Yavuz Bingöl’e neden bu kadar kızıldı? Halbuki bu ülkede herkes istediği her toplantıya özgürce katılabilme hakkına sahipti.

Yavuz Bingöl’e neden bu kadar kızıldı? Halbuki bu ülkede herkes istediği her toplantıya özgürce katılabilme hakkına sahipti.

Kime neydi? Üstelik bunu Yavuz Bingöl’e kızanlar savunuyordu. Örneğin Yavuz Bingöl başbakanın iftarına özgürce katılabilir, İsmail Türüt canlı yayında herkese küfredebilir, Ali İsmail gönül rahatlığıyla bir protesto gösterisine katılabilir, Berkin ekmek almaya istediği saatte gidebilirdi. Burası özgür bir ülkeydi. Evladını yitirmiş bir anne bir kitleye yuhlatılabilir, ölüler bile mezheplerine göre ayrıştırılabilir ve bütün bunları yapan/ yaptıran bir iktidarın iftarına elbette katılınabilirdi. 

“Beş bin kişiyiz burada/ Kentin bu küçük parçasında/…/ Biri öldü/ Diğerine vurdular/ Asla inanmazdım, bir insanın bir başkasına böyle vuracağına” Az sonra elleri, halkının türkülerini bir daha çalamasın diye, askerler tarafından kırılıp kemikleri un ufak edilecek Victor Jara yazıyordu bunları. Stadyuma toplanıp gözaltına alınmış binlerce insanın arasındaydı. Önce elleri kırıldı, sonra devletin o pislik hıncı dinmemiş olacak ki insanların gözü önünde kurşuna dizildi. Öldürülmeden az önce yazmıştı not defterine “Hiçbir şey umurlarında değil/ Onlar için kan madalyadır/ Kıyım kahramanlık gösterisi”. O katledildiğinde, bir başka dev sanatçı Lorca’nın Franco’nun adamları tarafından katledilişinin üzerinden de 37 yıl geçmişti. Lorca faşist Franco tarafından katledildikten sonra, bu ölüm makinesinin sofrasından kalkmayan Salvador Dali en doğal hakkını kullanmış ve o da fikirlerini özgürce beyan edivermişti. Kuşku yok ki, Jara’nın bir stadyumda binlerce kişiyle olması ve ellerinin kırılması da özgür bir tercihti, Lorca’nın ardından “alçakça” açıklamalar yapan Dali’nin sözleri de. Jara katledildiğinde İsmail Türüt henüz sekiz, Yavuz Bingöl ve Okan Kaan Bayülgen dokuz yaşındaydı.

Özgür tercihlerle büyüyorduk bizler. Bir başka özgür tercihin sahibi de, birgün, dehşet güzel sesiyle, davudi sazıyla Serdari’nin türküsünü okudu radyoda. Bağıra bağıra. “Serdari halimiz böyle n'olacak?/ Kısa çöp uzundan hakkın alacak". Sanatın içine tükürmek için ağzında özgürce tükürük biriktirenlerin ülkesinde, o da kısa çöplerden ve onların haklarından bahsettiği için aldı payını. İşine son verildi. Soruşturmalar, baskılar. Bir süre sonra kanser teşhisi konulmuş fakat devlet izin vermediğinden yurtdışında tedavisi yapılamamıştı. 20 Eylül 1985’te hayatını kaybetti. Ardında binlerce soruşturma, işkence, gözdağı ve bir o kadar ürün bırakan Mehmet Ruhi Su göçüp gitti aramızdan. Bu toprakların akan suyu, esen yelinden derlediği 25 albüm bırakarak ardında. Su öldüğünde Türüt yirmi, Bingöl ve Bayülgen yirmi bir yaşındaydı.

Onlar da, biz de, devlet de özgür tercihlerle büyüyorduk. Ahmet Kaya özgür bir biçimde kendini ifade ettiği için bu devlet de özgür bir biçimde ölüme terk etti onu. Onu “iki damla gözyaşıyla” pazarlarda haraç mezat satanlara, sürgünlere yollayanlara gönderdiği “sitem”de demişti neyin asıl öldürücü darbe olduğunu: “Türkiye’de yaşadığım çok zor günlerde bir merhabasını istediğim, fakat o merhabayı benden esirgeyen bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir. Umarım bunu anlarlar." O bunları söylemekte özgürdü ama onun bu sitemini anlamamak da özgür bir tercihti. Onu ölüme terk edildiği o coğrafyada yalnız bırakmak da öyle. Bu yüzden Yavuz Bingöl’ün şu özgür tercihine ve sözlerine de kızmadık, kızamadık “biz”: “Paris'te bir Türk restoranında oturuyorum, bakar mısınız telefonunuz var dediler. Bir açtım, Ahmet Kaya. Yavuz hoş geldin, evim çok yakın bana da uğrasana, dedi. Gidemedim, benimle ilgili bir şeyler yaparlar diye korktum. Bu işte biraz daha cesur olmak lazım.” Evet daha cesur olmak lazımdı. Gitmemek bir tercihti. Tıpkı o iftara gitmek gibi bir tercih hem de. Bu nedenle kızılmamalıydı. Ahmet Kaya el birliğiyle öldürüldüğünde Türüt otuz beş, Bingöl ve Bayülgen otuz altı yaşındaydı.

Bingöl’e neden kızıldı ki bu kadar? Sayın Bayülgen ne de güzel yazmış arkadaşına destek verirken: “Yavuz Bingöl twitterdan şöhret olmadı çocuklar. Yazdı söyledi başına bin türlü iş geldi. Önce onun kadar taşaklı olacaksın öyle konuşacaksın!”. Öyledir. Kimileri büyürken yalnızca “şöhret” olur. Oysa biz de büyüyoruz zulüm de büyüyor. Korkaklık da büyüyor, cesaret de büyüyor. Kimileri köçekleşerek, kimileri devleşerek büyüyor. Kimileri kürk için post için alçalarak, kimileri alçak gönüllülüğü kendine yol ederek büyüyor. Taşak mı dedi birisi? Olsun. Taşak onlarda, kadınlık yine bizde kalsın. Gurur duyarız. Öyleyse Küçük İskender’le bitirelim. Özgür bir tercihle: “Beş parasız paraladığım sokaklarında embesillerini/ Ve taşak kalpli aydınlarının sidik yarışlarını/ Görüp bol bol osuruyorum, başbakanı dinlerken televizyon karşısında/ Ekrana ekmek teknemi açmak/ Ya da esrar içmek, geğirmek en büyük mutluluk bana verdiğin…”

Ben bunları yazdığımda İsmail Türüt kırk dokuz, Yavuz Bingöl ve Okan Kaan Bayülgen elli yaşındaydı.