Ekonomiye John Maynard Keynes tarafından armağan edilmiş bir kavramdır “güzellik yarışması”. Metaforun temeli şudur: bir güzellik yarışmasında kazanacak olanı bilenler için bir ödül söz konusuysa, kişiler oylarını kendilerine en cazip görünen yarışmacıya değil, çoğunluğun beğeneceğini tahmin ettikleri adaya verirler.

Aslında finansal piyasalar da bu mantıkla çalışır. Örneğin, siz 50 TL’den işlem gören bir hisse senedi için bu fiyatın bile fazla olduğunu düşünüyorsanız dahi, borsadaki ortalama yatırımcının hisseye 70 TL fiyat biçeceğini, yarın alıma geçeceğini tahmin ediyorsanız, hemen portföyünüze katıp kazanç sağlamaya çalışırsınız. Veya son günlerde gündemin başköşesini işgal eden konudan yola çıkarsak, bir ABD doları için adil değerin 9 TL olduğu kanaatinde bile olsanız, fiyat 14 TL’yi görünce hemen satıp elden çıkarmayabilirsiniz. Eğer piyasa psikolojisinin doları 16 TL’ye kadar taşıyacağını bekliyorsanız o noktaya kadar beklersiniz.


EKONOMİK VERİLERE GÜVEN SIFIR

Gelgelelim, ekonomide enflasyon, büyüme, işsizlik gibi makro verileri tahmin ederken veya Merkez Bankası Para Politikası Kurulu’nun faiz kararı üzerine akıl yürütürken normalde “güzellik yarışması” mantığı işlemez. O ana kadar ekonomide açıklanan öncü göstergelerden, trendlerden, mikro gözlemlerden kaynaklanan bilgiye dayanan bir tahmin (educated guess) yapmanız beklenir. Çünkü enflasyonda veya büyümede başkalarının o anki algıları, ruh halleri, kanaatleri değil, belli bir takvim aralığına sıkışmış realiteler geçerlidir.

Ne var ki, Türkiye’de birçok konu nasıl şirazesinden çıkmışsa, ciddiyetini yitirmişse, gerçeklerin yerine propaganda, algı, illüzyon monte edilmeye çalışılıyorsa, bu durum ne yazık ki ekonomik veriler için de geçerlidir. Artık analistler açıklanacak ekonomik istatistiklere ilişkin öngörülerini bir güzellik yarışması paradigması çerçevesinde şekillendiriyorlar. Çoğunlukla olguların ne olduğunu değil, Saray’ın nasıl bir algı yaratmak istediğini kestirmeye çalışıyorlar.

Kamuoyunun açıklanan ekonomik verilere ve açıklayan kurumlara zaten hiç güveni kalmamış durumda. Bizim gibi yorumcular için istatistiki veriler yaşamsal önemde. Pratik zekayla bu konularda söz söylemenin olanaksızlığını bildiğimiz için de, tüm olumsuz koşullara karşın,enflasyona, büyümeye, işgücü verilerine ilişkin basın bültenlerinden belli ipuçları yakalayıp, değerlendirme yapmaya yeltenebiliyoruz. Böyle zamanlarda “Hocam sen hala TUİK’e inanıyor musun?”, “Bu rakamların gerçek olmadığını hala öğrenemedin mi ?“ gibi eleştirilere de muhatap oluyoruz.

