İnsan beyni sadece bir organ değil, doğanın yaratıcılığının bir kanıtı olan dinamik, sürekli gelişen bir mucizedir. İnkar edilemez bir şekilde, varlığımızın merkez üssü, bilincimizin merkezi ve yaratıcılığımızın kaynağıdır.

Gizemli bir yönetici: Beyin
Fotoğraflar: Wikimedia

Prof. Dr. Doğan Kökdemir - kokdemir@baskent.edu.tr - @dkokdemir

İnsan varoluşunun harikaları üzerine düşündüğümüzde, beyin karmaşıklığıyla eşi benzeri olmayan, bilim-kurgu filmlerindeki olağanüstü aletlerden daha karmaşık yapıya sahip bir mucize olarak karşımıza çıkar. Kafatasımızın içinde yer alan ve yaklaşık sadece 1.30 kg ağırlığındaki bu organ, tarih boyunca bilim insanlarını, filozofları ve sanatçıları büyülemiştir. Yine de beyne dair anlayışımız büyük bir evrim geçirmiş, geçmiş uygarlıklar şu anki bakış açımızdan belirgin şekilde farklı görüşlere sahip olmuştur. 

Antik Dönem 

Yolculuğumuz, birçok bilimsel ilkenin temelini atan bir uygarlık olan Antik Mısır'da başlıyor. Mumyalama süreci, Mısır inançlarına dair ilgi çekici bir içgörü ortaya koymaktadır. Karaciğer, akciğerler, mide ve bağırsaklar gibi hayati organlar kaymaktaşından yapılan kavanozlarda özenle korunurdu. Özellikle kalbe, neredeyse ilahi bir saygı duyulur, öbür dünyadaki önemine inanıldığı için vücutta dokunulmadan bırakılırdı. Buna karşılık beyin, o kadar önemsiz bir organ olarak görünürdü ki, genellikle burun deliklerinden kancalar yardımıyla çıkarılır ve atılırdı. Bu tür uygulamalar, beynin öneminin diğer organlar tarafından gölgede bırakıldığı eskilerin inanç sistemini vurgulamaktadır. Kafatasının içindeki, göz ve dil gibi önemli organların bulunduğu bölgede yer alan bu büyük organa neden önem vermedikleri hâlâ soru işareti. 

Anadolu ve Yunan Yarımadası, antik dönemin düşünsel anlamda pırlantası konumunda oldular. Suyun her iki tarafındaki filozoflar, kesin yargılara varmak yerine alternatif hipotezler geliştirmek gibi bir yol benimsiyorlardı. O dönemde de, kalp-beyin tartışması daha az yoğun değildi. Filozof Aristoteles için kalp, aklın ve duyguların merkeziydi. Onu vücudun en temel organı olarak görüyor, beyni ikincil bir role indirgiyordu. Bununla birlikte, bu bakış açısı, yani kalbin “her şeyin merkezinde olduğu”, tartışılamaz bir gerçek olarak kabul edilmedi. Örneğin, "Tıbbın Babası" olarak nitelendirilen Hipokrat, beyne büyük saygı duyuyor ve zihinsel bozuklukları beyindeki dengesizliklere bağlıyordu. Ardından, kapsamlı çalışmalarıyla beynin önemini vurgulayan ve gelecekteki nörobilimsel çalışmaların temelini atan bir hekim olan Galen geldi. O da asıl olanın kalp değil, beyin olduğunu söylüyordu. 

Antik Mısırlılara benzer şekilde, Kur’an ve İncil (hem Eski hem de Yeni Ahit) de dahil olmak üzere birçok dinin büyük kutsal metinlerinde kalp ve diğer organlara çok sayıda atıfta bulunulmaktadır. Ancak beyinden bahsetmeyi büyük ölçüde ihmal ederler. Bu metinlerde kalp genellikle tutku ve cesareti sembolize ederken, karaciğer ve mide gibi organlar diğer insani nitelikleri ve duyguları temsil eder. Kısacası çok uzun bir dönem, beyin – Antik Mısırlıları saymazsak – “dokunulmadan” kalmıştır. 

