Geçmişle bugün arasındaki kopukluk

Umut ÇALIŞAN

Çizgi roman okumanın “çocuk işi” olduğuna yönelik geniş çaplı yaygın bir kanı söz konusu. Ancak çizgi roman yazarları, çizerleri ya da tutkunları da yıllardır bunun böyle bir şey olmadığını anlatmaya çalışıyor. Hatta bundan bir miktar yorulduklarını itiraf bile edebilirler. Oysaki tarih öncesi buluntularda mağara duvarlarına çizilen resimlerde bile benzer bir anlatımı görmek mümkün. Çizgi roman, hayatta olan biteni anlatmanın en eski yollarından birisi. Çizgi roman kültürünün içerisinden gelmiş, birçok çizgi roman senaryosu kaleme almış bir yazarın, Mete Güner’in ilk öykü kitabı “Kopukluk” da bu yolları deniyor.

12 farklı öyküden oluşan kitapta, öykülerdeki her baş karakterin derinlerde bir yerlerde diğerleriyle aynı izler taşıdığını görebiliyorsunuz. Farklı isimler, farklı meslekler, farklı endişeler ama temelde hep yapmak isteyip de yapamadıklarının peşinde giden ya da gittiğini sanan erkekler. Geçmişimizin şimdiye etkisi üzerine derin bir sorgulama. Eminim pek çok kişi “Ben neden böyleyim?” diyerek garipsediği bazı davranışlarının sebebini öyküleri okuduktan sonra çocukken yaşadığı bir olayda arayacak. Meselemiz sadece erkekler mi? Tabii ki değil, kadınlar da bu sayede partnerlerinin anlamlandıramadıkları harekettlerini aslında çok da anlamlandırmaları gerekmediğini anlayacaklar. Biliyorum saçma gelecek ama gerçekten bu yönüyle de bir nevi ilişki rehberi olabilecek bir kitap.

Öyküler pek çok noktada hayal gücünün etkisi ile fantastik kurgu gibi yükselse de belli bir noktada gerçeklerle buluşup yeniden ayakları üzerine basıyor. Her öyküde böyle bir an var ve bu anlardan en az birini mutlaka siz de hayatınızda bir yerlerde yaşadınız. Bu yaşanmışlık hissi finaldeki muğlaklıkla birleşince ister istemez içinizden öyküyü bir kere daha okumak geliyor. Yazar her ne kadar Amerikan çizgi romanlarından etkilenmiş gibi gözükse de, öykülerinde yaşı kırka yaklaşan her çizgi romancının varacağı durak olan Ken Parker, Mister No’dan izler görüyorum. Attığını vuran, vurduğunu deviren, ölümsüz yenilmezlerin değil, devrilen, yenilen, yeri geldiğinde ağlayan, ağlayacak omuz arayan sıradan insanların hikâyeleri hep bunlar.

Birkaç satır da her öykü için ayrı bir illüstrasyon çizen Mert Baran için olmalı. Öyküyü, kitabı okuyarak bir şeyler çizen çizer sayısı giderek azalırken bu işi hakkıyla yapan birini görmek çok güzel. Kitabı okuyacaklar illüstrasyonlara öyküyü okuduktan sonra bir kere daha bakmalı. Anlatımın derinliği kesinlikle şaşırtıcı. Asıp kesen, sevdi mi tam seven, sildi mi bir daha yazılamayacak hale getiren erkek egemen, kimsenin ötekininkini beğenmeyip müstakilen kendi erkeklik kitabını yazdığı bir dünyada hâlâ basit değerlerin de var olduğunu bilip buna göre yaşayan insanların hikâyelerini merak eden kaldıysa, Mete Güner’in Kopukluk’u ağızda güzel bir tat bırakacak.