EKONOMİSTLER DAHİ ŞAŞIRDI

Anlatmaya çalıştığım durumun, kara mizah niteliğindeki bir örneği de bu hafta yaşandı. 3 Aralık Cuma günü açıklanan kasım ayı enflasyon verileri öncesi 24 ekonomistin katıldığı beklenti anketinin ortalaması yüzde 2,88 artış şeklinde oldu. Beklentiler yüzde 1,8 ila yüzde 3,56 aralığında yer aldı. Oysa ki tüm veriler daha yüksek bir aylık fiyat artışına işaret ediyordu. Ekim ayında TÜFE 19,89’a kadar yükselmişti. 2020 Kasım’daki aylık fiyat artışı yüzde 2,30 olduğu için, yüzde 2,41’lik bir aylık enflasyon son 12 ayın oranını yüzde 20’ye taşıyacaktı. Anlaşılan bazı ekonomistler TÜİK’in yüzde 20’nin üzerinde bir enflasyon açıklamayacağına iyice inanmış olacaklardı ki, aralarından 1 Aralık’ta kamuoyuyla paylaşılan İstanbul Ticaret Odası’nın İstanbul Ücretliler Geçinme Endeksi yüzde 4,71 düzeyine yaklaşan bile çıkmamıştı. Bu örnek bile başlı başına, “Ne gerçekleşmiştir değil, ne açıklanır” üzerinden akıl yürütüldüğünün kanıtı gibi.
Bilindiği gibi, TÜİK kasım için beklenenin üzerinde yüzde 3,51 gibi bir aylık oran ilan etti. Böylece son 12 ayın enflasyonu da psikolojik sınır yüzde 20’nin üzerine, yüzde 21,31’e çıkmış oldu. Yine de kamuoyu bu açıklamaya ikna olmadı. Enflasyon konusunda ayrıntılı bilgi almak için TÜİK’ten randevu talep eden Kemal Kılıçdaroğlu’na kurumun kapıları kapatıldı. İşin çivisinin çıktığı bir kez daha anlaşıldı.

ÜÇ İHTİMALLİ FAİZ KARARLARI

Aynı mantık TCMB’nin aylık faiz kararları için de geçerli. Enflasyon yükseliş ivmesindeyken bankadan faiz indirimi beklemenin hiçbir mantığı bulunamaz. Küresel ortamda gıda, hammadde, enerji fiyatlarının doludizgin artması, ABD Merkez Bankası FED`in tahvil alımlarını sonlandırma sürecine girmesi, tüm dünyayı enflasyon endişesi sarması bir faiz indirimine açık kapı bırakmıyor. Nitekim Türkiye ile aynı kategoride değerlendirilen Rusya, Hindistan, Brezilya, Meksika, Güney Afrika tüm benzer ülkeler faizleri artırmışken, biz aksine indiriyoruz.

Normalde bir merkez bankasının faiz kararı, asla bir futbol maçı gibi üç ihtimalli olmaz. Bahisler en fazla, “Faizi indirir mi sabit mi tutar?” veya “Faizi artırır mı sabit mi tutar?” üzerine oynanır. Çünkü izlenen geçmiş enflasyon, yurtiçi talep, çıktı açığı, enflasyon beklentileri gibi parametreler seçenekleri en fazla ikiye indirir. Buna rağmen 18 Kasım’da TCMB PPK toplanırken beklentiler üç ihtimalliydi. Düşük bir olasılık da olsa, 2018 Eylül’deki, 2020 Eylül’deki gibi son anda sağduyu egemen olur, faiz artırımı gelir diye düşünenler vardı. Bazıları da Saray faizi indirme konusunda böylesine angaje olmuşken elbet faiz artırımına izin vermez, ancak döviz kuru yükselişini frenlemek için bu ay pas geçmeye yeşil ışık yakabilir beklentisindeydi. Çoğunluk ise, kör inat devam eder bir faiz indirimi daha gelir düşüncesindeydi, nitekim öyle de oldu. Demek ki , yine bir “güzellik yarışması” örneği yaşandı. Ekonomideki aktörler, ekonomi için en hayırlı olanı değil, “Acaba Saray ne düşünüyordur?” sorusunu tahmin etmeye odaklandı.

İyi bir haber vermek gerekirse, AKP rejiminin geleceğini bir “güzellik yarışması” problemi gibi zihnimizde canlandırırsak, halk RTE ve avenesi için hiç de iyi şeyler düşünüyor olmayacak.