Kapitalizm tarihsel açıdan feodalizme göre ileri bir evredir. Burjuvazinin çıkarına da olsa, demokrasinin, sanatın, bilimin ve teknolojinin gelişimini tetiklemiştir. Ancak her olumlu ilerleme bedensel ve zihinsel emeğin ‘özneliğinde’ gerçekleşir. Bu yüzden demokrasi, sanat, bilim ve teknoloji, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin organik unsurlarıdırlar

Gecikmiş öznellik  gelmeyen özgürlük

70’li yılların hareketlerinin ruhunu oluşturan ortak bilginin tadını, dönüşümün keyfini, buna yönelik hissedilen kolektif arzuyu yeniden inşa etmek için… / Sürgün, Antonio Negri

2013’te İstanbul’da verdiği konferansta İtalyan Marksist ve politik kuramcı A. Negri’den ‘Sınıf’ kavramıyla ikame ettiğini düşündüğüm ‘Çokluk’u örneklendirmesini rica etmiş, öncesinde de iki saptamamı dile getirmiştim. İlki, ülkemizde ‘arkaizmin’ (hala) zemininin olduğuydu; diğeri de ‘anakronik’ diye bilinen tezlerin tamamının anakronik sayılamayacağıydı. Arkaizmin eskiye ait söylem anlamına geldiğini, anakronizm ise içinde bulunduğu zaman dilimiyle uyumsuz söylemler için kullanıldığını belirtelim.

Moderatör ricamı Negri’ye aktarmadan önce saptamalarıma katılmadığını söyledi. Belki de niyeti konferansın bağlamında kalmaktı. Fikri ya da niyeti ne olursa olsun, kanımca meseleyle bütüncül bağ kurmamak gibi bir tutum sergilemişti. En basitinden, eskinin hamasi dilinin tercih edildiği ve bunun da toplumda karşılık bulduğu bir ülkede arkaizmin zemini yoktur denilemez. Sorun aranacaksa mevcut gerçeklikle bağ kuramayan politik dilde aranmalıdır. Anakronizme gelince: Üretim bandının parçalanmasıyla oluşan ve zamanla çeşitlenen emeğin yeni politizasyon yöntemleri gerektirdiği aşikar. Ancak irili ufaklı binlerce üretim tesisinde milyonlarca işçi çalışırken, üstüne üstlük hatırı sayılır bölümü sigortasızken, sendikalaşmayı yahut partilileşmeyi gündemde tutmak tam bir anakronizm sayılamaz. Sorun aranacaksa sendikaların ve partilerin yapısallığında aranmalıdır.

Negri “yeni özgürlük ve özne biçimlerini” anlatmak için ülkemize gelmişti. Ancak ülkenin özgül şartlarından bağımsız bir ‘özgürlük ve öznellik’ girişimi politik olarak imkânsızdı. Yoksa -söz gelimi- Cumhuriyet’in 100 yıl önceki ‘kuruluş şartlarına’ dönme çabası ile kaybolmaya yüz tutmuş ‘kurucu değerleri’ için mücadele etmenin aynı şeyler olmadığı konusunda bir tereddüt yoktu. Yeni mücadele yöntemlerinin küresel hegemonyanın dışında ve ondan bağımsız geliştirilmesi ne kadar abesse, ülkenin özgül şartlarından bağımsız bir mücadele tarzı da o kadar eksikti. Baka kalırsa meselelere yeterince bütüncül bak(a)mamak gibi bir sıkıntımız vardı.

Ekonomi-politik süreçler arasında (aynı anda) hem yadsıma hem devamlılık ilişkisi vardır. 120 sene öncesinin tezleri geçerliliklerini tamamen yitirmedikleri gibi, 20 sene önce öne sürülen tezlerin ‘gerçeklerin’ dışına düştüğünü de iddia edemeyiz. Hatta yeni tezler yarattıkları çağrışımlar sayesinde politik alanın “kör noktalarıyla” bağ kurmayı mümkün kılarlar. Siyaset biliminin ve temsil siyasetinin kuramadığı bu bağı çoğu zaman felsefe, sanat, edebiyat, hatta bilim kurar. Zira ‘karşı hegemonya’ mücadelesinde boşluğa ve süreksizliğe yer yoktur. Buna rağmen “eski” tezlerle bugünün gerçekliği arasında boşluklar ve süreksizlikler her zaman olur.

