Anlı şanlı milliyetçi Devlet Bahçeli 60 ülkede iş başında olduğunu söylediği Amerikan şirketi Mckinsey’e Türkiye’de ekonominin altın anahtarının verilmesini övgüyle karşılıyor, bu teslimiyetin mimarı damat Bakan Albayrak, firmayla ilgili getirilen eleştirilere ‘ihanet’ yakıştırması yapıyor, ülkenin satılmadık tek varlığını bırakmayanlara tuzlukla desteğe koşan ‘aslında öyle değil’ tayfası liberal kalemler Mckinsey övmelere doyamıyorlardı ta ki Kızılcahamam’a kadar ! Reis, hepsini ters köşeye yatırıp ‘bakanlıklara talimat verdim, Mckinsey’den danışmanlık bile almayın dedim’ diyene kadar…

AKP’nin Kızılcahamam’da yaptığı istişare toplantısında kürsüdeydi Erdoğan, önce krizi fırsata çevirmekten söz etti sonra ‘yav Türkiye’de bir defa kriz yok’ dedi ve golünü sona sakladı. Cumhurbaşkanı, ‘bunlar’ diye seslendiği CHP’liler ve ana muhalefet lideri için ‘bunların hak, hakikat diye bir yöntemi yok. Çamur at izi kalsın yönteminde bunlar, malum eski komünist yöntemi’ deyiverdi. Erdoğan’ın aynı konuşma içinde kendiyle çelişmesi kendisini dinleyenler tarafından yadırganmıyor hatta bu çelişki dahi artı hanesine yazılabiliyor. Tek yetki ve karar sahibi liderin, kamuoyu tepkisi üzerine, attığı bir adımdan dönmesi hatta o adımın tam aksi yönde açıklamalar yapması da alışıldık bir durum. Lideri korumak uğruna liderin kamuoyunda tepki gören kararının sorumluluğunun alt kadrolara yıkılması ve tepkiler dinip konu unutulunca sorumluluğun kimse tarafından üstlenilmemesi prensibiyle çalışan AKP için de yeni değil bu durum. Bence Kızılcahamam konuşmasında asıl altı çizilmesi gereken Erdoğan’ın ‘komünist’ vurgusu.

İktidarın vatandaşın geçimiyle ilgili bir derdi yok, tek düşündüğü bir sonraki seçim, bunu hepimiz biliyoruz. Aslında tek odaklandığı konu bir sonraki seçim olunca seçim kazanmak açısından başarılı ve öngörülü stratejiler de üretiyor iktidar.

Ekonomik krizden çıkış arayan ama yöntemini bilemeyen, Avrupa’dan Amerika’dan da bu anlamda aradığı desteği bulamayan iktidar, doğrudan ya da aracılar vasıtasıyla acı reçeteyi sermayeye, yandaş patronlara değil işçilere, yoksullara dayatacak, dayatıyor da. Hal böyleyken Erdoğan iktidarı için en büyük endişe konusu işçi sınıfının örgütlü mücadelesi ve bu mücadeleye omuz verecek bir sol muhalefet olabilir. Erdoğan bunu biliyor ve işçi eylemlerine verilecek her türlü desteğin önünü tabanda karşılığını bulacağını bildiği ‘komünist’ yaftasıyla kesmeye çalışıyor.

Bu durumda muhalefetin inadına işçi mücadelesini, kapatılan fabrikaların önünde sendikalı diye işten atılan işçilerle beraber, şantiyede iş bırakanlarla dayanışarak, işe iadesini isteyenlerin sokaktaki kararlı duruşuna katkı sunarak büyütmesi, krizden canı yanan yoksullarla birlikte bir iktidar yürüyüşü başlatması beklenir değil mi? Söz ettiğimiz bugünkü CHP yönetimiyse maalesef sorunun yanıtı hayır.

Kendi yönetim hatalarının sebep olduğu krizi bir ekonomik saldırı ve çıkış yolunu ‘milli duruş, topyekün ekonomik seferberlik’ olarak ilan eden AKP’ye ‘milli olmak’ adına en büyük destek yine CHP’den gelecek. CHP, ezilenlerin, yoksulların, işçi sınıfının yanında göründüğünden çok TÜSİAD’ın, Müsiad’ın, sermayenin kaygılarını gidermek üzere kapalı salon toplantılarının parçası olmayı tercih edecek.

Ülkenin ana muhalefeti tam da iktidarın istediği gibi ülkeyi yönetenlerle milliyetçilik ve hatta dindarlık yarıştıracak, bir sonraki seçimlerde söylemini ve adaylarını da ona göre belirleyecek. Sağ seçmen diye adlandırdığı ve içlerinde ekonomik krizin faturasını en ağır ödeyenlerin bulunduğu kitleye iktidar partisinin ve liderinin kötü bir kopyasını alternatif diye sunmaya kalkan sözde sol lider ve partisi yine umduğunu bulamayacak.

CHP, emekten yana, işçiden, yoksuldan yana yeni bir söylem, tepeden tırnağa yeni kadrolarla yeni bir örgütlenme yöntemi bulamadığı sürece Erdoğan, dilediği sürece iktidarını sürdürecek, bugün damadına ‘McKinsey’le anlaşma yap’ talimatı verecek, yarın ‘nereden çıktı bu şirket’ deyiverecek, seçmenin gönlünü bir kez daha, bir kez daha fethedecek.