Böylece Klytie’nin vücudu önce kuruyup ince bir dala dönüşmüş, sapsarı taç yaprakların kapladığı bir çiçek açmış başında. Başını sürekli güneşe çeviren ve güneş batınca boynunu büken günebakan çiçeğine (ayçiçeğine) dönüşmüş. Kendisi için tekerleme bile uydurulmuş.

Güneşin aşkıyla kavrulan çiçek: Ayçiçeği

Ayçiçeği; nam-ı diğer günebakan, gündöndü, günçiçeği, güne aşık, güntabak, güne tapan, çiğdem, devriamber, deranber, aydın çiçeği, vardıvan, simiska, şemşamer…

Yaz aylarında yolculuklarımız sırasında arabanın penceresinden gördüğümüz zaman, önce uzaktan kilim gibi sarı sarı dokunmuş, tarlalarda sıra sıra dizilmiş halleriyle bizi selamlarlar. Sonra da tam yanlarından geçerken sıcacık renkleri ile kocaman gülümseyerek bizi neşelendirirler ayçiçekleri.

Hızlı büyümek için daha açılmamış tomurcukken bile gün boyu güneşi takip etme becerisine sahip olan, neredeyse tüm dillerde güneş çiçeği olarak adlandırılan bu sarı çiçeklere biz neden “ayçiçeği” diyoruz, diye hep merak ederdim.

Minik bir etimolojik bir araştırma yaptığım zaman “Çiçeği çok iri, tabak şeklinde ve sarı renkte olan…” diye tarif edilen bitkinin adının, “ay” sözcüğünden değil de tabak gibi yuvarlak, terazi kefesi anlamına gelen “aya” sözcüğünün kökeninden geldiği ortaya çıkıyor.

Günebakan, botanik açıdan Helianthus cinsinin Compositae familyasına ait, “bileşikgiller” familyası içinde sınıflandırılan bir bitki. Bilimsel adı Grekçe’de güneş anlamına gelen “helios” ve çiçek anlamına gelen “anthos” sözcüklerinden oluşan Latince ismiyle “Helianthus annus”.

Güneş sarısı taç yaprakları olan bu çiçeğin çanağı “floret” denen tüpsü çiçekçikler dolu. İşte bu tüpsü çiçekler zamanla uçuşuyor, ortaya çekirdeğe dönüşen tohumlar çıkıveriyor. Tohumlar, Fibonacci sayı dizisi 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8 sıralamasına göre dizili ve altın orana uygun olarak 137 derecelik açıyla sıralanıyorlar. Bu diziliş tohumların aynı boyda olmasını, merkezde sıkışmayarak ve kenarlarda alan kaybını önlüyor. Günebakanda sol-el yönünde yer alan 55 çekirdek ile sağ-el yönünde yer alan 89 çekirdek vardır. Bunların birbirine oranı 1,618’dir. Yani, Fi (phi) sayısı. İçinde kainatın matematiği saklı bu çiçek, meğer oranlarıyla tam da ideal güzellikte değil mi?

“Bitkilerin En Güzel Tarihi” kitabına göre ayçiçeği Avrupa’daki botanik bahçelerine on yedinci yüzyılda geldi. Anavatanı Amerika kıtası. Kızılderililer tarafından çekirdekleri öğütülerek un olarak, çiçekleri sebze yemeği olarak tüketilirmiş. Hem de kumaşları, çömlekleri ve vücutları için boya elde etmek için yararlanırlarmış. Lifli saplarını sepet örme ve dokumacılıkta kullanıyorlarmış. İlk başta kıtaların iç taraflarındaki çayırlarda büyük başarı kazanan ayçiçeklerinin Fransa’ya tam olarak yerleşmesi ise 70’lerin ortasını bulmuş.

Ekolojik anlamda güneş santrallarının yapımına ilham olmuş, kendisine (2016-Science dergisinde yayımlanan bir çalışma) 24 saat değil de 30 saat ışık kaynağı sunulduğunda “Hayır, ben 24 saatlik döngümden şaşmam, sizler gibi daha fazlasını istemem” demesini bilerek bize biyolojik olarak ders veren sirkadyen ritmiyle (vücut saati) bu özel bitki tabii ki sanatın içinde de var. Özellikle Barok ressamlar için ayçiçeklerinin fonda olduğu otoportreler gücü, sadakati, sanatçının patronuna olan bağlılığını ve minnettarlığını vurgulamak için kullanılmış.

