Eğitim Sen'in yeni Genel Başkanı Kemal Irmak, “Eğitimdeki krizin artık herkes farkında, artık her kesim buna karşı bir ses çıkarma çabasına sahip. Bütün mesele bu sesleri ortak bir koroya dönüştürebilme meselesi” dedi.

Eğitimde tam bir yıkım var
Eğitim Sen’de örgütlü eğitimciler özlük hakları için yürümüştü. (Fotoğraf: Evrensel)

Etki Can BOLATCAN

Eğitim Sen’de 22-23-24 Aralık 2023 tarihlerinde yapılan kongre sonucunda yeni yönetimini belirledi. Yönetimin belirlenmesinin ardından yapılan görev dağılımında Sendika’nın Genel Başkanlığına Kemal Irmak getirildi. Irmak’la sendikanın bu dönemde neler yapacağını ve iktidarın eğitime yönelik gerici, piyasacı müdahalelerini konuştuk. İktidarın yaptığı müdahalelere karşı parça parça direnişler olduğunu vurgulayan Irmak “Bu tür saldırılara bir bütün olarak karşı durmak çok önemli” dedi.

Türkiye'de eğitim sisteminin içinde bulunduğu tablo hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye'nin içinde bulunduğu eğitim sistemi 12 Eylül’le birlikte tepetaklak olmaya başladı desek yerinde olur aslında. Bugün eğitim alanı başta olmak üzere birçok alanda yaşanan aşağı gidişin tohumu 12 Eylül'de atıldı. 12 Eylül'ün ruhunu en iyi taşıyan da mevcut iktidar, AKP iktidarı.

AKP iktidarında çok sayıda bakan değişti, her bakan geldiğinde eğitimde revizyon adı altında farklı müfredatlar, farklı programlar getirdi. Normalde bakıldığında Bakanların attığı her adım eğitimi daha ileri götürmelidir. Sorunları gözden geçirip sorunları çözmeli, her kesimden insanın eğitim hakkına erişmesine olanak sağlamalıdır. Ama gelinen noktada bakanların sürekli değişmesi bunu sağlamadı. Hem eğitim kurumlarının giderek özelleşmesi, hem mevcut eğitim sistemi içerisindeki ortaya çıkan sorunlar eğitimi tam bir kangrene dönüştürdü.

Milli Eğitim Bakanı yaptığı son açıklamalarda yürüttükleri dinselleştirme, piyasalaştırma faaliyetlerini açık etti. Felsefe derslerinin sayısı azaldı, evrim konusunu anlatan öğretmenlere soruşturmalar açıldı. Din dersi ilkokul, ortaokul ve liselerde zorunlu hale getirildi.

Eğitim; barınma, beslenme kadar kamusal bir görev. Devlet, eğitim gören çocuklara bunları sağlamadığı gibi eğitimi de büyük oranda piyasaya açtı. Öğrencilerin barınmaları için yatırımlar yapmayarak yoksul halk çocuklarını tarikat ve cemaat yurtlarına teslim etti. Cemaat yurtlarında da öğrenciler bir sürü sorunla, travmayla karşı karşıya kalıyorlar. Bir süre önce Enes Kara isimli bir üniversite öğrencisi yurtta yaşadığı sorunlar sonrasında bunalıma girip hayatına son verdi. Kısaca özetlemek gerekirse Türkiye'de her şey tepetaklak ama eğitimde tam bir yıkım var.

Kemal Irmak

İktidarın velilere ve öğrencilere rağmen sürdürdüğü eğitim politikalarının yarattığı tahribat şu an ne boyutta?

İktidarın kafasında bir kurgu var ve o kurguyu harekete geçirmeye çalışıyor. Bunu yaparken de ne velilerin çığlığını duyuyor ne öğrencilerin karşı karşıya kaldığı sorunları önemsiyor. Hatta öğretmenleri bile duymak istemiyor. Birçok yerde örgütlenen veliler Veli-Der’de ses çıkarmaya çalışıyorlar. Çeşitli protokollerle pedagojik formasyon almamış kişilerin zorunlu tuttukları etkinliklere çocuklarını mahkum etmemek için direniyorlar.

