Enver Ercan’ı bu hafta kaybettik.

Ben onu kazanma hikâyemi anlatmak istiyorum: yirmi bir yaşındayım. Enver Ercan’ın genel yayın yönetmeni olduğu Varlık Dergisi’nin düzenlediği Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’ne Gelin Başı’nın kitap dosyasını göndereceğim. Birinci seçilen dosya kitap halinde yayımlanıyor. “Kitaba” son halini vereyim diye o dönem sınavlar hariç okula gitmedim. “Bir yazar gibi” çalışıyorum. Hep öykü yazıyordum ama bu sefer “kitap yazıyorum.” Tam uykuya dalacakken o cümle şöyle mi olsa diye kalkıp evin içinde dört dönüyorum. Başvuru için son tarih 30 Nisan. O gün öğlene kadar, şu cümlede noktalı virgül mü virgül mü olsa, tashih var mı diye dosyanın başından kalkamadığımdan kargoyla yollama şansını kaçırmışım. Dergiyi arayıp kaça kadar açıksınız diye sordum: Beş. Çocukken dergi çıkardığımızda fotokopiyle çoğalttığımız kırtasiyeden müstakbel kitabımın altı çıktısını aldım... Bir iki üç dört beş altı. Acaba dosyalar için seçtiğim bu sarı zarf yeterince sarı mı yoksa şu krem rengi olan daha mı şık durur? Derginin bulunduğu Sultanahmet’e vardım, saat beşe çeyrek var. Elimde öykü dosyalarım, Sultanahmet sokaklarında koşuyorum: “Pardon Varlık Dergisi nerde acaba?” Adres arayarak hayalime koşuyorum. Varlık’tan içeri soluk soluğa girdim. Saat beşe beş var. Enver Ercan karşımda. “Ben dosya teslim edecektim.” Odasına girdik. Duvar boyu dizilmiş öykü dosyaları... Saat beşe üç var, “Pardon son bir kontrol edebilir miyim?” Enver Ercan o teskin edici gülümsemesiyle “Tabii” dedi, “sakin ol.” Zarfı açtım, dosyalar tamam mı diye saydım, bir iki üç dört beş altı. Elim ayağıma dolanmış, Enver Ercan, şaşkınlığıma şaşırmış gülümsüyor. Zarfı kapatıp dosyamı bıraktım. Acaba bu zarf?

Birinci seçilmedim. Ama o gün o dosyayı bırakmam vesilesiyle çok kıymetli bir abim oldu: Enver Encan. O gün Varlık Dergisi’ne dosyamı götürmesem belki de Gelin Başı hâlâ bir yere gönderilmemiş, doğal olarak yayınlanmamış olacaktı.

Enver Abi, bu hafta aramızdan ayrıldı. Edebiyata çok iyi eserler verdi. Edebiyat dergiciliğine büyük emek verdi. “Beni kim okur ki?” umutsuzluğu yaşayan gençlere, ilham oldu. “Varlık’ta öyküsü çıkmak” bizim için hep bir övünç kaynağı oldu.

Enver Abi’yi uğurladığımız gün, Yeldeğirmeni Sanat’ta toplandık. Ölümünden bir gün önce bıraktığı sesli mesajı dinledik: “İyi ki doğmuşum. Bu kadar çok sevenim olduğunu bilmiyordum.”

Dostları, yol arkadaşları Enver Ercan’ı anlatıyor. Turhan Günay, hapiste olduğu süre boyunca kendilerini hiç yalnız bırakmadığının altını çiziyor. Adnan Özyalçıner, tabutun yanındaki çerçevelenmiş resme, senin orda ne işin var der gibi bakıyor.

On bir gibi cenazenin kaldırılacağı camiye gidiyoruz. Öğle ezanına kadar ki iki buçuk saatte Enver Abi’nin ardından bir aradayız. Yine şiirden, öyküden, kitaplardan bahseden insanları bir araya topladı.

Oradakiler; bir kısmını çok iyi biliyorum, kendimden. Yaşar Nabi Nayır Ödülleri sayesinde ilk kitabı çıkanlar, ilk kitabını yazanlar. Olsun ben dosyamı göndereyim, seçilemesem de en azından beni altı edebiyatçı okur diyenler. Bir iki üç dört beş altı. Sonra, özgeçmişlerinde, “öyküleri Varlık Dergisi’nde yayımlandı” “şiirleri Yasakmeyve Dergisi’nde yayımlandı” cümlesinin yer almasıyla övünenler. Biziz. Enver Abi’nin bir biçimde cesaret verdikleri.

Sonra daha genç arkadaşlar, Enver Abi’nin Varlık Dergisi’nde son el verdikleri.

Enver Abi’yi anıyoruz, onunla ilgili hatıralarımızı; hayatımıza, yazdıklarımıza nasıl değdiğini anlatıyoruz. Şiirlerinden dizeler geçiyor. Cenaze saati yukarı çıktığımızda; biz Enver Abi’nin hazırladığı dergilerden birinin sayfaları gibiyiz. İkili üçlü gruplar halinde bekleyen herkes edebiyat konuşuyor.

Hayatı boyunca dostluğuyla olduğu kadar çıkardığı dergilerle, yazdığı şiirlerle de omuz omuza yürüdüğü insanların omuzlarında uğurlandı Enver Ercan.

Edebiyata iyi eserler, genç şair ve yazarlara ise cesaret verdi. Elinde öykülerle, şiirlerle kendisine koşan gençlere inandı.

Enver Ercan nur içinde yatsın. Saçtığı ışık hep üzerinde olsun....