Halk ‘işini’ temsilcilere bırakmayıp, kendisi gördüğünde bir başka oluyor! Memleketin dört bir yanında, geceli gündüzlü yeşili ve uygarlığı tüketerek çalışan rant makinasını ne açılan davalar, ne belediye meclislerinde cılız ve kararsız biçimde seslendirilen itirazlar durdurabiliyor. Canavarın tek zayıf noktası halk muhalefeti, halk karşısında çıkınca ne yapacağını bilemiyor; ürküyor, sendeliyor ve makine susuyor.

Bu duruma en son Rize’nin Samistal ve Kavrun yaylalarında şahit olduk. Halkın tüm ihtişamıyla makinenin önüne dikilişini ve makinenin pespayeleşisini daha önce, Gezi Direnişi’nde de görmüştük.

Milyonlar sokağa çıkıp, irade beyanında bulunduğunda memleketin siyasal iklimi değişmişti. Parkın alışveriş merkezine dönüştürülüşünü sessizce izleyen muhalefet partilerinin vekilleri birden uyanıp, halkın yanında saf tutmuş, ağaçlar sökülürken seyreden ‘idare’ mahkemeleri olayların ortasında ‘yürütmeyi durdurma’ kararı almıştı. O güne kadar bir tek ‘yukarıya’ ve müteahhit operatörlere danışan Topbaş bile tövbe edip, “Bundan sonra ne yaparsam halka soracağım” demiş; Gezi’ye alışveriş merkezi projesi geri çekilmişti.

O mücadele şimdi kalabalık metropolün merkezindeki sığ yeşilden seyrek nüfuslu Rize yaylalarındaki derin yeşile yöneldi. Komandolar eşliğinde yol çalışması başlatmak üzere ilerleyen dozerlerin önüne çıkan yerel halkın sembolü Havva Ana, elmayı bir kez daha ısırıp, ne siyasetçi ne de akademik söylemin erişemeyeceği bir yalınlıkta durumu ifade etti; “Yaylaların yolu birleşmeyecek. Kesinlikle istemiyoruz. Vali bize çapulcu diyor. Biz çocukluğumuzdan beri burada yaşıyoruz. Vali, Kaymakam kimdir? Ben, ben, ben, halkım ben”.

Havva Ana’nın müzakere kabul etmeyen kararlılığına dikkat. Ama asıl üstünü çizdiği mesele kendisine çapulcu diyen devletin, ildeki en yüksek temsilcisi Vali’ye yanıtı; “Ben halkım, sen benim için varsın, ben yoksam sen hiç yoksun”. Ardından atamayla gelmiş, yarın nerede olacağı belli olmayan Vali’ye hatırlatarak sözlerini tamamlıyor; “Çapulcu dediğin biz, bu yaylaların çocuğuyuz, köklerimiz derinlerde”.

Aynı Vali o derin köklere bakıp, ertesi gün ve muhtemelen kendi iradesinin ötesinde alınan bir kararla çalışmaları durdurdu; makina sustu. Havva Ana makineyi şimdilik cennetten kovdu!

Ancak soru şu; bu tür olumsuzlukları durdurmak için illa halkın mı sahneye çıkması gerekiyor? Örneğin siyasal partiler AKP iktidarı ile özdeşleşen bu talana karşı niçin etkin bir karşı duruş sergileyemiyor? Daha doğrusu eğer Havva Ana kendi sorununu kendisi çözecekse, bütün bu temsiliyet yapılarına niçin ihtiyaç var?

Memleketin batısında bu sorunun asli muhatabı birçok belediyeyi elinde tutan CHP. Gezi olayları sırasında, alışveriş merkezinin önünü açan plan değişikliklerinde CHP’li meclis üyelerinin de imzası çıktı. Ankara, İstanbul gibi talanın tavan yaptığı büyük şehirlerin birçok ilçesinde CHP’li belediyeler büyükşehir meclislerinden başlayan talan planlarını sessizce izleyip, birçok durumda ilçe belediyelerinde onay veriyorlar

Eleştirdiğinizde yanıt hazır; “yetkimiz yok”, “biz onaylamasak bir yıl içinde büyükşehir onaylayacak”, “ruhsatlandırmadan doğan kaynağı da kaybettiğimiz gibi büyükşehir bizi çalışamaz hale getiriyor”.

Belediye’yi siyasetin dışına çıkarıp, bir hizmet birimi haline getiren bu anlayış, tam da 12 Eylül rejiminin yaratmak istediği anlayıştı. Bu anlayışa teslim olarak belediyecilik yapanlara 1970’lerde kendisini engelleyen MC hükümetlerini protesto için makamında açlık grevine giden, gençleri idam eden faşist İspanyol hükümetini protesto için elçiliğinin suyunu kesen Vedat Dalokay’ı hatırlatmanın bir anlamı var mı, bilmiyorum. Bunları beklemiyoruz ama bunca yıldır AKP’nin kendi kadrolarını bile isyan ettiren ‘Gökçek vakası’ karşısında bunca yıldır Ankara’nın iki büyük CHP’li belediyesinden bir kez bile olsa, bir isyan sesi de mi çıkamaz.”

Gökçek ve benzerlerine muhalefet etmek niçin bu kadar zor? “Zor durumda kalırız” siyaset yapan için gerekçe olabilir mi? Gezi’de yaşamını kaybeden gençler, ki bir bölümü siyaset yapma iddiasında bile değildi, yaşamları pahasına talan makinasının önünde durmuşken, bunca olanaklarına karşın, bu stratejik sessizliğin müsebbiplerinin siyaset yaptığı söylenebilir mi?

İşte orada Havva Ana; ne rüşvetten pay almış, ne de vekillik iddiası var. Kitap değil ama hayatı okumuş. Isırıyor elmayı, “bu cennet benim, hiçbir yere gitmiyorum” diyor. İsmi galiba Havva bile değil, ama Rize yaylalarında an itibariyle onun iktidarı var.

İktidar mı istiyorsunuz? Bakın Havva Ana’ya, korkmayın, ısırın elmayı, girin günaha!