Geçtiğimiz nisan ayı başında FARC, (Fuerzas Armadas Revolucionarias de Colombia-Kolombiya Devrimci Mücadele Güçleri) elinde bulundurduğu üniformalı son on kişiyi serbest bıraktı. FARC’ın, elinde bulundurduğu savaş esirlerini özgür bırakması hükümetin barış görüşmelerinin başlaması için öne sürdüğü son şarttı. Bu tutum hem FARC’a yakın duranlar hem de devlete yakın duranlar tarafından ‘barışa en yakın durulan an’ gibi değerlendirilmeye başlandı.

Ancak, kısa bir süre sonra, hükümetin hiç de barış peşinde olmadığı, ‘terörü yenmekle yetinmek istediği’ anlaşıldı. Devlet Başkanı Juan Manuel Santos, bizim 30 yıldır duymaya çok alışkın olduğumuz sözlerden birini etti: “Farc’ın sonu geldi”… Oysa Başkan örneğin altı ay önce, FARC lideri ve gerilla komutanı Alfanso Cano öldürüldüğünde bile daha barıştan yana bir tonla konuşuyordu: “50 yıllık sorunun sonuna geliyoruz”.

DEVLET, DÖNEMSEL BAŞARI İSTİYOR
Kendini Marksist olarak tanımlayan, sol eğilimli gerilla hareketi FARC, 1964’ten beri Kolombiya ordusuna, devlete ve aynı zamanda da uyuşturucu mafyasına, paramiliter güçlere, kontrgerillaya karşı mücadele veriyor.

Bir ay önceki silah bırakmada, aslında, örgüte silah bıraktırıncaya kadar  ‘müzakereci, barışçı’ bir tutum izleyen Kolombiya devletinin, ‘kazandığını sandığı’ her başarıdan sonra asıl niyetinin ‘terörü yenmek’ olduğunu göstermesi; gerilla ile mücadele eden, ülkesinde gerilla hareketi olan bütün devletlerin temel özelliği gibi. Ama bu özellik, sorunun çözülememesinin de temel nedenini oluşturuyor.

Dünyanın en uzun süre aktif olan gerilla hareketinin bu denli uzun süre var olabilmesinin asıl nedeni de, Kolombiya devletinin sorunu çözmeye yanaşmaması, yani FARC’la kalıcı barış imzalamak yerine dönemsel olarak FARC’ı yendiğini sanması. FARC’a tekrar geleceğiz. Şimdi Kolombiya’dan 8 bin kilometre daha doğuya yani İspanya’ya gelelim.

ETA’NIN SON KARARI BARIŞ AMA…
FARC’tan yaklaşık altı ay önce gerilla hareketi ETA (Euskadi Ta Askatasuna-Bask Ülkesi ve Özgürlük İçin) kalıcı barış için silah bıraktığını açıkladı. ETA’nın silah bırakması için uzun süredir uluslararası bir komisyon çalışıyordu ve Bask’ın başkenti Donostia’da komisyon taraflara, ETA’nın onayladığı bir yol haritası sundu.

Birleşmiş Milletler Eski Genel Sekreteri Kofi Annan’ın imzasını taşıyan çağrı sadece ETA’ya değil, İspanya’nın yanında Fransa’ya da yapılıyordu. Çağrı, ETA’nın silah bırakarak, kendine düşen ön koşulu yerine getirdiğini, İspanya’nın da Bask bölgesindeki demokratik iyileştirmelere hemen başlamasıyla barış yolunda ciddi olduğunu göstermesini istiyordu.

ETA, Franko diktatörlüğüne karşı mücadele için 1959’da kurulmuş olmasına rağmen, asıl 1970’li yıllarda adını duyurdu. İspanya’nın ‘demokrasiye’ geçişinden sonra da, Bask ülkesinin bağımsızlığı ve özgürlüğü için mücadeleye devam eden ETA, 1979’da yapılan özerklik düzenlemesinde Bask bölgesine tanınan ‘özerkliği’ yeterli bulmayarak bağımsızlık mücadelesini sürdürdü. ETA’nın hedefi İspanya’nın kuzeyindeki Navarra ve Bask bölgesiyle Fransa’nın güney batısındaki Bask bölgesini sosyalist bağımsız bir Bask ülkesi olarak birleştirmek.