Ayçiçeklerinden bahsederken Hollandalı ressam Vincent Van Gogh’dan söz etmemek mümkün mü? 1888 ve 1889 yılları arasında Fransa’nın Arles kentinde, meşhur Sarı Ev’inde yaşadığı dönemde en çok ayçiçeklerini çizdi. Zamanında uğruna kulağından parça kestiği dostu Paul Gauguin'in 8 ay sonra ziyaretine geleceğini öğrenen Van Gogh, Gauguin’in kalacağı odayı sarıya boyar ve onun için bu ayçiçeği tablolarını yapar. Parlak sarı açan ayçiçekleri Van Gogh’un tablolarında vazolar içindedir. 12 eserden oluşan Sunflowers Serisi, kardeş Theo’ya gönderilmiş mektuplarda “güneşin çevresindeki aydınlık halkası"na benzetiliyor. “…Hani, senin dükkânın bitişiğindeki lokantada çok güzel süs çiçekleri vardı ya, orada, pencerenin içinde duran ayçiçeği hep aklımda. Bu fikri gerçekleştirirsem on iki ayrı tablo olacak; hepsi birden, sarı ve mavi üstüne bir senfoni oluşturacaklar…” Demek ki o tarihlerde ayçiçekleri henüz süs bitkisi olarak yetiştiriliyormuş. “…Artık Gauguin ile birlikte kendi atölyemizde oturmayı kuruyorum (hayal ediyorum) ya, stüdyo için dekorasyon hazırlamak istiyorum. Hep kocaman kocaman ayçiçekleriyle…”. Serinin en mühimi, 15 ayçiçekli vazo resmi; yani “Vase with Fireen Sunflowers” (1888 tarihli 93cm x73cm ölçülerinde yağlı boya) modern bir sanatçının işine ödenmiş en yüksek meblağa olarak tarihe geçerek, 1987 yılında Londra’da Sotheby’s müzayedesinde 39,9 milyon dolara satılarak bir rekor kırmıştı.

Şimdi sıra geldi ayçiçeğinin mitolojik hikâyesindeki sonsuz aşkın serin sularına kendimizi bırakmaya.

Günlerden bir gün sanatın, müziğin ve güneşin tanrısı Apollon, Pytya kıyılarında gezerken kulağına gelen bir şarkının melodisiyle büyülenir. Sesi takip edince kıyıdaki incileri toplayan genç bir kadının şarkı söylediğini görür. Uzun bir süre kendini göstermeden onu izleyen Apollon kadından çok etkilenir. En sonunda kendini gösterir ve tanışırlar. Klytie, Appollon’un düşündüğü gibi bir prenses ya da peri değil, topladığı incileri satarak hasta babasına bakmaya çalışan ölümlü bir köylü kızıdır. Apollon kızın babasını hemen iyileştirir. Âşıklar uzun bir süre birlikte vakit geçirir. Apollon, ölümsüz bir tanrı olarak sonsuza dek Klytie’ye bağlı kalamayacağını biliyordur, gönlüne başka bir kadın (Leucothoe) düşmüştür. Genç kadını uzun zamandır görmediği babasının yanına gitmeye ikna eden Apollon, ne o gün ne de ondan sonraki günler Klytie’yi almaya gelmez. Her gün bir sonraki günün doğuşunu bekler, bir ihtimal Apollon gelir diye sahilde bekleyerek kalp kırıklığı içinde hayata veda eder. Zeus’un karşısına çıkar.

Zeus: “Kendini Apollon için feda ettin. O’nu bu kadar çok mu seviyorsun?“ deyince, genç kadın hiç tereddüt etmeden “Yeryüzüne tekrar insem yine O’na âşık olurdum“ der. Zeus bu duydukları karşında etkilenir ve bir karar verir. “Seni yeryüzüne günebakan çiçeği olarak geri gönderiyorum. Apollon gökyüzünde belirdiğinde yüzün O’na dönük olsun, ta ki gün batana kadar" der. Böylece Klytie’nin vücudu önce kuruyup ince bir dala dönüşmüş, sapsarı taç yaprakların kapladığı bir çiçek açmış başında. Başını sürekli güneşe çeviren ve güneş batınca boynunu büken günebakan çiçeğine (ayçiçeğine) dönüşmüş.

Kendisi için tekerleme bile uydurulmuş: “Günebakan güneşe tapan, aşkından kavrulup kara dumana kaçan.” Kim bilir belki de bu çiçeğin çekirdeklerinin siyah olmasının sebebi aslında kara sevda yaşamasından mıdır, ne dersiniz?


Yararlanılan kaynaklar

https://bloomandfresh.com/blog/aycicegi/

http://psikolokum.blogspot.com/2012/08/mitoloji.html

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ay%C3%A7i%C3%A7e%C4%9Fi

http://nerdengeliyo.com/aycicegi/

https://acikradyo.com.tr/botanitopya/heliosun-sureti-gunebakan