Bugünkü futbola “endüstriyel” demek yeterli mi? “Finansal Futbol” kitabının yazarı Tuğrul  Akşar’a göre endüstriyel futbol tanımı bugünü anlamamıza yetmiyor. Ona göre 2000’den itibaren UEFA’nın organizatörlüğünde futbol artık finansal bir nitelik kazandı. Futbolda topun şeklinden başka neredeyse her şey değişti.

Endüstriyel futbolun en ileri aşaması: Finansal futbol | Toptan başka her şey değişti

Ozan GÜNDOĞDU

Futbol maçları özellikle 1990’lardan itibaren naklen yayın platformlarının gelişmesiyle alınıp-satılabilen bir ürüne dönüştü. Bu dönüşümü tarif etmek için “endüstriyel futbol” kavramının kullanıldığını biliyoruz. Ancak hem finansçı olan hem de yaklaşık 20 senedir futbol üzerine analizler kaleme alan Tuğrul Akşar, artık endüstriyel futbol ifadesinin yeterli olmayacağını düşünüyor. Ona göre son yıllarda yaşanan dönüşümle beraber futbola “endüstriyel futbolun en ileri aşaması olarak finansal futbol” demek daha doğru. Akşar bu tezlerini aynı zamanda “Finansal Futbol” kitabında da verilere dayanarak derliyor. Biz de Akşar’la, finansal futbol tezlerine ilişkin konuştuk.

Küresel çapta futbola “merkez ve çevre ligler” perspektifinden bakıyorsunuz. Bunu biraz açabilir misiniz?

Politik ve iktisadi literatürde merkez-çevre ayrımları kullanılan bir kavram. Bu kavramın teorize edilmesi Immanuel Wallerstein’ın “Modern Dünya Sistemi Teorisi” ile mümkün oldu. Ben de bu kapsamda Wallerstein’ın bu tezini finansal futbol tezimin açıklamasına temel olması amacıyla futbolda kullandım.

Bu bağlamda gerçekten de, Avrupa’da futbol son 20 yıldır farklı bir mecraya doğru yol alıyor. Belirli bir tarihsel süreç içerisinde parasallaşıp ticarileşen futbol, günümüzde finansal bir karaktere büründü. Ancak bu yapısal dönüşüm gerçekleşirken, Avrupa futbolunda bir yanda Avrupa futbolunu sportif, ekonomik ve finansal olarak domine eden, futbol pastasından daha fazla pay alan beş büyük ligden oluşan bir Merkez Lig yapılanması; diğer tarafta ise, bu liglere payandalık görevini üstlenen UEFA’ya bağlı diğer elli ülkeden oluşan Çevre Lig yapılanması bulunuyor.

İngiliz Premier Lig, Alman Bundesliga, İspanyol La Liga, İtalyan Seri-A ve Fransız Ligue 1 UEFA sisteminin Merkez Ligleri. Bir de bu merkez liglerin etrafında kümelenmiş, tam futbol ülkesi olamamış ama futboldan çok da uzak olamayan, belirli ölçülerde futbol kültürü gelişmiş, parasal anlamda da futbolun bir sektöre dönüştüğü elli farklı ülke ligi bulunuyor. İçinde Türkiye’nin de bulunduğu bu liglere ben çevre ligler diyorum. Çevre ligler içinde yarı-çevre olarak nitelendirdiğim, nispeten diğer çevre ülke liglerine göre rekabet üstünlükleri bulunan, merkez ligler ile diğer çevre ligler arasına sıkışıp kalmış ancak merkez ligler konumuna yükselme olanağı bulunmayan Portekiz, Hollanda, Türkiye, Rusya, Yunanistan, Avusturya, Belçika, Danimarka gibi yarı çevre ligleri de bulunuyor.

►​ Bu saydığınız merkez ligler geçmişten bu yana hakim konumdaydı. Siz özellikle 2000’den sonra bu liglerin hakim konumunun perçinlendiğini söylüyorsunuz. Ne değişti 2000’den sonra?

Evet, 2000’den önce de bu ligler futbolda etkiliydiler, ekonomik olarak gelirin önemli bir kısmını alıyorlardı ama 2000’den sonra olayın rengi değişti. Artık her kulübün çok ciddi iktisadi işletmeleri var. Turizm firmaları, tüketim firmaları, finansal iştirakleri var. Kulüplerin dünyanın dört bir yanındaki taraftarlar aracılığıyla elde ettikleri ticari gelirleri var.

Olayın boyutu şu; 1990 yılından itibaren dijital yayın platformları gelişmeye başladıktan sonra futbol endüstriyel bir aşamaya ulaşıyor. Stadlarda üretimi gerçekleşen, dünyanın her yerine gerçek zamanlı yayınlarla satışı yapılan bir metaya dönüşüyor futbol maçı. Daha öncesinde yani 1970’lerde 80’lerde bunu göremiyorduk. Ancak 2000’den itibaren ekonomik gelir yaratmak, büyüyen pastaya yetmiyor ve artık kulüpler finansal enstrümanları da kullanmaya başlıyor. Tahvil çıkarıyor, bono çıkarıyor, halka arza gidiyor, sermaye piyasalarına gidiyor. Elde ettiği parasal gelir bir süre sonra bu liglerde sermaye yoğunlaşmasına yol açıyor.

endustriyel-futbolun-en-ileri-asamasi-finansal-futbol-toptan-baska-her-sey-degisti-841694-1.

