Yıl 2000. Galatasaray UEFA Kupası’nı kazanmış. Türkiye, her renkten taraftarıyla sevinçten coşmuş. Hele Ali Kırca... Eşine evlenme teklif etmeden önce “hangi takımı tuttuğunu” soracak kadar fanatik bir Galatasaraylı olarak, zafer sarhoşu.

Final maçından bir süre sonra, 18 Mayıs 2000 akşamı Siyaset Meydanı işte o zaferi konuşmak için toplanıyor.

Kimler yok ki! GS Başkanı Faruk Süren’den, yıldız futbolculara.. Ali Sami Yen’in eşinden teknik adamlara...

Zaferde imzası olan herkes orada. Fatih Terim hariç!

O, nedense bir türlü gelmiyor. Telefonlara çıkmıyor. Yardımcıları aracılığıyla gönderdiği işaretlerden de “gelmeye niyetinin olmadığı” anlaşılıyor.

Ama biz bu arada, habire altyazı döndürüyoruz: “Fatih Terim birazdan Siyaset Meydanı’nda.”

Öyle ya, Terim bizzat söz verdi Ali Kırca’ya. Hazırlıklar da ona göre yapıldı. Gelmemesi skandal olur!

Sonunda yardımcılarından birine telefonda çıkışıyorum: “Fatih Terim sadece Ali Kırca’ya değil Türkiye’ye söz verdi. Eğer gelmezse, bunu altyazıda belirteceğim. Haberiniz olsun.”

15 dakika kadar sonra odamda otururken, atv Haber Merkezi’nin büyük salonundan sesini duyuyorum. “Burada Ayşenur Hanım diye birisi varmış.”

Çıkıyorum. “Benim” diyorum. Bir şeyler söyleyecek oluyor. “Sırası değil” diye sözünü kesiyorum, “herkes sizi bekliyor. Şimdi hemen aşağı inin. Söyleyeceklerinizi program sonuna saklayın.”

Bir gazeteci, üstelik bir “kadın” tarafından bu “muameleyi” görmek herhalde zoruna gidiyor. Aşağı inerken homurtuları odamdan bile duyuluyor.

Damatlarıyla kebapçı basmasının ardından yaşananlar. Rüştü Reçber’in “gecenin hükmü sabaha kadardır” diyerek istifaya davet etmesi o geceyi aklıma getirdi.

Meğer dikkatimden kaçmış. İstifası vesilesiyle öğrendim ki, Fatih Terim Türkiye Futbol Direktörü imiş! Yani memlekette futbola dair ne varsa, onun sözüyle / kararıyla oluyormuş. Ama istifasından sonra bu “unvan” da iptal edilmiş. Halefinin, eskisi gibi “sadece Futbol Milli Takım Direktörü” olmasına karar verilmiş.

• • •

Bunu da okuyunca, ister istemez benzerlik kuruyor insan. Tıpkı Erdoğan, değil mi!

O da malum, Türkiye Herşey Direktörü. HERŞEY ondan soruluyor. Doğuştan ordinaryüs profesör olduğu için “yardımcı doçentlik” ünvanının kaldırılması onun sorumluluk alanında örneğin. Filan santralın ihalesi kime verilecek, ne zaman temel atılacak meselesi de.. İtinayla paylaştırılan enerji santrallerini “denetlemekle görevli” damadını yanına alıp, başka ülkeleri basmak da..

Elbette, hangi gazetecinin “gerçekte ajan” olduğuna karar vermek de, hiç kuşkusuz Erdoğan’ın görev alanına giriyor.

Cumhuriyet Davası’nda yaşananları okuyorsunuz. Daha ilk dakikadan itibaren sapır sapır döküldü iddianame. Çünkü, zaten biliyorduk, ortada “gerçek tek bir iddiası olmayan bir iddianame” var. Şaka gibi.

Arkadaşlarımız kendilerini nasıl / neyle savunacaklar?

“Ben Marslı değilim” demeye benzeyecek savunma. Öyle ya! Olay Mars’ta geçiyor. Yaşananların, dünyada geçerli hukukla, evrensel ölçülerle, bin yıllık adalet anlayışıyla hiçbir alakası yok. Yok.

Yandaşlar istediği kadar saklamaya çalışsın. AKP’ye yakın gazeteci / yazar / siyasetçi pek çok isim bile durumun farkında. Ve rahatsız.

Hele, Kadri Gürsel’in oğluna sarılmasına izin verilmemesi..

Hele o sırada orada olmasak bile, Erdem’in ta içimizde hissettiğimiz kalp kırıklığı. Babasına uzaktan bakmanın, daha o yaşta öğrettikleri.

Hele, sevgili Musa Kart’ın çocuklar için söyledikleri:

• • •

“İddia makamı, bizi bazı terör örgütleriyle irtibatlı gösterebilmek için dile kolay tam 5,5 ay çalıştı ve ekleriyle birlikte 30 klasörlük bir soruşturma dosyası hazırladı... Bu durumda birimizin çıkıp suçunu itiraf etmesi bekleniyor olabilir. Ama belki de bu işi bir karikatüristin yapması daha uygun olur!..

Karikatüristten itirafçı olur mu? Denemek istiyorum!..

Evet ben karikatür hayatımda sadece bir örgüte yardım ve yataklık ettim. Bu örgütün adı Ü.T.Ç. Açılımı: Ülkemin Tüm Çocukları...

Bu ülkenin iyi insanları bunları elbette görecektir. Adalet topallaya topallaya da gelse tecelli edecektir. Korkunun ecele faydası yok, MUTLAKA SABAH OLACAKTIR!

Üyeleri arasında 2,5 yaşındaki torunum da var. Biliyorum ki heyetinizin de çocukları, salonda bulunan dostlarımızın da çocukları bu örgütün üyeleri arasında.

Torunuma, örgütlerinin amacını sordum, anlattı: “Dede biz de batılı akranlarımız gibi yaşamak istiyoruz. Özgür ve mutlu bir hayatımız olsun istiyoruz. Düzgün evlerde oturmak, iyi okullarda okumak istiyoruz. Kimse ölsün mölsün istemiyoruz.”

Peki, beni de örgütünüze üye yapar mısınız, dedim.

“Olmaz dede, sen çocuk değilsin... Ama çok istiyorsan, bize yardım ve yataklık yapabilirsin. Bizim için çizebilirsin.”

İşte, itiraf ettim. Doğrusu bu çocukların örgütüne yardım ve yataklık benim hayatımın anlamı oldu. Ben ceza tehditlerinden ziyade, çocuklarımıza mahcup olmaktan korktum her zaman!”

Dünya üzerinde hiçbir karikatürist, dünyada hiçbir lideri “daha komik / acınacak durumda” çizemez.

Bakmayın, o liderlerin kendilerini “ülkenin sahibi” zannetmesine.

Daha düne kadar yan bakanın çarpıldığı Fatih Terim, bugün karizması “pert olmuş” durumda.

Zamanlama ve tespit bu kadar olur!

Rüştü Reçber’in dediği gibi:
“Gecenin hükmü sabaha kadardır.”

Eğer çocuklar babalarına sarılamıyorsa...

Torunların çizdiği ağaçlar, kuşlar resmi “sakıncalı” bulunup dedelere verilmiyorsa...

Kabine amiri Binali Yıldırım’ın oğlu 30 küsur tankere sahipken, Ahmet Şık “tek dikili ağacım kızım” diyorsa...

Bu ülkenin iyi insanları bunları elbette görecektir. Adalet topallaya topallaya da gelse tecelli edecektir.

Korkunun ecele faydası yok, MUTLAKA SABAH OLACAKTIR!