14 Kasım 1919’da, Mao’nun memleketi Hunan eyaletinin başkenti Changsha’da genç kadın Zhao (Çao) Wu-Zhen intihar etti. Bazı intiharlar kişinin kendisine karşı öfkesini yansıtmaktan ziyade geride kalanları cezalandırmayı, kendisini intihara sürükleyen kişiler-koşullara bir meydan okumayı, intikam almayı amaçlar. Çao’nun intiharı da böyleydi: Geride bıraktığı kişilere-koşullara kendi canına kıyarak bir meydan okumaydı. O kadar güçlü bir meydan okumaydı ki, Çao, mutluluk gösterisi yapmak için düzenlenen evlilik törenini cenaze seremonisine dönüştürdü. O yıllarda bu mutluluk gösterileri aslında erkek için bir kadına “sahip olmanın” getirdiği bir tür zafer gösterisiydi. Çao’nun intihar etmesi nedeniyle, planlanan o zafer gösterisi “zafer”e katkısı olanlar için ağır bir aşağılanmaya, küçük düşürülmeye ve onursuzluğa mahkûm edilmeye dönüştü.

O yıllarda Çin’de kadın ve erkek için eş adayları aile büyükleri veya çöpçatanlar tarafından bulunurdu; yani bildiğiniz görücü usulü. Evlilik öncesi kısa bir görüşme dışında eş adayları arasında başka bir görüşme olmazdı. Bu kısa görüşme aslında erkeğin kadını eş olarak kabul ettiğini onaylaması (veya reddetmesi) için yapılırdı. Üst sınıftan olan kadınların koca adayını (nadiren) ret etme hakkı olsa bile, orta-alt sınıflardan gelen kadınlar için böyle bir hak söz konusu değildi. Daha da can acıtıcı olanı, evlilikle birlikte kadınların erkeğin (satılabilir) mülkü olmasıydı. Özellikle ağır kıtlık yaşanan yıllarda, kadınlar eşleri tarafından (bazen çocuklarla birlikte) satılıyorlardı.

genc-kadin-cao-nun-vedasi-852161-1.

Çao, üst sınıftan bir kadın değildi ve kendisine eş olarak seçilen Wu Feng-lin ile geleneklere uygun olarak kısa bir görüşme yapmıştı. Fakat bu erkekten hiç hoşlanmamıştı ve onunla evlenmek istemiyordu. Ailesi koca adayını reddetmesini de düğün tarihini ertelemeyi de kabul etmedi. Evlilik günü, Çao, kendi ailesinin evinden koca adayının evine götürülmek üzere gelin koltuğunda (bir tür tahtırevan) yerden kaldırılırken, koltuğa gizlediği hançeri çıkarıp boğazını kesti. Sevmediği biriyle evlenmektense intihar etmeyi seçmişti. Bu dramatik olay üzerine Mao, “Changsha Ta-Kung-Pao (Changsa Günlüğü) gazetesinde birbirini izleyen dokuz yazı yayınladı (1919). Sonraki yıllarda, ÇKP’nin kırsal bölgelerde yaşanan kadın sorununa bakışını şekillendiren ve devrim öncesi kurtarılmış bölgelerde bu konuda önemli yol alınmasını sağlayan işte bu yazılardır. (O yazılardan derlenen “Genç kadın Çao’nun intiharı” başlıklı makalenin çevirisi kamuraninnotdefteri.blogspot.com adresinden okunabilir. Yazının çarpıcılığının benim çevirmenliğimle bir ilgisi yok. Mao çok iyi, etkileyici bir yazardır.)
Devrimden sonra (1949),o güne kadar kadınların yaşadığı ağır sorunların çözümü için yürütülen çalışmalar yasalaştı (en çarpıcı örneklerden biri ayak bağlama geleneğinin yasaklanmasıdır. Bu konuda 16.08.2015 tarihinde yayımlanan “Altın lotus ayaklı kadınlar” başlıklı yazımı okumanızı öneririm).

Komünlerde kadın sorunu üzerine eğitim çalışmaları, seminerler-tartışmalar yapıldığını biliyoruz. Çin gibi köklü ataerkil geleneklerin kuşattığı kırsal toplumlarda bu geleneklerin çözülmesi öyle kolay bir iş değildir. Onca çabaya rağmen alınan yolun yetersizliği Mao gibi tez canlı, sabırsız biri için hayal kırıklığı olmalı. Kadının rızasına gerek görmeden aile büyüklerinin ayarladığı evlilikler 25-30 yıl öncesine kadar bazı uzak kırsal bölgelerde halen varlığını sürdürüyordu. 5 Mart 2017 tarihinde yayınlanan “Fabrika kızları” başlıklı yazımda böyle bir evlilik hikâyesinden bahsetmiştim.

Mao “Gökyüzünün yarısını kadınlar oluşturur” demiş olsa bile, ÇKP henüz bu tespite yaklaşabilmiş değil. 19. ÇKP Kongresine katılan 2300 delegenin sadece yüzde 18’ini kadınlar oluşturdu. 90 milyon ÇKP üyesinin sadece yüzde 26’sı kadın. 210 kişiden oluşan ÇKP Merkez Komitesinde yer alan kadınların sayısı iki elin parmakları kadar. 11 kişilik “daimi komite”de ise sadece bir kadın var (Başbakan yardımcısı). Bu az sayıdaki kadınların ne kadarının ÇKP’nin “muhafazakâr” denebilecek kadın bakışından uzak olduklarından ise emin değilim. ÇKP çizgisinin Çin toplumundaki cinsiyet rollerindeki değişimin gerisinde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

Özellikle son 30-40 yılda yaşanan köyden kente göç (ve kentleşme) nedeniyle aileden ve kuşatıcı geleneklerden uzaklaşma, eğitim olanaklarındaki artış ve ekonomik bağımsızlık Çinli kadınların ataerkil cinsiyet rollerine meydan okuması için önemli olanakları sunmuş olsa bile, “bir erkek çocuğa sahip olma isteği”nin toplumda halen çok yaygın olması daha gidilecek uzun bir yol olduğunu gösteriyor. Yine de, kadına şiddet uygulayan erkeklerin kayıtlarının yakın zaman önce internette herkesin erişimine açılması belki küçük bir teselli sayılabilir.

VE BADEM BIYIKLI KADINLARI

İdeolojik olarak ilkel ve erkek olan siyasal İslamcılık kadın sorununa el atarsa, orta çıkan sonuç kadınların özgürleşmesine direnen bir “ilkel erkek aklı sorunu” olur. Çıplak arama ve kadın cinayetleri hakkında açıklama yapan AKP’nin “badem bıyıklı” kadınlarının açıklamalarını hatırlayanlar ne demek istediğimi anlayacaklardır. Bu “badem bıyıklı” kadınların taşıdığı “ilkel erkek aklı” Mao’nun o yazıları yazdığı dönemle epeyce benzeşiyor. O günkü Çin geri kalmış bir köylü toplumuydu. Bugün memlekete musallat olan siyasal İslamcılar da geri, ezik, kibirli ve haset kasaba cahil-cühelasından başka bir şey değiller. Bir Çin klasiği olan “Kırmızı Fenerler” adlı filmi (Raise Red Lanterns) internetten bulup izlerseniz, AKP’nin “badem bıyıklı” kadınlarının “ilkel erkek dünyasının” 150-200 yıl önceki Çin’den yansımasını izlemiş olursunuz.