Batılı ve Doğulu emperyalistlerin ve alt emperyalistliğe soyunanların yönettiği bir dünyada yaşıyoruz. Tamamının ulusal, bazılarının hem ulusal hem uluslararası sermayedarları var. Mevcut pazarlarını büyütmek için emeği sömürüyorlar, doğal kaynakları talan ediyorlar, ortamı terörize edip savaş çıkartıyorlar vb. Bu kadar gayrı meşru olunca ‘iç ve dış tehditlere’ maruz kalmaları ve/veya tehdit algısı yaratarak ulusal ve uluslararası politikalara ayar çekmeleri “normal” hale geliyor. Büyükbaşların birbirlerini kollarken küçükbaşları kontrol ettikleri, yeri geldiğinde de birbirlerine girdikleri bir güçler dengesi Küre’deki bütün dengesizliklerin temel nedeni. Demokrasi, eşitlik, özgürlük ve barış mücadelesi malum güçlere ve onları besleyen dinamiklere karşı verilmek durumunda. Ancak işin içine ‘bedenler’ de girdi.

Kapitalizm tarihsel açıdan feodalizme göre ileri bir evredir. Burjuvazinin çıkarına da olsa, demokrasinin, sanatın, bilimin ve teknolojinin gelişimini tetiklemiştir. Ancak her olumlu ilerleme bedensel ve zihinsel emeğin ‘özneliğinde’ gerçekleşir. Bu yüzden demokrasi, sanat, bilim ve teknoloji, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin organik unsurlarıdırlar. Bu dördünden bağımsız bir mücadele eksiktir, hatta düşünülemez. Kapitalistler kabloları ve softwareları(yazılım) kimlerin ürettiğini, fişleri de prizden kimlerin çekeceğini iyi bildiklerinden ‘tehdidi’ çıkış noktasında boğmak, bunun için de bakış açılarını ve yaşam tarzlarını sistemin bekasıyla uyumlu hale getirmek zorundalar. Bugün bunun yolu bedenleri ele geçirmekten geçmektedir.

İrlanda asıllı İngiliz akademisyen ve Marksist edebiyat kuramcısı Terry Eagleton ‘Kuramdan Sonra’ adlı kitabında şöyle der: “Eski tarz kapitalizm kendimizden zevk almamızı yasaklar; zira bir kere tadına vardık mı, işyerinin kapısını bir daha çalmayacağımızdan çekinir. Buna karşılık daha tüketimci bir kapitalizm türü kendimizden arsızca haz almamız konusunda bizi ikna etmeye çalışır. Bu şekilde daha fazla meta tüketmekle kalmayız; kendi tatminimizi sistemin bekasıyla bir tutma şansına da erişmiş oluruz.”

Gelinen noktada kapitalizmin çıkarlarıyla uyumlu bir antropolojik gelişimden söz edilebilir. Nedeni, muktedirlerin/egemenlerin eğitimin ve popüler kültürün iplerini ellerinde tutmalarıdır. Ancak, sanat, bilim ve teknoloji alanında olduğu gibi eğitim ve kültür de emeğin özneliğinden bağımsız gerçekleşmez. Dolayısıyla muktedirlerden geri alınmaları her zaman ihtimal dahilindedir. Geri alma sürecinin ‘bedenlerden’ başladığını iddia etmek anakronik bir söylem olmadığı gibi, tekil dönüşümün ve kitlesel devrimin yapısallığının bir gereğidir.

Amerikalı muhalif sosyolog Immanuel Wallerstein’a göre hızla değişen ve insan iradesine hiç olmadığı kadar açık hale gelen bu ‘sisteme’ karşı herkesin üç görevi vardır: 1) Gerçekliği eleştirel bir kafayla analiz etmekle ilgili entelektüel görev. 2) Öncelikli değerlerin neler olduğunu tespit etmekle ilgili ahlaki görev. 3) Mevcut sistemden daha farklı ve daha iyi bir sisteme geçmekle ilgili politik görev.

gecikmis-oznellik-gelmeyen-ozgurluk-522842-1.
ABD’nin Irak işgali, İran ambargosu, Suriye hamleleri, Çin ablukası, Rusya markajı, Latin Amerika ülkelerine uyguladıkları baskı, Afrika politikaları ve malum rakiplerinin benzer tutumları anakronik olduğu iddia edilen kimi tezlerin güncel gerçeklikle o kadar da uyumsuz olmadıklarının göstergesidir. Ancak günümüzde ne tek başına (klasik) emperyalizm tezleriyle yol almak mümkündür, ne de bahse konu tezler tamamen geçerliliğini yitirmiş durumdadır.


Kapitalist hegemonya yapı değiştirmeye mecburdur, mecbur olduğu için çaresizliğe mahkûmdur. Her mecburi değişim kapitalizmi kendi mezarına yaklaştıran bir adımdır. Sistemik “ahlakın” hazzı önce olumsuzlaması ardından teşvik etmesi beka sorununa çözüm bulma arayışıdır. Lakin haz, bedenin çatışma mekânına dönüşmesinin önüne geçemediği gibi, kesintisiz haz üretiminin sisteme (maddi ve manevi) maliyeti vardır. Zira insan, bünyesine giren olumsuzluklar ve uyumsuzluklar karşısında er ya da geç alerjik tepkiler verebilen bir varlıktır, yalnızca kurucu buluşmalara ihtiyaç duyar. Bu buluşmaların organizasyonu da meselede yol almış muhaliflerin, aktivistlerin vb görevidir.

