Enerjinin sadece pahalı olmasından değil, üretimi sırasında doğaya verilen zarardan birkaç şirketin kontrolünde olmasından şikâyetçiyiz. Enerjide devrim niteliğinde bir değişikliğin şart olduğu anlaşılıyor. Peki, nasıl yapacağız?

Enerji dönüşümünden enerji faturalarına giden yol

Kime dokunsak enerji faturalarından yakınıyor. Kazancımız faturaları ödemeye yetmiyor. Aldığımız hizmetin kalitesi düşük. Enerji sektörü birkaç şirketin kontrolünde. Enerji dönüşümünün, başka bir deyişle, enerjide devrim niteliğinde bir değişikliğin şart olduğu ortada. İyi ama nasıl yapacağız? Üretim ve dağıtımı kamulaştırsak tüm sorunlar çözülür mü? Her yere güneş paneli koyarsak iklim krizi başta olmak üzere çevre sorunları biter mi? Başka bir dünya hepimizin istediği ama o dünyanın resmini nasıl yapacağımızı yeterince konuşmuyoruz.


Resmin özelliklerini ise biliyoruz; doğaya en az zararı verecek, iklim krizine yol açmayacak, daha fazla enerji tüketmeyi değil enerjiyi verimli kullanmayı öne çıkaracak, istendiğinde erişilebilir olacak ve temel ihtiyaç olduğuna göre kimse yokluğunu çekmeyecek.

İklim krizine neden olan kaynaklar belli; petrol, kömür ve doğalgaz kullanılmayacak. Nükleer santralların kaza, sızıntı ve atık sorunu çözülemediğine göre onu da listeden çıkartabiliriz. Nükleer, seragazı emisyonları konusunda da masum değil; rüzgâra göre 6 kat daha fazla emisyona yol açıyor. Amacımız doğayı korumak ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmak. Bu durumda geriye yenilenebilir enerji kaynakları kalıyor. Hidroelektrik santralların doğaya verdiği zararların sanıldığından büyük olduğunu da yaşayarak öğrendiğimize göre onları da listeden çıkartabilir, kurulmuş olanları ise bir süre daha kullanmaya devam edebiliriz. Türkiye’deki kötü uygulamaları örnek almadan, güneş, rüzgâr, jeotermal, biyokütle, dalga ve hidrojenle yola devam edebiliriz. Endüstriyel bir toplumda yaşamaya devam etmek istiyorsak eldeki kaynaklar bunlar.

Yenilenebilir yeter mi?

Yenilenebilir enerjinin talebi karşılama sorunu da yok. 2019 yılında küresel enerji tüketimi 65 petavatsaatti (PWh). Bugünün teknolojisiyle sadece güneşten 5800 petavatsaat elde edebiliyoruz ve halihazırda bu potansiyelin yüzde 60’ı ekonomik. Kanımca burada sorun potansiyel değil, onu değerlendirmek için kullanılacak kaynakların eldesinde doğaya verilecek zarar. Bu yüzden de enerji tüketimini azaltmayı ve enerjiyi verimli kullanmayı her şeyin önüne koymalıyız. Yoksa bir çıkmaz sokağa doğru ilerleyeceğiz.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA), 2050 yılı için yaptığı projeksiyonda yukarıdaki tüm soruları yanıtlıyor. 2050 yılında sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutacak bir senaryoda, önümüzdeki 30 yılda enerji tüketimini artırmak değil yüzde 10 oranında azaltarak, talebin neredeyse yüzde 90’ını yenilenebilir enerjiden karşılamak mümkün diyor.

Güneş, rüzgâr pahalı mı?

