Erkek egemen bir dünyada tüm ayrımcılığa rağmen kadınların neler yapabileceğini herkese gösteren, zorluklar karşısında asla yılmayan, bilimde çığırlar açan, dünyayı değiştiren Marie Curie hâlâ kendisinden sonra gelen biz bilim insanlarının yolunu aydınlatmaya devam ediyor.

Dünyayı değiştiren kadın: Marie Curie
Fotoğraf: NEMO Science Museum

Prof. Dr. Sertaç Öztürk - @Sertac_Oztrk

Öyle bir aile yemeği düşünün ki masada oturan aile üyelerinin toplam beş tane Nobel ödülü olsun. Marie Sklodowska Curie ve ailesi işte böyle sıra dışıydı. Bilim için hayatını tehlikeye atan, nükleer çağın temellerinde çok önemli katkıları olan, ömrü boyunca “kadınlar giremez” tabelaları ile mücadele eden, Einstein’in onun için “Ringa balığı kadar soğuk bir insan” dediği, erkeklerin uğruna düelloya tutuştuğu, dünyayı değiştiren muhteşem bir kadından, Marie Curie’den bahsetmek istiyorum bu hafta. 

Marie Curie, kendilerini öğrenmeye adayan ve büyük amaçlar edinmeye inanan öğretmenlerle dolu bir aileden geliyordu. Babası bilim insanı olmak için eğitim almıştı ama Rusya egemenliğindeki Polonya’da laboratuvarda çalışması yasak olduğu için fizik ve matematik öğretmenliği yapıyordu. Annesi ise en iyi kız okulundan mezun olmuş, oldukça eğitimli bir okul müdiresiydi. Halalarından birisi üniversiteyi İsveç’te okumuş, amcaları ise yetenekli keman virtüözleriydi. Öğrenmeye ve bilime olan tutkusunu besleyen bir ortamda büyüyen Marie için eğitim hayatı 16 yaşına bastığında bitmişti. Zira Polonya’da kadınların üniversiteye gitmesi yasaktı. O zamanlar kadınlar için nispeten eğitim özgürlüğü sunan en ışıltılı yer Paris’ti. Sorbonne Üniversitesi fizik bölümüne kabul edildi. Fizik bölümündeki 1800 öğrenci arasındaki 23 kadından biriydi. Renkli fotoğrafı icat ederek Nobel ödülü kazanan Gabriel Lippmann’dan fizik dersleri, en büyük matematikçilerden biri olan Henri Poincare’den matematik dersleri alıyordu. 1893 yılında yüzlerce erkek arasından fizik bölümünü birincilikle bitiren Marie, 1894 yılında da matematik bölümünden mezun oldu.  

Pierre ile tanışması 

Üniversiteyi bitiren Marie’nin hayatı Pierre Curie ile tanışınca tamamen değişecekti. Pierre insanlardan uzak durmayı tercih eden, nazik ve utangaç biriydi. Paris Endüstriyel Fizik ve Kimya okulunun laboratuvarını yönetiyordu. Bir laboratuvar alanına ihtiyaç duyan Marie, Pierre ile bu sayede tanıştı.  Başlarda bilim konuşan iki arkadaş iken Pierre’nin verdiği ilk hediye Marie’yi kalbinden vurmuştu. Bu hediye ne bir çiçek ne de çikolataydı. Hediye “Fiziksel Fenomende Simetri Üzerine” isimli imzalı makalesiydi. Marie’nin bağımsızlığı ve zekâsı Pierre’i çok etkilemişti ve 1985 yılının Temmuz’unda evlendiler.  

