Emeğin milli gelirden aldığı paya odaklanmak neleri gözden kaçırıyor?

Selin PELEK - Doç. Dr., Galatasaray Üniversitesi

AKP, yirmi yıllık iktidarı boyunca emeklilik yaşı, taşeronlaşma, özelleştirme, genel sağlık sigortası gibi birçok başlıkta sermaye yanlısı ekonomi politikaları izlemiş ve emekçi karşıtı karakterini açıkça göstermiştir. Bu süreçte eşitsizlik göstergelerinin emeği ile geçinmek durumunda olan geniş halk kitleleri aleyhine bozulması herkesin malumudur. İktidarı canhıraş savunan çevreler dahi zenginin hızla daha da zenginleştiği, tüm çalışan kesimlerin ise yoksullaştığı adaletten uzak bu ekonomik tabloyu inkar edememektedir.


Şüphesiz gelir eşitsizliği ve dağılımdaki bozulma yalnızca ülkemizin sorunu değildir. Ana akım iktisat çevreleri, ya da Dünya Bankası, IMF gibi kapitalizmin uluslararası kurumları derinleşen gelir adaletsizliğine hem küresel hem bölgesel, hem de ülke içi ölçeklerde dikkat çekmekte kendi perspektiflerinden olası riskleri değerlendirmektedir. Ancak Türkiye’de dünyanın geri kalanından ayrıksı bir yere oturacak düzeyde kötü yönetilen ekonomi, bilgisiz- beceriksiz kadroların aldığı anlamsız/tutarsız kararlar, faiz indirimi gibi iktisadi gerçeklikten uzak saplantılı hamleler; halkın gündelik hayatına enflasyon, kredi daralması, iç piyasada durgunluk, istihdam düşüklüğü gibi yıkıcı ekonomik problemlere dönüşerek girmiş ya da halihazırdaki sorunları derinleştirmiştir.

Bozulan dengelerin en bariz göstergelerinden bir tanesi; birçok ekonomist tarafından sıkça kullanılan emeğin milli gelirden aldığı pay verisidir. İşgücü ödemelerinin toplam yaratılan gelir içerisindeki payı olarak karşımıza çıkan bu oran gerçekten de son yıllarda düşüş göstermiş ve 2022 yılı için en son açıklanan verilere göre yaklaşık yüzde 25’e gerilemiştir. Ancak bu rakam aldığı ücret ile geçinmek zorunda olan geniş halk kitlelerinin yoksullaşmasına dair bir sinyal içerse de tablonun bütününü aktarmaktan uzaktır. Zira AKP yönetimi altında geçen 20 yıllık zaman içerisinde Türkiye’de çalışan kesimler nicelik ve nitelik açısından önemli değişikliklere uğramıştır. Bunlardan biri kuşkusuz çalışanlar içerisinde ücretlilerin payındaki hızlı artıştır. Aşağıdaki grafikte görüldüğü üzere, AKP’nin işbaşına geldiği 2002 yılında her 100 çalışanın 50’si ücretli veya yevmiyeli iken 5’i patrondu. 2022’ye gelindiğinde patronların toplam çalışanlara oranı değişmezken 100 çalışan içerisinde ücretli veya yevmiyeli olanların oranı 70’e çıkmıştır. Küçük üreticiliğin çözülmesi, okullaşma oranındaki artış, şehirleşme gibi saiklerle kendi hesabına veya serbest çalışma oranları düşüp bağlı çalışanların sayısı artarken emekçilerin toplam gelirden aldıkları pay düşmekte ve üstelik bu pay daha fazla insana dağıtılmaktadır.

Ücret makasının daralıp daha fazla çalışanın asgari ücret etrafında kümelendiği göz önüne alındığında, emeği ile geçinen milyonların üretilen zenginlikten elde ettikleri payın büyümemesi hatta küçülmesi daha anlaşılır hale gelmektedir. Öğretmen, hemşire, mühendis gibi lisans eğitimi gerektiren mesleklerde ortalama ücretler gerek kamu gerekse özel sektörde yıllar içerisinde asgari ücret ile arasındaki fark azalmıştır. Örneğin on yıl önce kamuda memur olarak çalışan bir öğretmen asgari ücretin yaklaşık 2,5 katı bir maaş alırken bu yıl bu oran 1,7’ye kadar gerilemiştir. Bu noktada AKP’nin sermaye yanlısı karakterine uygun olarak emekçi sınıfları “aşağıda eşitleyip” asgari hayat standartlarına mahkûm etme eğilimi akılda tutulmalıdır.

Bu tabloyu değiştirecek yegâne güç ise, mucizevi ekonomi reçeteleri ya da alanında isim yapmış ekonomistlerin şapkadan çıkaracağı tavşan değil yine emekçi sınıfların kendisidir. Zira emek örgütlülüğünün yüksek olduğu ve bu örgütlülüğün sermaye sınıfı karşısında gücünü grev, iş yavaşlatma gibi eylemlerle gösterdiği dönemlerde, toplam gelirden alınan payın arttığını ve eşitsizliği gidermenin en etkili yolunun geniş halk kitlelerinin kendi yaşam koşullarını iyileştirmek için mücadele etmesinden geçtiğini yakın tarih bize göstermektedir.