İSPANYA OYALAMAKTAN YANA
ETA ‘silah bıraktı’ ama İspanya’dan ya da Fransa’dan beklenen ‘ciddi demokratikleşme’ adımı bu sefer de gelmedi. Bu durum ETA’ya daha önce de defaten silah bıraktığını hatırlatıyor. Aslında ETA, bu kez de silah bıraktığını açıkladıktan hemen sonra, bir temsilcisinin ağzından yaptırdığı açıklama ile İspanya devletinin tutumuna şöyle refleks göstermişti: “Yürütülen silahlı mücadele, bulunduğumuz noktaya gelebilmemiz için büyük katkı sağladı…”

Bu söylem aynı zamanda, gerekirse ‘mücadeleye devam’ anlamına geliyor. Gelinen noktada ise iki hafta önce; Fransa, ETA silahlı kuvvetler komutanı ve yardımcısını yakaladığını açıkladı. ETA’ya yakın legal yapılar, belediye başkanları ve diğer yerel politikacılar, Fransa ve İspanya’nın Bask bölgesinin baskı altında tutulması için ‘en rafine yöntemlerle çalıştığını’ açıkladı. Yani ETA’nın silah bırakmasının var olan statükonun sürdürülmesi anlamına geldiği ortaya çıktı.

KÜRTLERİN BAŞINA GELENLER GİBİ
Aslında ETA’nın silah bırakma serüveni çok daha eskiye dayanıyor ve ETA silahlı mücadeleden yana olmadığını, legal düzlemde siyasetten yana olduğunu defalarca açıkladı. Devlet de defalarca ETA’yla görüşmeye başladı, görüşmeler sürerken ETA’ya karşı operasyonlar da sürdürüldü.

İspanya da aslında hep ETA’nın yasallaşmasını istiyor göründü. ETA’nın legal kolu gibi işlev gören Herri Batasuna’ya 1978’den itibaren izin veren devlet, hep ETA’nın Herri Batasuna’ya benzemesini istedi. Ancak, Herri Batasuna ETA çizgisine paralele şeyler söylemeye başlayınca, işler karıştı. Devlet bu sefer, hem ETA’ya hem de yasal parti Herri Batasuna’ya karşı ‘diyalog’ta kalarak ‘kirli savaş’ yürütmeye başladı.

Devlet, kurduğu paramiliter suç örgütüyle sivillerin de öldürülmesine neden olurken, bu suçları ETA’ya yıkarak hem ETA’yı kamuoyu önünde lanetlemeye hem de ETA’ya karşı devletin yürüttüğü mücadelenin haklı olduğunu sergilemeye çalışıyordu. Örneğin, devlet destekli kontrgerilla örgütü ‘Grupos Antiterroristas de Liberación’, 1983-1987 arasında, hem de sosyal demokratlar iktidardayken, Batasuna’ya ve Bask soluna yakın sivillere suikastlar gerçekleştirdi.

Herri Batasuna, Franko faşizmi sonrasındaki demokratikleşme ikliminde 1978’de kurulmuştu. Rejim kendini konsolide eder etmez, Herri Batasuna yasaklandı. Tabii bu arada görüşmeler sürüyordu. Her şey aynı bizdeki HEP, DEP, HADEP’ten başlayıp BDP’ye gelen süreç gibi işledi. Aynı kadro 2001’de Batasuna’yı (Birlik) kurdu. Ama Batasuna’nın ömrü 3 yıl oldu ve 2003’te kapatıldı. Ayrıntıyı anlatmaya gerek yok. Bu güne kadar Basklar aynı Kürtler gibi sürekli yeni partiler ya da seçim birlikleri kurmak zorunda kaldı.

Bütün bunlar olurken, yani devlet partileri yasaklarken, yasal oluşumları seçime sokmazken, elbette İspanya hükümeti resmi ya da gayri resmi olarak ETA ile barış görüşmeleri yapıyordu. Sosyal demokrat Başbakan José Luis Zapatero, Mayıs 2005’te İspanyol Parlamentosu’ndan Bask sorununun barışçıl çözümü için görüşme yapma izni bile aldı.

