıklığı uyaran molekül) vererek 7 hastalıktan korunmayı sağlanabiliyorken teknolojideki ilerlemeler ile artık çok daha saflaştırılmış aşılar hazırlanabiliyor. Şimdi 16 hastalık 173 antijen kullanarak kontrol edilebiliyor. Aşı karşıtları tarafından en çok çarpıtılan gerçeklerden biri bağışıklık sistemimizin bu kadar antijenle karşılaşmasının telafi edilemeyecek bir yük getirdiği spekülasyonudur. Oysa insan daha yeni doğan döneminde günde 2000-6000 yani binlercesine ve onu izleyen dönemde ise aslında sayılamayacak bir antite olmakla birlikte, milyonlarcasına maruz kalır. 

Bir bebeğin bağışıklık sistemi, teorik olarak herhangi bir zamanda yaklaşık 10.000 aşıya cevap verme kapasitesine sahiptir. Bu bilgiyi uyarladığımızda bir bebeğe bir seferde 11 aşı uygulanırsa, aşılara yanıt vermek için bağışıklık sisteminin yaklaşık % 0.1’i çalıştığı hesaplanmaktadır. Programlarımızı uzun yaşamaya uyumlandırmaya çalıştığımız bu yüzyılda, iyiden iyiye saflaştırılmış ve azaltılmış antijen sayısı ile hastalık kontrolü sağlayabilmek çok önemli ve büyük bir kazanımdır. 

Hal böyleyken ve tüm dünya tercihini, tüm bilim çevrelerince çağın buluşu kabul edilen mRNA aşısından yana kullanmak için sıraya girerken, bu aşıdan daha pahalıya mal olan inaktif aşının seçilme gerekçesini  “geleneksel” olandan yana kullandık diyen sağlık otoritesinin masasında oturan, bazıları tanıdık ünvanlı kişilerin etkisi ya da itirazı var mıydı bilinmez.  

Sonbaharın hemen başında artık test yaptırmak için büyük ısrar ve epeyce zahmet gereken şu günlerde dahi test pozitiflik oranlarının yüzde 3 den yüzde 20’ ye çıkması ve kırılgan kişilerde ağır seyirler görmeye başladık. Çalışmaların ortaya koyduğu güncel veriler, yeni türev için hazırlanan aşılarla güçlendirme yapmanın ölümü 2-8 kat azalttığını gösteriyor. Dünyada bu sonbaharda herkese uygulanılacak olan güncellenmiş aşının ülkemizdeki 65 yaş üzeri nüfus ve sayıları 3 milyona yaklaşan bağışıklık sistemi baskılanmış kişiler için getirilmesi büyük önem taşıyor. Ne var ki sağlık otoritesini temsil eden bakan, öngörüldüğü halde şaşırtan, özenle seçilmiş anahtar kelimelerle bilimsel görüş sunanları hedef tahtası yapacak infodemiyi meşrulaştıran bir açıklama ile bilimin ülkemizden hoyratça kovalanacağına dair ipuçlarını açıkça önümüze seriyor. Ama dediğim ya tarihsel bir olayın içinden geçiyoruz ve emin olun ki bazılarımız iyi bazılarımız kötü olarak tarihe geçiyor. 

Nobel Ödülü mRNA’ya 

Bu açıklamayla eş zamanlı olarak, büyük ayak diretmeler sonucunda getirtilen ve bilmediğimiz aşı diye bilinçaltı mesajlarla kötülenen mRNA aşısının, bilimsel buluşuna zemin hazırlayan iki araştırıcı 2023 Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü aldılar. Üstelik hikâyenin kadın kahramanı Katalin Kariko’nun hikâyesi, ekibimizdeki İmmunoloji Bilim Dalından Prof. Dr. Resul Karakuş’un yorumuyla Charles Dickens romanlarını anımsatıyor.  Herkesin pes ettiği bir buluş yolculuğunu tamamlayarak insanlığa büyük hizmet sunan bir kadın kahramanın yüzlerce yıl daha ilham olacak bu evrensel öyküsü yürek soğutuyor.  

“Biz küresel sermayenin deneme alanı değiliz” mesajlı çıkış yalnızca şimdiyi değil, tüm çocukluk çağı aşılamalarını sekteye uğratacak olması nedeniyle gelecek günleri de karartıyor. Bir yandan, hekimlik pratiğindeki dili bağlanmış meslektaşlarımızdan İstanbul’da kızamık salgını, difteri gibi görmeyi unuttuğumuz hastalık haberleri geliyor. İnsanlığa hizmeti nedeniyle Nobel Ödülü alan bilimsel buluşa tezat açıklamaların bu tonda yapılabilmesi insanı ürpertiyor. Üstelik sağlık teknolojisi, ilaç ve aşıyı hiç üretemeyen bir ülke haline düşürülmüş olmamız küresel sermayenin muradını bile aşmış bulunuyor. Bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen o inanılmaz şeyin de bulunduğu tarihsel bir olayın içinden geçiyoruz.