Sanatçının Yorumu 

Beynin cazibesi tıp ve felsefe ile sınırlı değildi. Sanat üzerinde de silinmez bir iz bırakmıştır. Michelangelo'nun Sistine Şapeli'ni süsleyen ikonik "Adem'in Yaratılışı" freskini ele alalım. Bazı yorumlara göre Tanrı'nın ve meleklerin arkasındaki fon, çarpıcı bir şekilde insan beyninin enine kesitini andırmaktadır. Bu başyapıt, insan zekâsının ve bilincinin ilahi doğasına ince bir şekilde işaret ediyor olabilir mi? [1]  

Tanrı figürünün olduğu arka plan tahminen ilk zamanlarda “anlamsız” bir süsleme olarak görülmüştü. Ancak beynin anatomisi hakkında bilgi sahibi oldukça, bu arka planın ver diğer figürlerin yerleşimleri ile ortaya çıkan kompozisyonun beynin fiziksel yapısına rastlantı olamayacak kadar çok benzediği ortaya çıktı. Kuşkusuz bu, Michelangelo’nun, o dönemlerde onaylanacak bir davranış olmasa da, ölülerin bedenleri ve organlarını dikkatlice incelediğini ortaya koymuştur ama belki de daha önemlisi, beyni, varoluşun en temelindeki yapı olarak göstermesi oldukça ilginç. 

Beynin Kudretli Gücü 

Bugün, parmaklarımızın ucundaki gelişmiş nörobilimsel araçların bolluğuyla, beyin hakkındaki anlayışımız, eski inançları ve uygulamaları aşarak önceki tüm dönemleri geride bırakıyor. Vücut ağırlığımızın sadece yaklaşık %2'sini oluşturan bu nispeten küçük organın böylesine muazzam bir enerji tüketiminden sorumlu olduğunu fark etmek olağanüstü bir şey. Beyin, toplam enerjimizin yaklaşık %20'sini tüketir; bu da onun vazgeçilmezliğinin ve dinamik doğasının bir kanıtıdır. 

Bu yüksek enerji tüketimi sadece temelsiz faaliyetler için değildir. Beynin çok sayıda işlevi yönetmedeki önemli rolünün bir kanıtıdır. Vücudumuzun dengesini (homeostasis) korumaktan, duyusal bilgileri işlemeye, problem çözme, hayal kurma ve yaratıcılığı teşvik etme gibi karmaşık görevlere kadar beyin yorulmak bilmeden çalışır. Aklımıza gelen her düşünce, hissettiğimiz her duygu, hatırladığımız her anı ve mırıldandığımız her şarkı, tüm bunlar bu muazzam organdaki bir dizi elektriksel ve kimyasal süreçten kaynaklanır. 

Yine de bize bilişsel becerilerimizi kazandıran şeyin beynin büyüklüğü olduğunu varsaymak yanıltıcı olacaktır. Örneğin, hayvanlar aleminde ispermeçet balinası 7.8 kilogram ağırlığında, yani insan beyninin neredeyse altı katı ağırlığında bir beyne sahiptir. Ancak, gelişmiş problem çözme veya sanatsal çabalarda bizden daha iyi performans göstermiyor. Bu bizi çok önemli bir anlayışa getiriyor. Boyut bir faktör olsa da, asıl önemli olan sinirsel bağlantıların karmaşık ağıdır. Beynin karmaşıklığı, çok sayıda ve çeşitli bağlantılar kurma yeteneği, bilişsel yeteneklerimizin temelini oluşturur. Her bir nöron diğer binlercesine bağlanabilir ve bu da gelişmiş düşünce süreçlerine olanak tanıyan inanılmaz derecede geniş ve karmaşık bir ağa yol açar. 

Dahası, hayranlık uyandıran sadece statik yapısı değil, aynı zamanda beynin uyarlanabilirliğidir. Hayatımız boyunca beyin nöroplastisite sergileyerek kendini ayarlar ve yeniden düzenler. Bu kapasite yeni beceriler öğrenmemizi, yeni ortamlara uyum sağlamamızı ve hatta beyin yaralanmalarından bir dereceye kadar kurtulmamızı sağlar. 

Özünde, insan beyni sadece bir organ değil, doğanın yaratıcılığının bir kanıtı olan dinamik, sürekli gelişen bir mucizedir. İnkar edilemez bir şekilde, varlığımızın merkez üssü, bilincimizin merkezi ve yaratıcılığımızın kaynağıdır. Beyin, tek kelimeyle muhteşem bir organdır. 

Kaynak: 

[1] Meshberger, F. L. (1990). An interpretation of Michelangelo’s Creation of Adam based on neuroanatomy. JAMA, 264, 1837–1841.