Konumuza dönecek olursak: 1980’li yıllarda ETA’yla barışamayan devlet, ETA’nın 20 Ekim 2011’de ‘silahlı eylemlerin kesin bittiğini’ açıkladığı güne kadar, birçok kez ETA’yla masaya oturdu, masadan kalktı. Bu arada yüzlerce sivil yaşamını yitirdi, partiler yasaklandı, insanlar tutuklandı. İspanya ve Avrupa artık, ‘halk kurtuluş hareketleri çağının çoktan bittiğine’ inanıyor. ETA da buna inanıncaya kadar gerillayı oyalamayı düşünüyor. ETA’nın buna inanmadığına dair güçlü emareler var.

YASAL PARTİ KADROLARI KATLEDİLİYOR
Avrupa böyle düşünüyor da Latin Amerika farklı mı düşünüyor? Şimdi de tekrar FARC’a ve FARC’lıların barış taleplerinin ve legal mücadele deneyiminin nasıl vahşice bastırıldığına bakalım.

FARC, 1985’e gelindiğinde, yasal bir siyasal hareket olarak kendini yeniden yapılandırmayı denedi. FARC ile devlet arasında ikili iktidar ilişkilerinin yaşandığı ya da FARC’ın egemenliği altındaki bölgelerde gerilla zaten legal konumdaydı ve FARC silahlı mücadele ile ulaşabileceği her şeye ulaştığını düşünüyordu.

FARC’a yakın politikacıların hatta zenginlerin bile içinde olduğu FARC sivil kadrolarıyla Komünist Parti birleşti ve yeni bir parti olarak Union Patriotica’yı (Yurtseverler Birliği) kurdu. FARC’ın hedefi parlamenter siyasetti ve hatta devlet başkanlığına seçimle gelmek istiyordu. Kolombiya devleti de zaten, FARC’ı ‘düz ovada siyaset yapmaya’ çağırıyordu. Zımni bir ateşkes oldu, el altından barış görüşmeleri başladı. Ancak, ilk seçimler yaklaştığında Union Patriotica’ya karşı kitlesel katliamlar da başladı.

Devlet destekli paramiliter güçler, yeni partinin adaylarını ve binlerce üyesini katletti. Öldürülenler arasında Union Patriotica’nın iki devlet başkanı adayı da vardı. Devlet destekli faşist çeteler, FARC’a ya da komünistlere yakın diye 9 milletvekilini, 70 belediye meclisi üyesini ve 11 belediye başkanını öldürdü. Pratikte Union Patriotica dağıtıldı, 4 milyon insan köyünden edildi, FARC dağlara geri çekildi. Paramiliter faşist güçler, uyuşturucu baronlarının, uluslararası tekellerin ve devletin ortak kullandığı suç makinesi haline dönüştü. Bu çeteler, devlet ve FARC’ın yanında, üçüncü bir silahlı paralel iktidar gücü olarak varlık göstermeye başladı. İpler koptu.

BARIŞ SÜRECİ ÇETELERİ AKLIYOR
FARC’ın bu nisan ayında ilan ettiği ateşkesin ya da elindeki üniformalı rehinleri bırakarak devletin istediği koşulu yerine getirmesinin kökleri aslında 2005’e dayanıyor. Yani aslında FARC ve devlet, 2005 sonunda güya bir tür ateşkes ilan etmişti. Devlet, FARC’la yaptığı bir anlaşma gereği 2006’dan itibaren faşist çeteleri dağıtacağını açıkladı. Çetelerin işlevinin bitirilmesine yönelik Justicia y Paz (Adalet ve Barış) projesi başlatıldı.

Proje kamuoyu önünde uygulanmaya başladı. Örneğin en büyük faşist çete Kolombiya Birleşik Savunma Güçleri Birliği (AUC) düzenlenen törenle silah bıraktı. AUC Başkanı Salvatore Mancuso meclise çağrıldı ve milletvekillerinin alkışları altında yıllarca sürdürdükleri ‘haklı terörü’ savundu. Mancuso milletvekillerine, “Özgür, şerefli, güvenli ve barış içinde bir Kolombiya’yı kendilerine borçlu olduklarını” hatırlattı. Kısa zamanda anlaşıldı ki, aslında devletin bu projesi, FARC’tan çok paralel iktidar gücü olan çeteleri ilgilendiren bir projeymiş. Çünkü bu projeye, çete terörü hakkında olabildiğince çok detay anlatanlara ceza indirimi gibi faşist çeteleri koruyan maddeler de eklendi.