Şimdi işin fiyatına bakalım. Herkesin dileği faturaların azalması. Enerji sektöründe kabulü yüksek olan Lazard şirketinin 2021 sonuna dayanan hesaplamalarına göre büyük ölçekli güneş ve rüzgar santrallarından elektrik üretmenin kilovatsaat başı maliyeti 2,6 ila 3 sent aralığına gerilemiş görünüyor. Türkiye’deki son ihalelerde de bu fiyatlar ortaya çıktı zaten. En ucuz seçenekler güneş ve rüzgar, onu bazı doğalgaz santralları ve jeotermal enerji izliyor. Ardından kooperatiflerce kurulan güneş santralları geliyor. Kömür, güneş termal santrallar, nükleer ve bireylerin çatılarına kurdukları güneş panelleri bu sırayı izliyor. Fiyatı belirleyen onlarca etken var elbette; örneğin sosyal maliyetler burada yok. İlk yatırım, kurulum, işletim giderleri gibi ana kalemler baz alınıyor. Yine de güneş ve rüzgârın başını çektiği yenilenebilir enerji kaynakları açık ara önde. Ucuz enerji istiyorsak adres belli.

Güneş batınca ne olacak?

Maliyetler yenilenebilir enerji kaynaklarının lehine çalışıyor ancak rüzgâr ve güneş gibi bazı kaynaklar sürekli elektrik üretmedikleri için yokluklarında biyokütle, jeotermal gibi emreamade kaynakları hidrojen ve batarya sistemleriyle desteklemek gerekecek. Güneş enerjisinin depolama destekli uygulamalarında maliyetler artıyor ancak depolama maliyetlerinin de rüzgâr ve güneşte olduğu gibi hızla düşmesi bekleniyor. Depolamada kullanılan kaynağa göre rüzgâr veya güneş destekli elektrik sisteminin maliyeti bugünkünden daha düşük olabilir. Bu teknolojilerin en büyük avantajlarından biri de sizi şebekeden bağımsız hale getirip, dağıtım şirketlerinden kurtarması olabilir. Bir sitede veya köyde, küçük bir güneş ve rüzgâr gücünü, biyogaz santralı ya da elektrik depolama sistemiyle desteklediğinizde tüm faturalarla vedalaşabilir, yatırımın maliyetini çıkardıktan sonra çok daha ucuza elektrik üretebilirsiniz. Ayakların yere bassın derseniz de çatınıza koyacağınız güneş panelleri ve bir depolama sistemiyle bağımsızlığınızı ilan edip, petrol fiyatı arttı, doğalgaz zıpladı haberleriyle ilgilenmezsiniz. Güneşin fiyatı hep aynı.

Enerjinin nerede kullanılacağını belirlemeliyiz

Tartışacağımız bir konu daha var. Enerji üretimi ve dağıtımını tamamen kamulaştırsak ve enerjiyi yüzde yüz yenilenebilir enerjiyle karşılasak bile bir maliyeti olacak. İletim ve dağıtım hatlarının bakımı, santralların işletmesi gibi hizmetlerin de karşılanması şart. Kamunun kâr beklemeden bu hizmetlerini sunduğunu düşünürsek faturaların biraz daha hafifleyeceği ortada. Ancak burada bizi bekleyen bir tehlike var. Amaç enerji maliyetlerini herkes için ucuzlatmak olursa enerji tüketimini artırabilir, enerjinin verimli kullanılmasının önüne geçebiliriz. Doğu Bloku’ndaki sorunlardan biri de buydu. Bugün bile Avrupa’da enerji yoğunluğu en yüksek ülkeler arasında Romanya, Bulgaristan ve Polonya var. Enerji üretirken ödediğimiz bedeli fiyata yansıtmanın en iyi yolu, kullanılan alana göre fiyatlandırmak olabilir. Ekmek üreten bir fabrikaya verilen elektriğin fiyatıyla, lüks bir ürün üreten fabrikaya verilen elektriğin fiyatı farklı olmalı. Bugün mesken, ticarethane ve sanayi başlıklarındaki tarifeye getirilecek ek kalemlerle, elektriğin tüketiminde kullanılacak öncelikli alanlar belirlenebilir. Bin bir bedel ödeyerek ürettiğimiz enerjinin değeri böylece daha iyi anlaşılabilir. ÖTV ve vergi kalemleri daha çok tüketiciyi ilgilendirdiği için üretim aşamasındaki karar verme süreci üzerinde etkisiz kalabiliyor. Ucuz enerjiden çok enerjinin verimli kullanılmasına ve kimsenin temel ihtiyaç haline gelen enerjiden mahrum kalmamasına odaklanmalıyız.