►​ Taraftarlar nasıl değişti bu süreçte?

1990’dan önce taraftarlar desteklediği takımına bir para ayırmazken, 1990 sonrasında desteklediği kulübün ürünlerini satın alarak destekte bulunan ve aynı zamanda bu ürünleri tüketen bir “müşteri taraftara” dönüştü. Futbol statları bu dönemde müşteri taraftara uygun hale getirildi ve gelirleri daha da artırmanın yolları arandı. Farkında olmadan bir tüketiciye dönüşen taraftar, kulübünün kredi kartını cüzdanında taşımaya, yaşamına kulübünün logolu ürünlerini sokmaya, dergisini okumaya, kulübünün pay tv kanallarını izlemeye başladı. Kulüpler için ürün satılabilecek potansiyel bir müşteriye dönüşen taraftar, kendi bireysel tercihleri nedeniyle de tüketici oldu.

Fakat 2000’li yıllardan itibaren en önemli değişiklik bu anlattığım müşteri taraftarın, “paydaş taraftara” dönüşmesi şeklinde oldu. Örneğin bu paydaş taraftar Fenerbahçe kulübünün gidiyor hisse senedini satın alıyor. İngiltere’de Manchester United 2008’deki kriz döneminde 700 milyon sterline yakın tahvil ihraç etti. Bu tahvilleri kulübü destekleyen sermayedarlar satın aldı. Burada sadece futbol taraftarlığı yok. Müşterinin de ötesinde takımına ortak olan bir “paydaş taraftar” var. Tabi bu taraftar mali yatırımcı olduğu için kulübün mali durumunu da yakından takip ediyor. Bir olumsuzluk olduğu zaman hesap soruyor.

►​ Peki bu bahsettiğiniz değişim yeşil sahaya nasıl yansıyor?

Önce de söylediğimiz gibi, bu değişim ve dönüşüm sürecinde futbolun tek değişmeyen ögesi topun şekli… Maradona futbol oynarken, bir futbolcu bir maçta 6,5-7 km koşuyordu, bugün 12 km koşuyor. Eskiden 80 bin-100 bin kişilik statlar yapılıyordu Maracana gibi. Bugün 50 bin 60 bin yapıyor ve koltuk başına geliri maksimize etmeye çalışıyorlar. Eskiden oyuncuların göğsünde sırtında logolu ürünler olmazdı artık var. 30 tane kamerayla maçın tüm detayları kayda alınıyor, maç önü, maç arası, maç sonu yayınları başka bir pasta yaratıyor. Futbolun daha hızlı oynanmasını sağlıyorsun ki, seyirci maçtan sıkılmasın. Çünkü bu ürünleri üreten şirketlerin hepsi kulübe ortak. Bir de kulüpler arasındaki eşitsizlik de arttı. Bugün Premier Lig 9,6 milyar avro sadece bonservis bedelleri üzerinden servet değerine sahip. 5 büyük ligin bonservis bedelleri üzerinden lig değerleri 29 milyar avro. Bu çok büyük bir servet. Avrupa futbol pastasının yüzde 60’a yakınını bu 5 merkez lig paylaşırken, geri kalan yüzde 40’ı 50 çevre lig paylaşıyor. 5 büyük ligin dışında olup bu liglere bonservis bedelleri üzerinden değeri en yakın lig Portekiz ligidir, onun bile lig değeri ancak 1,1 milyar avro. 5 merkez lig içinde lig değeri en düşük olan Fransa’nın Ligue 1’i bile Portekiz’in Liga NOS’unun 3 katından daha değerlidir.

►​ Bu dengesizliği salt 5 Avrupa ülkesinin başarısına yormak mı doğru yoksa UEFA’nın da bu merkez liglerin üstünlüğünü koruyan uygulamaları var mı?

UEFA’nın temel amacının futbolu pazarlamak olduğunu eski genel sekreterlerden Gerhard Aigner, ‘’Ben buraya futbolu pazarlamak için geldim’’ şeklinde ifade etmişti. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bugün UEFA, sportif ve sosyal bir organizasyon olmanın ötesine geçerek finansal bir organizasyona dönmüş durumda. Milyarlarca avro finansal varlığı ve bankalarda nakdi bulunan, yine milyarlarca avro para dağıtan bir finansal yapı UEFA. Doğal olarak bu durumda daha fazla parası, daha fazla serveti olan kulüpler, futbolda söz sahibi oluyor ve futbolu kendi çıkarlarının maksimizasyonunda kullanıyorlar. Bu olumsuzluğu Manchester City ve Paris Saint Germen örneklerinde gördük. UEFA’yı da tehdit edebilme cesaretini gösteren bu aç gözlü zengin kulüpler, futbolun olanaklarını kullanarak, kendilerine haksız rekabet üstünlüğü sağlıyorlar. Bunu yaparken de, UEFA’nın Finansal Fair Play kurallar setini bile delebiliyorlar. Ne var ki, bu kulüpler çevre liglerde olduğu gibi çok katı cezalara çarptırılmıyorlar.