Bu protokollerle iktidarın murad ettiği şey sadece dindar bir nesil yetiştirmek değil kapitalizmin neoliberal politikalarının ihtiyaçları doğrultusunda söylediklerine biat edecek, iktidarlarını sürdürebilecek pozisyonda biatçı, sorgulamayan, eleştirmeyen, karşı durmayan bir nesil yetiştirmek. Aslında bir anlamda da bu niyetlerine ulaşmış durumdalar. AKP iktidarı birçok konuda; ekonomik konularda, ulaşım konusunda, iç işleri meselelerinde, terör ve güvenlik meselelerinde Türkiye'deki demokratikleşme meselelerinde hep farklı ağızlardan konuştu. Kendilerini topluma beğendirmek adına gün geldi Avrasyacı oldular, gün geldi anti-Amerikancı, anti emperyalist oldular, gün geldi Fetö'cü oldular ama bir tek eğitim alanında hep kendi kafalarındaki program neyse onu uyguladılar.

KAFALARINDA NE VARSA ONU YAPTILAR

Cumhurbaşkanı’nın eski bir açıklaması vardı “eğitim alanında reform” diye buna da “İktidar olduk ama muktedir olamadık, özellikle iki alanda çok başarısızız. Bunlardan birisi kültür birisi eğitim.” diyerek bu reforma ihtiyaç duyduğunu açıklamıştı. Bu açıklamayı biraz farklı okudu insanlar. Eğitimde başarısızlıklarının itirafı gibi okudular. Aslında böyle değildi, yapmak istediklerini henüz tam yapamadıklarını, kafalarındaki o biatçı, eleştirel yaklaşamayan, daha muhafazakar düşünen, bilimin evrensel normlarından uzak yurttaşlar yetiştirme konusunda istedikleri noktaya gelemediklerinin itirafıydı. Sanıyorum ki bunu son Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'le aşma çabasındalar. Yusuf Tekin gelir gelmez cemaat ve tarikatların yan kuruluşu olan dini vakıflar ve dini kurumlar üzerinden eğitimi dini doğrultuda kurumsallaştırmaya çalıştı.

En son “Çevreme duyarlıyım, değerlerime saygılıyım” gibi albenili bir ifadeyle ÇEDES diye bir protokol çıkardılar. Bu protokolle dinselleştirme faaliyetlerini değerler kulübü altında tabana yaymak, okullara yaymak istediler. Nerdeyse bütün okullarda bu kulübün açılmasını zorunlu hale getirdiler. Oysa okullarda hiçbir kulübün kurulması zorunlu değildir, okulun kendi öznel şartlarına, oradaki eğitimcilerin bu kulüplerde faaliyet gösterebilme yatkınlığa bakarak bu kulüpler açılır. Ancak eğitimi daha da dinselleştirebilmek için öğrenciye, öğretmene, veliye rağmen bunu zorunlu hale getirdiler. En son da ÇEDES programı çerçevesinde okullara dini danışman adı altında imam ve vaiz görevlendirdiler. İşin mutfağında çalışan birçok eğitimci, öğretmen, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmenleri, rehberlik ve psikolojik danışman öğretmenleri bu programı doğru bulmuyor. Ancak iktidar işin mutfağında olanların fikirlerini, düşüncelerini, yaşadıklarını esas alarak bir eğitim politikası uygulamak yerine kendi kafalarında ulaşmak istedikleri hedefe ulaşmak için politikalarını kurguluyor. 

ÇEDES’E KARŞI ORTAK MÜCADELE

Peki, ÇEDES’le ve iktidarın diğer gerici politikalarıyla nasıl başa çıkabiliriz?