Zengin bir burjuvaya ‘ben kapitalistim’ cümlesini kolay kolay kurdurtamazsınız. Özünde ahlaksızlığa karşılık geldiğini bilir çünkü. Ancak işine gelmediğinden ‘işadamıyım, girişimciyim vs’ der. Sıradan insanlarsa benzer bir ahlaksızlığın (ve türevlerinin) kendilerine zerk edildiğini fark ettiklerinde ‘ruhsal acı’ yaşarlar. Acı eşiği aşıldığında da bedenleri üzerinden sistemle çatışmaya başlarlar. Çatışmanın öldürmediğini, tam tersi güçlendirdiğini fark etmeleriyse özgürleşmeye ve özneleşmeye başladıklarının göstergesidir. Bu durum, İstanbul’daki konferansın adında belirtildiği gibi ‘yeni’ değil, fakat gecikmiş bir özgürlük ve özneleşme halidir. Dolayısıyla ‘beden’ kapitalist hegemonyaya meydan okumanın her zaman canlı zeminidir.

ABD’nin Irak işgali, İran ambargosu, Suriye hamleleri, Çin ablukası, Rusya markajı, Latin Amerika ülkelerine uyguladıkları baskı, Afrika politikaları ve malum rakiplerinin benzer tutumları anakronik olduğu iddia edilen kimi tezlerin güncel gerçeklikle o kadar da uyumsuz olmadıklarının göstergesidir. Ancak günümüzde ne tek başına (klasik) emperyalizm tezleriyle yol almak mümkündür, ne de bahse konu tezler tamamen geçerliliğini yitirmiş durumdadır.

Kabaca güçlü devletlerin güçsüz devletler üzerindeki yaptırımları olarak gerçekleşen emperyal müdahalelerin farklı biçimlere bürünmeleri keyfi değil, mecburidir. Kapitalizmin -insanla ve doğayla kurduğu ilişki bağlamındaki- gayrı meşruluğu beka sorununun her aşamada gündeme gelmesinin nedenlerinden biridir, diğer nedeni iktisadi irrasyonalitesidir. Hal böyleyken kapitalist hegemonyaya karşı verilen tikel ve/veya kitlesel mücadelelerin dili, yöntemi ve biçimi şartlara göre değişkenlik gösterebilir. Öte yandan, sistemin varlığı tehlikeye girdiğinde yeni bir dünya savaşı çıkartmaktan geri durmayacak devletler tarafından yönetildiğimiz de bir gerçektir.

Kapitalizm tek parça bir organizma gibi davrandığından sömürü ve yaptırım ilişkileri devletler, sınıflar ve şahıslar (bedenler) arasında küresel ölçekte ve kesintisiz biçimde sürmektedir. Ancak yapının anatomisinde ve beslenme tarzında değişimler de olmakta, bunlar da karşıt unsurları etkilemektedir. Belirttiğimiz gibi; üretim hatları parçalanmış, emek mekânları ve türleri artmıştır. Hepimiz işçiyiz ancak eskisi kadar homojen bir kitle değiliz. Homojenlik varsayımı propaganda (söylem) düzeyinde işleri kolaylaştırsa da beklenmedik değişimler ve farklı talepler karşısında ‘kontrpiyede’ kalınmasına neden olabilmektedir. Bu sebeple yeni eğilimleri, tarzları, tercihleri, kuşkuları, huzursuzlukları ve ilişkili tezleri ve tespitleri bir kenara itmemek gerekir.

Politik küremiz sömüren-sömürülen ilişkilerinin bürokratik neticesi olan büyüklü küçüklü iktidarlar tarafından yönetiliyor. Mevcut iktidarlara bağlı sermaye grupları –kriz anları dâhil- şişmeye devam ediyor, sönenler de gidip başka yerde dükkân açıyor. Makro görüntü genel hatlarıyla böyle, lakin mikro düzlemde de bir şeyler oluyor. Kapitalizmin kontrolsüz varoluşu ve yaşamın bütün hücrelerine sızması, iş ve aş taleplerine, insan, çocuk, kadın, cinsiyet, yaşlı, hasta, hayvan ve çevre haklarıyla ilgili taleplerin de eklenmesine neden oldu. Her talep aynı zamanda birer karşı çıkıştır. Gelgelelim -köken nedenleri büyük ölçüde ortak olmasına rağmen- aralarındaki yapısal ilişkiye odaklan(a)mama sıkıntıları vardır. ‘Gecikmiş özgürlük ve özne biçimleri’ hakkında fikir yürütürken ele alınması gereken konuların başında bu ‘sıkıntı’ gelmektedir.

Gelecek yazımızda Negri’nin ve mücadele arkadaşı Ravel’in cevaplarını paylaşmak ümidiyle.