Son günlerin bu en “gözde” ismi ve temsil ettiğine geçmeden, bir fotoğrafı.. “Bu fotoğrafı” paylaşmak istedim.

Aslında geçen haftaki yazıda yer alacaktı. Zaten yazının önemli bölümü de fotoğrafın “anlattıklarını” anlatıyordu:
“Tarih 3 Temmuz 1918.. Vahdettin, Sultan Reşad’ın beklenmedik ölümü üzerine tahta geçtiğinde, bunun ‘son cülus töreni’ olduğunu biliyor gibiydi. Bilmese de hissetmiş olmalı. Baksanıza nasıl da eğreti oturmuş tahta. Ayakları, kalkıp gitmeye hazır, basamağın ucunda.. Ürkek, ‘hazırlıksız’ oturmuş.”

Yazı, 10 Kasım vesilesiyle gelen ilan nedeniyle sayfa değiştirmiş.. Yeri daralınca da fotoğraf konmamış.. Bu nedenle de yazı “eksik” kalmıştı. Eksiği gidereyim dedim. Kaldı ki, bu haftanın konusu da, Vahdettin’in İngiliz zırhlısına binip kaçmasıyla başlayan süreçle bağlantılı. Yani, önce saltanatın, ardından hilafetin kaldırılmasıyla..

Bizler 10 Kasım’la Atatürk’ü anıp konuştuk. İktidar ve taraftarları da saltanatı/hilafeti.

Diyanet İşleri Başkanı’nın Kadir Mısıroğlu’nu ziyareti, bu gündeme tüy dikti. BirGün’de Güven Gürkan Öztan’ın çok doğru tespitiyle “Meczup deyip geçemeyeceğimiz, rejimin karakterini sergileyen” ziyaret, arşivi de açtırdı!

Malum, Fesli zatın sözlerini çekmeceden çıkartıp hatırlatmak için:

“Keşke Yunan galip gelseydi. Ne hilafet yıkılırdı. Ne şeriat yıkılırdı.”

Bu sözler “yıllık hatırlatma” babında aktarılıp konuşulurken, meselenin “daha ötesi” olduğunu işaret eden ilginç bir yorum geldi.

Yorumlayan; soldan (daha açık söyleyelim, Türkiye Komünist Partisi’nden) AKP saflarına ricat eden Fuat Uğur’du. Uğur, medya tetikçisi Cem Küçük’le yaptığı programda Fesli zatın yanlış anlaşıldığını savunuyordu. Hatta ona göre, bu (yine) bir FETÖ oyunuyla çarpıtılıyor ve zavallı saf Atatürkçüler de kanıyordu.

FETÖ’ye yıllarca kananların kim olduklarını biliyoruz. Geçelim. Mevzuya dönelim.

Fuat Uğur, “Yunan Mezalimi” adlı bir kitap bile yazmış olan Kadir Mısıroğlu’nu özetle şöyle savundu:

“Keşke Yunan galip gelseydi demedi. Dediyse de bi sor, neden dedi!”

Neden dedi sahiden?

Yanıtı aslında Kadir Mısıroğlu’nun sözlerinin devamında var. Mısıroğlu hilafetin ve şeriatın yıkılmasına yanıyor. Asıl derdi o!

Fuat Uğur, geçmişinin de katkısıyla entelektüel bir hava kattığı konuşmasında bunu “neredeyse açık açık” dile getiriyor. Mısıroğlu’nun, “Yunanistan’da esir alınan Müslüman Türkler’in ne tekkeleri kapatıldı ne şeriat mahkemeleri lağvedildi” sözlerini yorumluyor/olumluyor.

Bu minvaldeki tartışmayı hatırlıyor musunuz!

FETÖ’cü ve REİS’çi takımıyla “yetmez ama evet” cephesinin 2012-2013 yılında.. Yani açılım sürecinde doruğa çıktığı dönemde ekranlardan eksik olmayan bir başlıktı:

MEDİNE VESİKASI/ÇOK HUKUKLU TOPLUM PROJESİ. (*)

Şu anda cezaevinde bulunan Zaman yazarı Ali Bulaç, tartışmanın dinamosuydu.

Elbette farklı kesimler farklı biçimde algılıyordu projeyi. Siyasi İslamcılar bu tartışmada şeriatı anlıyordu. Liberaller ise Kürt siyasi hareketinin özerklik manifestosunu.
Aslında Öcalan, bu iki farklı açıyı buluşturmaya soyunmuş.. “Demokratik İslam Konferansı” çağrısında bulunmuştu.

Dönem; liberallerin henüz işlevi bitmiş safralar olarak balondan atılmadığı, Öcalan’ın AKP çevrelerinde “bilge siyasetçi” muamelesi gördüğü.. En önemlisi de FETÖ geriliminin dışa vurulmadığı bir dönemdi.

REİS etrafında konuşlanmış liberaller, Türkiye’ye “İslam ile demokrasinin ya da sol ile İslam’ın evlenebileceği” masalını anlatmakla meşguldü. Ne güzel!! Her dini/etnik grup “kendi hukuku” ile yaşayacaktı. Böylece herkesin gönlü olacak, barış yerleşecekti!!

Bunun mümkün olmadığı görüldü. Ama siyasi İslamcıların zihnindeki hayal küllenmedi. Şimdi (yeterince güçlendiklerini düşünerek) projeye tek başlarına yüklenecekler.
Elbette artık Kürt siyasi hareketine zerre miskal yüz vermeden... Demokrasi/özgürlük falan diyenlere nefes aldırmadan.. Sadece siyasi İslam ajandasıyla.. Ve Güven Gürkan’ın dediği gibi “KOÇBAŞI” olarak kullandıkları Diyanet/Mısıroğlu gibi isim ve kurumlarla.. Hegemonyalarını yerleştirme görevi verdikleri ekran yıldızlarının tatlı tatlı anlattığı masallarla!

Bizler Kadir Mısıroğlu’nun sözlerini arşivden çıkartırken.. O ve temsil ettiği siyasi İslamcılar “çok hukuklu toplum” tezini.. Yani, ŞERİAT İLE DÜZENLENMİŞ TOPLUM/HUKUK özlemini çekmeceden çıkartıyor.

Anlayacağınız, mesele sahiden de bir MECZUP meselesi değil. Hiç değil!

* Hz. Muhammed döneminde düzenlenen.. 500 Müslüman, 4000 Yahudi, 4500 putperest Arap’ın yaşadığı Medine’de “her dini grubun kendi hukuku ile yaşamasına olanak veren” bir belge.