Eğitime yapılan saldırılar hep böyle parça parça ataklar halinde geliyor. Bazen bu saldırılara karşı iyi şeyler de yapılmıyor değil. Mesela şu anda birçok ilde bazı kurumlar ortaklaşarak ÇEDES karşıtı faaliyetler düzenliyorlar. Ama bunlarla bu şekilde mücadele ve baş etmek yeterli değil. Anlamsız demiyorum bunlar anlamlı ancak bu tür saldırılara bir bütün olarak karşı durmak çok önemli.  Şimdi okullardaki mescitler gündemde, daha sonra okul öncesi öğrencilerine din dersi uygulamaları, onun öncesinde 4+4+4’le İmam Hatip Ortaokullarının açılması. Böyle peş peşe birçok saldırı var. O yüzden bunlara karşı bilimsel, nitelikli, bütün halk çocuklarının ulaşabileceği bir eğitim hattında bütünlüklü bir mücadele yürütmek ve bu mücadeleyi kesintisiz sürdürmek gerekir. Yoksa iktidarın bu alana dönük her saldırısında bir şeyler yapıp ardından sönümlenmesini beklemek, yeni ataklar bekleyip sadece o alanda bir şeyler yapmak doğru bir mücadele yöntemi olarak görünmüyor. Mücadele hattını ortak belirlediğimiz bu ilkeler doğrultusunda laik, bilimsel, demokratik, ulaşılabilir, ana dilinde eğitimi bütünlüklü olarak savunmalıyız.

Bu hatta bir mücadele programı çıkarmak gerekir ve bunu sadece bir sendika üzerinden yapmak da mümkün değil. Bu tür uygulamalardan rahatsız olan tüm seküler yaşamı önemseyen, bunu dert edinen her kesimden toplum kuruluşları olabilir, farklı sendikalar olabilir, siyasi partiler olabilir, dernekler olabilir. Bu kurumlarla geniş cephede ortak bir mücadele hattı mutlaka örülmeli, yoksa sendikalar bu konuda sadece söz söyleyebilir, sorunun asıl sahibi ve çözüm üretebilecek olan bütün yurttaşlardır. Hatta bu uygulamaların arkasında duran, onlara oy veren insanların çocukları bile bu tür uygulamalar karşısında koruma altına alınacaksa bu gerçek bir laikliğin tesis edilmesiyle mümkün. Çünkü laiklik onların algıladığı ve ifade ettiği gibi dine saldırı, din düşmanlığı değil. Bizim savunduğumuz laiklik anlayışı bütün insanların inançlarını yaşayabilecekleri anayasal güvenceye sahip olmaları. Aynı zamanda hiçbir inancın devletin herhangi bir kademesinde ya da kurumunda devleti yönlendirecek, bakanlıklara çöreklenip bakanlıkların politikasını belirleyecek bir konumda olmaması.

Bundan 3-5 yıl önce bu konudaki mücadele konusunda çok umutlu olduğumu söyleyemem. Laiklik meselesini çok fazla algılayamayan, bu alana dönük saldırıları hiç görmeyen insanlar vardı. Birilerinin “biz laiklik değil inanç özgürlüğünü savunuyoruz” demesi diğer taraftan ana muhalefet partisinin sürdürülen tahribatlar karşısında bugüne kadar ses çıkarmaması çok ciddi bir problemdi. Ama artık görüyoruz ki herkes bunun çok ciddi boyutlara ulaştığının farkında. Artık her kesim buna karşı bir ses çıkarma çabasına sahip. Bütün mesele bu sesleri ortak bir koroya dönüştürebilme meselesi.

Eğitim Sen’in iktidar tarafından hedef gösterilmesi hakkında neler söylemek istersiniz?

