Geçen hafta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2013 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nı yayınladı

Geçen hafta Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) 2013 Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması’nı yayınladı. Değerli arkadaşımız Mustafa Sönmez sıcağı sıcağına BirGün sayfalarında araştırmanın tutarsızlıklarını sergiledi. En komik durum, hane halkı harcamalarının 1109 milyar TL iken, 20 milyon 635 bin ailenin gelirinin 608 milyarda kalması. Diğer bir ifadeyle insanlar harcamalarının yüzde 45’ini kaynağı belli olmayan bir parayla gerçekleştiriyorlar. Bu rakamlar aynen TÜİK’in tablosunda yer alıyor, biz icat etmiyoruz. Mustafa Sönmez’in değerlendirmeleri, “fazla söze gerek bırakmayacak” cinsten olsa da, isterseniz konuyu biraz daha deşmeye devam edelim.

TÜİK gelir dağılımında bir önceki yıla göre 0.002 puanlık bir iyileşme olduğu iddiasıyla böbürleniyor. Öncelikle, bu tez doğru olsa bile, Türkiye’nin 34 OECD ülkesi arasında sadece Meksika ve Şili’nin önünde 32. sırada, en adaletsiz gelir dağılımına sahip ülkeler arasında yer aldığı gerçeğini değiştirmiyor. Gini ölçeğine göre yapılan değerlendirmelerde, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Slovenya sosyalist geçmişin yansımaları; Norveç, İsveç, Danimarka “refah devletinin” mirasıyla göreceli adil gelir dağılımına sahip ülkeler grubuna giriyorlar. Listede ABD, İsrail ve Birleşik Krallık ise, bozuk bölüşüm ilişkileriyle dikkat çekiyorlar.

 

Nüfusu gelirine göre %20’lik gruplara ayırmaya dayanan Gini ölçeğine karşı, Cambridge Üniversitesi’nden Gabriel Palma kendi adıyla anılan bir kriter geliştirdi. Palma oranı, nüfusun ortalarda yer alan yüzde 50’sinin gelirlerinin görece yakın seyrettiğinden hareketle, tepedeki yüzde 10 ile dipteki yüzde 40’ın gelirlerini oranlayarak ölçüm yapıyor. OECD ülkeleri içerisinde, en düşük yüzde 40’ın gelirlerinin en yüksek yüzde 10’dan daha fazla olduğu ülkeler arasında, yukarıda saydığımız, görece adil gelir dağılımına sahip ülkelerin yanı sıra, Avusturya, Finlandiya, Belçika, Hollanda Lüksemburg da yer alıyor. Türkiye’de ise tepe yüzde 10, alttaki yüzde 40’ın tam iki katı kazanıyor. Palma kriterine göre de, OECD üyeleri arasında Türkiye sadece Şili ve Meksika’dan daha ehven bir durumda bulunuyor.

Üstelik, ücret, kâr yani emeğin ve sermayenin kazançları şeklinde fonksiyonel biçimde tasnif edilmemiş dağılımlar, “sınıf ilişkilerini” net yansıtmadığı için eleştiriliyor. Nitekim CHP’li Faik Öztrak Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’a yönelik soru önergesinde, “Gelir Yönetimiyle GSYH” rakamlarının tam altı yıldır kamuoyuna neden açıklanmadığını soruyor. Biz de değerlendirme yapabilmek için rakamları dört gözle bekliyoruz.

Hiç olmazsa TÜİK anketinin gelir türlerine göre düzenlenmiş istatistikleriyle yetinelim deyince de, “trajikomik” bulgularla karşılaşıyoruz. En zengin yüzde 20’nin gelirlerinde, aslında kâr anlamına gelen, müteşebbis payı yüzde 21.5 iken, en dip yüzde 20’de bu oran 20.2. Diğer bir deyişle, zenginler ve fakirlerin gelirlerinde kâr kabataslak eşit bir paya sahip. Zaten tepe yüzde 20’nin gelirlerinin yüzde 67’si ücret ve emekli aylıklarından oluşuyor, toplumun zenginleri emekliler gibi komik bir tablo ortaya çıkıyor. Gelelim en ilginç noktaya: menkul kıymet gelirleri tepe yüzde 20’de yüzde 3.8’lik paya sahipken, bu oran dip yüzde 20’de 2.4. Diğer gruplarda da yüzde 2.2-2.5 arasında değişiyor. Buradan faiz, temettü gibi finansal rantların Türkiye’de oldukça adil paylaşıldığı gibi “garip” bir sonuç çıkıyor.

İsterseniz durumu tekzip etmek için solcu, sosyalist ezeli muhalif münafıklara değil, 28 Eylül 2014 tarihli Sabah gazetesine başvuralım. “Doların kaymağını kim yedi?” başlıklı yazıda, dolar ve faizdeki artışın bankalarda 1 milyon liranın üzerinde mevduatı bulunanları ihya ettiği bildiriliyor. Sabah’ın haberine göre, bankalarda 1 milyon liranın üzerinde mevduatı bulunan kişi sayısı 71 bin 181. Bunların mevduatının büyüklüğü ise 471.2 milyar TL ile toplamın yaklaşık yarısını oluşturuyor.

Gelin de çıkın işin içinden! Tepe yüzde 20’nin gelirlerinin sadece yüzde 3.2’si menkul kıymet iken, 71 bin kişi ortalama yüzde 10’dan yılda 48 milyar TL mevduat faizi geliri elde ediyor. Hazine bonosu, devlet tahvili, borsa kazançları ise bunlara dahil değil. Anlaşılan meşhur “faiz lobisi” kazançları bir tek TÜİK istatistiklerinde görünmüyor.

Faizciler TÜİK’den gizlemeyi başarıyor da, TÜSİAD’ın elinden kurtulamıyor. TÜSİAD Haziran 2014’te, üç akademisyene hazırlattığı, “Türkiye’de Bireysel Gelir Dağılımı Eşitsizlikleri: Fonksiyonel Gelir Kaynakları ve Bölgesel Eşitsizlikler” başlıklı araştırmada, gelir dağılımı konusunu masaya yatırmıştı. Raporun 81. Sayfasındaki Hanehalkı Bütçe Anketi’ne dayalı bir tablo, “faiz lobisinin” AKP’nin, dolayısıyla RTE’nin kalfalık döneminde nasıl palazlandığını ayan beyan ortaya koyuyor. Emekli gelirleri 2007-2011 döneminde sadece yüzde 1.6 artarken, emek gelirleri yüzde 3.7 yükselmiş. Müteşebbis gelirleri bile ancak yüzde 4.8’lik bir mesafe katedebilmiş. Faiz geliri ise, yılda tam yüzde 45.6’lık bir ortalamayla patlama göstermiş. Demek ki Cemaat gibi, faiz lobisinin de hamisi AKP’ymiş.
Şüphesi olanlara; ben TÜSİAD’ın yalancıyım.
Peki bu sonuçlar TÜİK verileriyle nasıl bağdaşıyor? diyenlere; Açıkçası ben işin içinden çıkamıyorum, durumu TÜİK’e sormak lazım…