Doktora çalışması için Henri Becquerel’in keşfettiği yeni bir tür ışıma Marie’nin ilgisini çekiyordu. Becquerel koruyucu bir zarf içindeki uranyum tuzlarının fotoğraf plakası üzerinde izler bıraktığını keşfetti. Marie bu fenomeni sonradan radyoaktivite olarak adlandıracaktı. Uranyumdan yayınlanan bu radyoaktivitenin başka elementlerde olup olmadığını merak etti ve hummalı bir araştırmaya girişti. O zaman bilinen elementlerden sadece toryum uranyum gibi radyoaktif özellik gösteriyordu. Siyah parlak bir yapıda olan uraninit isimli bir taşı araştırdı.  Uraninit içinde çeşitli elementlerin yanı sıra uranyum ve toryum bulunuyordu. Fakat radyoaktivesi, yani yaydığı ışınım uranyumdan çok daha fazlaydı. Marie uraninit içinde başka bilinmeyen elementler olduğu düşünüp, saflaştırma işlemine başladı. İlk keşfettiği element uranyumdan dört yüz kat daha fazla radyoaktifti ve ona ülkesinin ismini verdi; Polonyum. Polonyum uraninit içinden tamamen izole edilse dahi uraninitin yaptığı ışınım hala oldukça yüksekti. Marie saflaştırma işlemine devam etti. Çabalarının sonunda yeni bir element daha keşfetmişti. Karanlıkta yeşil-mavi renkte parlayan bu yeni element uranyumdan yaklaşık bir milyon kat daha fazla radyoaktifti. Bu yeni keşfinin adına Latince ışın anlamına gelen radyum ismini verdi. Yaptıkları bu önemli keşifleri duyuran Curie çifti periyodik cetvele iki yeni element eklemişti. 1903 yılında Marie doktorasını vererek Fransa’da bilim alanında doktor unvanı alan ilk kadın olurken, aynı yıl ödüllerin en büyüne, Pierre Curie ve Henri Becquerel ile Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldü. İlk başlarda Nobel komitesi Marie’yi göz ardı etmek istedi. Onlara göre Marie sadece eşine yardım eden bir kadındı. Fakat Pierre bunun olmasına izin vermedi. Her konuşmasında Marie’yi ön plana çıkardı.  

Nobel ödülü 

Polonya’dan gelen, iki element keşfeden ve Nobel ödülü alan bu göçmen kadın Fransızların gözünde bir kül kedisi masalı gibiydi. Bir ulusal kahraman edasında her gün gazetelerde Marie ile ilgili magazin haberleri vardı. Bundan rahatsız olan Marie her fırsatta “İnsanlar hakkında daha az, fikirler konusunda daha çok meraklı olun.” diyecekti. 1906 yılında eşi Pierre tahlisiz bir kaza sonucu vefat etti. En iyi arkadaşını, en büyük destekçisini, ruh eşini ve huzur kaynağını kaybetmişti. Yılmadan beraber başlattıkları işe devam etti, Sorbonne Üniversitesi’nde ilk kadın öğretmen ve profesör oldu. Pierre’in ölümden beş yıl sonra kalbini ısıtan kişi Paul Langevin’di. Langevin, Pierre Curie’nin yıldız öğrencisiydi ve harika bir zekâsı vardı. Marie bu ışıltılı zekadan etkilendi ve ilişkileri başladı. Sorun Langevin’in evli olmasıydı.  Langevin’in eşinden aldığı ölüm tehditlerinin ve aşk mektuplarının gazetelere düşmesi ile Marie için her şey bir anda değişti. Fransızlara göre artık o bir ulusal kahraman değil, düzgün bir Fransız ailesini dağıtan kötü bir yabancıydı. Paris’i terk etmek zorunda kaldı. Bu olumsuzluklara rağmen 1911 yılında bulduğu saflaştırma işleminden dolayı Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. 1914 yılında patlak veren 1. Dünya Savaşı’nda cephede bilimin kullanılmasında önemli katkılar yaptı. X-ışınlarının kullanımının cephede birçok hayat kurtaracağını biliyordu. X-ışınları ile bedendeki kurşunun yeri tespit edilip ameliyat ona göre yapılabilirdi. Röntgen cihazları bulunan asgari ambulansların üretilmesinde ve kullanılmasında liderlik yaptı. Savaşta Radyoloji isimli kitap yazarak radyoloji alanının doğmasını sağladı. Aynı zamanda keşfettiği radyum kanserli dokuların tedavisinde kullanıldı ve radyoterapinin de gelişmesine ön ayak oldu. Kendi kurduğu Radyum Enstitüsü’nü yıllarca yönetti. Yaptığı bu önemli çalışmalar itibarını geri kazandırdı. 4 Temmuz 1934’te ağırlaşan hastalığına yenik düşerek hayatını kaybetti. Başlattığı işleri kızı Irene Curie ve damadı Frederic Joliot devam ettirdi ve Joliot-Curie çifti 1935 yılında Nobel Kimya Ödülü’ne layık görüldü. Irene annesinden sonra kimya alanında Nobel kazanan ikinci kadın olarak tarihe geçti. 

Erkek egemen bir dünyada tüm ayrımcılığa rağmen kadınların neler yapabileceğini herkese gösteren, zorluklar karşısında asla yılmayan, tıpta yeni bir çağ başlatan, fizik ve kimya alanlarında çığırlar açan, dünyayı değiştiren Marie Curie hâlâ kendisinden sonra gelen biz bilim insanlarının yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Curie’nin de söylediği gibi; ‘daha fazlasını yapamasak da, belki her birimiz bir parça bilgi parıltısı yakalayabilirsek, insanlığın gerçek hakkındaki rüyasına mütevazi bir şeyler katabiliriz.’