Son 20 yılda 3 binden fazla üyesini faşist çete terörüne kurban veren Sendikalar Birliği Genel Sekreteri (CUT) Domingo Tovar Arrieta, bu projeyi “Somut olarak faşist çetelerin legal hale getirilmesi planı” olarak değerlendirdi ve şu soruyu sordu: “Aileler, çocuklarının nerede ve ne zaman kör testereyle kesildiği ve parçalandığı gibi ayrıntıları öğrenince neden katillerin cezası hafifletilsin ki?” Her neyse, bu ‘barış süreci’ 5 yıl sürdü ve bu sürede, devlet FARC’tan çok çetelerle barışmaya çalıştı.

BARIŞ SÜRECİNDE 173 BİN KİŞİ ÖLDÜRÜLDÜ
Kamuoyunda sayısı 53 bin olarak dillendirilen çete üyelerinden, Kasım 2011 tarihine kadar yalnızca 4 bin 484’ü mahkemeye çıkarıldı. Bu 5 yıllık ‘barış sürecinde’ Kolombiya’da ne oldu biliyor musunuz? Kolombiya gazetesi El Espectador’un rakamlarına bakalım: FARC’a ya da komünistlere yakın diye toplam 173.183 kişi devlet destekli faşist çetelerce öldürüldü. FARC’ı destekleyen 34.467 kişi kayboldu. On binlerce yerleşim biriminde zorunlu göç oldu… Evet, barış için sadece 5 yıl içinde Kolombiya devletinin yaptığı katkıya bakın!

Ama aslında devletin hakkını çok yemeyelim. 5 yıl süren meclis araştırmaları, çetelerin yargılanmaları ve ifadeleri sonunda Kolombiya Parlamentosu milletvekillerinin üçte birinin çetelerle ilişkisi olduğu ortaya çıktı. Ne gariptir ki, bu milletvekillerinin hepsi de zamanın Devlet Başkanı Alvaro Uribe Valez’in partisindendi. Olay burada bitmedi. Valez’in kuzeni ve kara kutusu Mario Uribe Escobar hakkında da ifadeler ortaya çıktı. Yavaş yavaş sıranın kendine geldiğini gören Valez, bir gece içerideki bütün faşist çete reislerini ABD’ye teslim etti. Kolombiya’da örgütlü terörden ve cinayetten yargılanacak olan çete reisleri ABD’de kara para aklama, uyuşturucu ticareti gibi suçlardan yargılanıp temize çıktı. Sonra ülkeye geri dönüp kaldıkları yerden devam ettiler.

Valez’e ne olduğunu merak ediyor musunuz? Görev süresi bitince, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-Moon kendisini Mavi Marmara gemisi olayını araştırma komisyonu başkan yardımcısı atadı.

HEP YENİLGİ, HEP OLUMSUZLUK MU?
FARC 1964’te toprak ağalarının baskısına son vermek ve feodaliteyi yıkmak isteyen bir köylü ordusu olarak ortaya çıkmıştı. FARC’ın nihai hedefi hep sosyalizm oldu. Aynı yıllarda ortaya çıkan ETA’nın ise, Franko diktatörlüğüne karşı mücadele etmesinin yanında asıl derdi, Bask ülkesinin kurtuluşuydu. Mümkünse sosyalist bir kurtuluş projesi olmalıydı bu. Yıllarca her iki gerilla da amaçları doğrultusunda mücadele ederken hep kaybetmedi, elbette kazanımları da oldu. Elbette bugün FARC’ın kontrolündeki bölgelerde sosyalizm hâkim değil. Ama bu bölgelerde uluslararası tekellerin tarım plantajlarındaki sömürü de, uyuşturucu mafyası da paramiliter terör de hâkim değil. ETA da ne Bask’ı özgürleştirebildi ne de sosyalizm geldi oralara. Ama hâlâ Basklılar kendi kararlarını kendileri veriyor, kendi yöneticilerini seçiyor. Sonuçta bu ülkelerde gerilla amacına ulaşamamış olsa da, çetelerle, kontrgerillayla işbirliği içindeki devlet politikalarının hiç de haklı olmadığını herkes gördü. Başbakan Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu bir daha bir araya geldiklerinde bunları bilseler iyi olur diye düşünüyorum.

