Rahip Brunson memleketine döndü. Vatana millete hayırlı olsun!

Olayla ilgili Amerikan Başkanı Donald Trump “fidye vermedik” dedi. Erdoğan da Brunson olayıyla Türk yargısının bağımsızlığının ortaya çıktığını söyledi.

Her ne kadar Cumhurbaşkanı yargı bağımsızlığı dese de, kamuoyu Brunson karşılığında Türkiye’nin bir şeyler almış olması beklentisinde. Neticede olay başından beri bu şekilde sunuldu. Cumhurbaşkanı al papazı ver papazı diyerek Brunson’ın bir takas aracı olduğunu aslında dosta düşmana duyurdu.

Türkiye’nin dünyanın geri kalanıyla ilişkileri malum artık bu yönde, zaman zaman çeşitli ülke vatandaşları sudan sebeplerle hapse konuluyor, bu kişileri serbest bırakmak karşılığında Türkiye bir şeyler almaya çalışıyor. AB’ye karşı Türkiye’nin kullandığı pazarlık aracı da Suriyeli göçmenler mesela. Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriyelileri Türkiye’de tutmak karşılığında Avrupa liderlerinin kendisi ile asgari ilişki kurmasını bekliyor.

Andrew Brunson ülkesine döndükten sonra Donald Trump Erdoğan’a teşekkür etti, Brunson’ın babası Erdoğan’a dua etti. İki ülke arasında hafif bir balayı rüzgârı yeniden esmeye başladı. Bunlar kameralar önünde yaşananlar. Öte yandan Brunson olayında, perde arkasına ilişkin haberler ABD’nin Türkiye’ye ciddi anlamda sopa salladığını anlıyoruz. Amerikan basınına göre Amerikan tarafı, Brunson’ın tutuklu kalması halinde tüm elçilik personelini geri çekeceklerini Türkiye’ye iletmiş. Türkçesi, ABD, Türkiye’ye sizinle tüm ilişkilerimizi keseriz demiş.

ABD’nin bu sert tavrının getirdiği siyasi baskı bir tarafa, bir de işin ekonomik boyutu var. Trump, Brunson’ın serbest bırakılmaması halinde yeni yaptırımların uygulanacağını da dile getirmişti. Amerikan tarafının sert duruşu karşısında Türkiye’nin pozisyonunu koruyamadığı anlaşılıyor.

Peki bundan sonra ne olacak; “yola gelen” Erdoğan’ın bu yeni pozisyonunu kendi kamuoyuna satması lazım. Unutmayalım otoriter liderler aslında popüler desteğe demokratik liderlerden daha çok ihtiyaç duyarlar. Zira otoriter liderler demokrasi çerçevesinde değil, kalabalıkların kendilerine yönelik sevgi ve korku dalgasına binerek diledikleri hoyratlığı sergileyebilirler. Otokrasilerde prensipler, kurallar yoktur, popüler destek ve popülist politikalar vardır. Erdoğan, Brunson karşılığında ABD’den bir şey koparmış görünmek zorunda.

Malum kasım ayında İran’a yönelik yaptırımların ikinci aşaması devreye giriyor. İranla iş yapan diğer ülkelere de ABD yaptırım uygulayacak. Bu ilk kez olmuyor. 2012 yılında da ABD İran’a ambargo uyguluyordu ancak Türkiye ABD’nin müttefiği olduğu için bazen bu ambargodan muaf tutuluyor ya da bazen ambargonun delinmesine göz yumuluyordu. ABD’nin uyguladığı ambargolar sonuçta Türkiye’nin değil İran’ın ekonomisinin sıkıştırılmasını ön görüyor.

Muhtemelen, Kasım ayında ABD Türkiye’nin özel durumu nedeniyle İran’a yönelik bu ambargoların bir kısmından muaf tutulduğunu ilan edecek, Erdoğan da bunu kendi seçmenine muhteşem bir diplomasi hamlesi, Türkiye’nin başarılı diplomasi hamlesi diye satacak.

Ancak Türkiye hiç bu rehin tutma işlerine girmeseydi, kendini bu duruma sokmasaydı, muhtemelen bu muafiyeti daha önce olduğu gibi sessiz sedasız alacaktı. Bir nevi Türkiye kendi etti, kendi buldu, durduk yerde bir çukura girdi, şimdi de çukurdan çıktım herhalde diye durduk yerde seviniyor.

Suriye’de ABD yakın zamanda pozisyon değiştirmeyecek. Ya da Fetullah Gülen’i iade etmeyecek.

Hatta Amerikalı kaynaklar 2011-2014 yılları arasında ABD’nin Gülen’in kimi faaliyetlerini Türkiye’ye bildirdiğini, Türkiye’nin o zamanlar hiç takmadığını hatırlatıyor.

Erdoğan’a alan açacak Amerikalılardan ilerleyen günlerde görebileceğimiz bazı küçük jestler de olabilir. Türkiye’nin mahkûm iadesi anlaşması olmayan ülkelerden 15 Temmuz Darbe Girişimi’ne karışmış kimi isimlerin ABD’nin araya girmesi sonucunda Türkiye’ye verilmesi söz konusu olabilir. Bunun nasıl paketlenip seçmene satılabileceği ise artık Türkiye’deki iktidara kalmış.