Eğitim Sen aslında tarihsel bir geçmişi olan, bir geleneği olan, teamülleri olan bir sendika. Encümen-i Muallim’den TÖS’ten, TÖB-Der’den, Eğit Der’den, Eğit Sen’den bugüne gelmiş bir sendika. Ve Bütün bu süreç öğretmenlerin ekonomik, demokratik mücadelesi, onların özlük ve demokratik haklarının korunması, güçlendirilmesi; eğitim alanındaki eşitsizlikler karşısında eşitliği sağlayabilecek bir yaklaşım içinde olmasını hedefleyen bir hattın sürdürücüsü. Eğitim Sen gibi sendikalar genellikle iktidarları, işverenleri rahatsız ediyorlar. Rahatsız ettikleri için de mutlaka bu sendikalarla ilgili birtakım projeler sürdürüyorlar. Bizim sendikamız için de zaman zaman kriminalize edilen, itibarsızlaştırılmaya çalışılan, terörize edilen, terör örgütleriyle iltisaklı denilerek toplum nezdinde algıya neden olan açıklamalar yapıyorlar. Bunun karşısında iktidar ile birlikte çalışan sendikaları da hep iktidarın yanında taşırlar, toplu sözleşmeleri birlikte yaparlar, arka planda eğitimi birlikte planlarlar. Elbette ki bu sendikaların varlığının sendikal mücadele önünde bir engel olarak durduğunu düşünüyorum.

MÜCADELE HATTI HİÇ DEĞİŞMEDİ

Bu kriminalize etme, itibarsızlaştırma, sendikamıza saldırma meselesi sendikamızı zaman içinde nicelik olarak bir miktar geriye düşürse de Eğitim Sen’in bir mücadele anlayışı ve geleneği vardır. Burada en son ben olmak üzere birçok genel başkan arkadaşımız gelmiş geçmiştir, yüzler değişmiştir ama sendikamızın mücadele hattı değişmemiştir. Bütün mesele emekçilerin sadece bir sendikayı tercih etmeleri değil onların gerçek anlamda yanında olan, onların ekonomik demokratik özlük haklarını savunan, bütün halk çocuklarının parasız, eşit, nitelikli, bilimsel, laik bir eğitime kavuşmasını önceleyen sendikada birleşmeleri. Ama giderek otoriterleşen rejimler bu tür sendikaları ve bu sendikaya üye olan insanları tehdit ettikleri için örgütsüz insanlar kendilerine daha güvenli limanlar bulup oralara örgütlenmeyi düşünüyorlar. İşte bu da bizim en temel problemimiz, biz sadece işverenle, iktidarla, sarayla mücadele etmiyoruz. Aynı zamanda bir anlamda karşımıza çıkarılan bu sendikalarla da mücadele etmek durumunda kalıyoruz. Bu sendikaların ismi tarihte sarı sendikacı olarak geçer ve genellikle işverenle ortak çalışırlar, birlikte planlarlar. Oysa sendikaların konumu emekçilerin, işçilerin, işçi sınıfının hak ve çıkarlarını korumak için işverenin karşısında duran ve işçilerin haklarını almaya çalışan bir konumdadır.

Hani bir laf vardır ya “En kötü örgütlülük örgütsüzlükten iyidir.” diye. Ben artık bu lafın doğruluğuna şüpheyle bakıyorum. Çünkü bazen bazı örgütlülükler gerçek mücadele eden yapı ve kurumların önüne geçmek için kontrol örgütleri oluyor. Bizzat işveren tarafından ya da bizzat devlet kademeleri tarafından, bakanlıklar tarafından kurulan ya da süreç içerisinde desteklenen örgütler bugün eğitim alanında yaşanan sorunlara ışık tutmak yerine tıkandıkları yerde iktidarın politikalarını yol açıcı bir konumda oluyor. Genellikle bu örgütlerin yöneticileri toplantılarda, etkinliklerde protokolde yer alırlar. Bu örgütlerin yöneticileri bir tarafta olur, emekçiler bir tarafta olur. Emekçilerin gerçek sendika temsilcileri de emekçilerin yanında, içinde olur. Bu bile bir şeyleri gösterir. Bu işin çıkış yolu da örgütlü mücadeleden geçiyor.