►​ Çevre liglere karşı UEFA’nın bu tutumu neden kaynaklanıyor peki? Neden eşitsizlik ekonomisini devam ettirmek istiyorlar?

Şampiyonlar Ligi finalinde örneğin kimler oynasın? Herkes örneğin Barcelona - Manchester United karşılaşması izlemek ister. Kimse Porto – Galatasaray maçı istemiyor. Nitekim 2003-2004 Şampiyonlar Ligi finalinde Porto- Monaco karşılaştı ve bu karşılaşma Şampiyonlar Ligi tarihinin en az izlenen finali oldu. UEFA da bir daha böyle bir “fiyasko” olmasın diye katsayı vb. şekilde çevre liglerin takımlarının aleyhine uygulamaları hayata geçiriyor. Takım katsayısı uygulamasıyla zaten çevre liglerin takımlarının merkezle rekabet etmesini imkânsız hale getiriyor. Düşünün, 1992’de başlamış Şampiyonlar Ligi organizasyonu… O günden bugüne merkez liglerin dışında sadece Portekiz’den Porto kupayı kazanmış. Porto’nun kazandığı yılın finali de bu tarihin en az izlenen finali olmuş. Yayın gelirlerinin önemi ortadayken, UEFA bunun bir daha yaşanmasını ister mi?

►​ Tam da finansal futbolun başladığı 2000’li yılların başında Türkiye’nin de uluslararası organizasyonlarda tarihi başarıları oldu. Galatasaray’ın UEFA Kupası ya da Milli Takım’ın Dünya üçüncülüğü gibi… Bu tip başarılar artık imkânsız mı?

Merkez liglerin başarısı tesadüfe bırakılamayacak biçimde kalıcılaştırılıyor. Haksız rekabet kurumsallaştırılıyor. Ortada bir kartel var, o kartelin içine merkez liglerin dışında bir başka ligin girme olasılığı yok. Bu koşullarda çevre liglerin Avrupa’da kupa kazanma şansları yüzde birin altında. Bugün Şampiyonlar Ligi’nde mücadele edebilmenin yolu minimum 200-250 milyon avro bütçe büyüklüğünden geçiyor. Bizim en iyi takımımızın bonservis bedelleri üzerinden değeri 86 milyon avro. Yani bu kulüplerle rekabet edebilecek bir parasal büyüklüğünüz, bütçeniz yok. Bu ligler ilave parayı sadece borçlanarak yaratabiliyorlar. Bu da, çevre ligleri borç sarmalına sürüklüyor. Bunun yanı sıra çevre ligler sahip oldukları en iyi oyuncuları da, sözleşme bitiminde kendilerine önerilen astronomik transfer ücretleri karşısında Bosman yasası gereği kadrolarında tutamıyorlar. Parayı veren en iyi oyuncuyu satın alıyor. Bu çevre liglerden, merkez liglere kas göçüne neden oluyor. Bu koşullarda çevre liglere ancak 35 yaşında futbolcu geliyor. Artık emekliliğine yaklaşmış bu oyuncuları Süper Lig takımları, Katar öncesi son durak olarak takımlarında, Türkiye’de oynatıyor. Elbette bazen sürprizler olabilir. Ancak UEFA’nın getirdiği düzenlemelerde sürdürülebilir başarı merkez ligler içindir.

►​ Bu karamsar tabloda çevre ligler ne yapmalı öyleyse?

Burada benim tezim ve temel ilkem şudur: Kulüpler ve ligler arasında minimum eşitsizlik, maksimum eşitliği sağlayabilecek bir yapı kurulmalıdır. Dengesiz rekabeti, dengede rekabete dönüştürebilecek bir futbol örgütlenmesi oluşturmamız lazım. Bunları başaramaz isek, futbol bir spor ve keyif olmaktan çıkıp sıkıcı bir şeye dönüşüyor. Bu konuda inisiyatif te kesinlikle UEFA’ya bırakılmamalıdır. Bu söylediklerim lokal ligler bazında, yani mikro ölçekte de geçerlidir.

Bugün UEFA bağlı 55 ülke federasyonu bulunuyor. Bu liglerden beşi merkez lig. Çevre liglerin merkez liglere karşı ortak bir platformda mücadele etmesi lazım. UEFA sistemi içindeki 55 ligin bulunduğu ülkelerin toplam nüfusu 749 milyon. Bu nüfusun yüzde 58’i yani yaklaşık 435 milyonu çevre liglerde. Çevre ligler bu demografik yapılarıyla aynı zamanda finansal futbolun en büyük tüketicisi, pazarı konumunda. Bu avantajlarını etkin kullanabilirler. Bunun için potansiyellerini harekete geçirmeleri gerekiyor. Çevre ligler güçlerinin farkına varmalılar. Bilmeleri lazım ki, UEFA ve merkez ligler çevre liglerden vazgeçemezler.