Başka bir “kamulaştırma” mümkün

Daha iyisini de yapabiliriz. Mümkün olan herkesi, evinin çatısında, köyünde, sitesinde ve apartmanında elektrik üretmeye teşvik edebiliriz. Enerji kooperatifleri, belediyelerin kuracağı enerji şirketlerine ortaklık ve daha pek çok farklı yolla üretimi “başka türlü kamulaştırabiliriz”. Enerjide kendine yeten her köy, kasaba iletim ve dağıtım kaynaklı maliyetlerin düşmesine, kayıpların azalmasına yarar. Resmi rakamlara göre iletim ve dağıtım kaybı yüzde 10 civarında. Yarı yarıya azaltmak rahatlıkla iki büyük kömür santralının üretimine eş elektrik demek.

Türkiye ısrarla yenilenebilir enerjiyi şirketler aracılığıyla geliştirmeye çalışsa da aslında başta güneş olmak üzere bu kaynaklar bireyler veya kooperatifler için oldukça elverişli. 2019 yılında Almanya’daki kurulu yenilenebilir enerji gücünün yüzde 40’ına çiftçiler ve bireylerin sahip olduğunu düşünürsek, devletin doğru yönlendirmeleri enerjide 4-5 şirketin iki dudağına bağlı kaderimizi kökten değiştirebilir. Bahsettiğimiz az buz bir rakam değil. 2019’da Almanya’nın yenilenebilir enerji kurulu gücü 120 bin megavatı geçiyordu. 50 bin megavatına yakınının bireylerin elinde olması demek neredeyse bugün Türkiye’deki tüm barajların, rüzgâr ve güneş santrallarının yurttaşların elinde olması anlamına geliyor. Tarlalarda çiftçilere ait rüzgâr türbinleri, köylerde biyogaz tesisleri ve kentlerde de evlerin çatılarında fotovoltaik paneller var. Enerji kooperatifleri de oldukça yaygın. Kamulaştırmayı tartışırken halkın enerji üreticisi ve tüketicisi olduğu başka bir kamulaştırmayı göz ardı etmemeliyiz.

Havuç olmadan sopa olmaz

Öyleyse önce enerjiyi daha az kullandıracak ve bunu teşvik edecek bir sisteme ihtiyacımız var. Elektrik üzerinden örnek verirsek, kademeli fatura gibi, “havuç ve sopa” içeren uygulamalarla az kullanımı teşvik etmekte bir sakınca yok. Ancak, insanların tasarruf yapabilmesi için gerekli düzenlemeleri yapmadan çok tüketeni cezalandırmaya kalkarsanız kademeli tarifede havuç kalmaz, sadece herkesi sopalarsınız. AKP’nin yaptığı da buydu ve sopayla karşılaşan insanlar haliyle isyan etti. Daha iyi yalıtımlı binalar, enerjiyi tasarruflu kullanan ev aletleri veya ulaşım araçları, elektrik üreten güneş panelleri için vergi indirimi veya uygun kredi gibi hiçbir aracı halkın kullanımına sunmayan iktidar partisinin yurttaşlara “artık az enerji harcayın, harcamazsanız daha çok ödeyin” demesi haklı olarak herkesi isyan ettirdi. Bu yanlışın panzehrinin “bedava elektrik” olmadığını da biliyoruz diye umuyorum. Acı çekiyoruz ama iyi tarafından bakalım. Yeniden kuracağımız Türkiye’nin enerji politikası nasıl olmalı, onu tartışmaya başladık.