ETA’ya yakın siyasi birlik
Hem İspanya’da hem de Kolombiya’da gerilla mücadelesi sonucu oluşmuş ya da ondan etkilenen siyasal sol yapılar da var. İspanya’da 22 Mayıs 2007’de yapılan yerel seçimlere Bask ülkesinin özgürlüğü için mücadele edenler seçime ‘Bildu’ seçim bloku ile girdi. Bask dilinde ‘toplantı’ ya da ‘kongre’ anlamına gelen Bildu, eski Batasuna taraftarlarının yanında Bask bölgesinde faaliyet gösteren ‘Eusko Alkartasuna’ ve ‘Alternatiba’ gibi sol-sosyalist partilerle bazı sol örgütlerin ve kişilerin oluşturduğu blok idi. 

Bildu, İspanya’nın Bask Özerk Bölgesi sınırları içinde bulunan Guipúzcoa bölgesinde oyların üçte birini alarak birinci oldu ve burada yerel Başbakan çıkardı. Bildu, Guipúzcoa bölgesi dışında Bask ülkesinin birçok yerinde ve Basklıların yaşadığı komşu Navarra’nın kuzeyinde toplam 120 şehir ve ilçede de yönetime geldi.

Bask bölgesi başkenti San Sebastián’da da (Donostia) Bildu’nun adayı belediye başkanı oldu. Yine tanınmış sahil kenti Gernika’da (Guernica) iktidarda olan belediye başkanı seçimlerde Bildu listesinden katılınca, yüzde 60 oranında oy alarak seçimi tekrar kazandı. Bütün Bask bölgesinde birinci parti olan Bildu, yerel meclislere de 1.138 belediye meclisi üyesi sokmayı başardı.

Kolombiya’da yeni bir sol birlik kuruldu
Kolombiya’da sosyal hareketlerin geniş birliğine dayanan Consejo Patriótico Nacional nisan sonunda kuruldu. Köylü ve yerli hareketlerinden, öğrencilerden, insan hakları örgütlerinden ve semt örgütlenmelerinden 1.500’ün üzerinde grubun Yurtseverler Konseyi’nde yer aldığı açıklandı. Partinin kuruluş töreni de sansasyonel oldu. Devletin FARC’ın örgütlediği ve finanse ettiği propagandasına rağmen 80 bin kişi başkent Bogotá sokaklarında parti için yürüyüş yaptı.

Kolombiya solunun hepsini temsil etmeye yönelik bu hareketin amacı 2014 yılındaki seçimlere girmek. Partinin adını, 1985’te kurulan ve birçok üyesiyle adayları öldürülen Yurtseverler Birliği’nden aldığı özellikle vurgulandı. Elbette partinin ileri gelenleri, Yurtseverler Birliği’nin mirasçısı olmadıklarını, zamanın dolayısıyla siyasal konseptin de değiştiğini vurgulamayı da unutmuyor. Partinin asıl amacı olarak ülkenin ‘gerçekten demokratikleştirilmesi’ dile getiriliyor ve demokratikleşmenin birinci koşulunun ‘barışçıl çözüm’ olduğu söyleniyor.

Hareket FARC ile anılmaktan çok Simón Bolívar ile ve Bolivarcı devrim ile anılmak istiyor. Yurtseverler Konseyi’nde bulunanların birçoğu yaklaşık bir yıldır bu organizasyon için çalışıyordu. Eylemlerinde geçen yıl 10 bin kişiyi toplayan örgütün, bu yıl bu sayıyı 80 bine çıkartması elbette insanlara umut vermiş. Yapılanmanın içinde barajlara karşı çıkan köylülerden, sanatçılara, eski sol senatörlerden feministlere kadar her kesimden insanın olması aslında daha önce ‘diktatörleri yenmeyi başarmış’ diğer Latin Amerika ülkelerinin de umudunu yeşertiyor. Elbette son dönemde Ortadoğu’yla başı dertte olan ABD, arka bahçesi Latin Amerika’ya daha az müdahale edince, bu ülkelerde daha özgürce bir yaşam yeşermeye başladı.