Yarı demokratik toplumlarda manipülasyonla sonuç almak kolaydır; zira ‘demokrasinin’ ve ‘demokratik süreçlerin’ kendileri birer manipülasyona dönüşmüştür. (Sözde) ana muhalefetin itirazları, demokrasiden ziyade onun manipülatif tarafını güçlendirmekten başka şeye hizmet etmez

‘Hakikat masal değildir’

“Evrenin masallık bir yanı kalmadı. En güzel masal olan Avrupa ölü; işte hakikat! Hakikat asla masal olmamıştır” Thomas Bernhard

Başta felsefe olmak üzere bütün entelektüel disiplinlerin en karmaşık konularından biri ‘gerçeğin ne olduğudur’. Meseleye ilk kez Antikçağ filozofları kafa yormuş, kendilerinden sonra ortaya atılan tezleri de belirlemişlerdir. Heraklit’e göre gerçek, bir ‘oluş’ halidir ve ancak akıl ve mantık yoluyla idrak edilebilir. Protogaras, gerçeğin insandan insana değiştiğini söyler. Platon, çevremizdeki nesnelerden ziyade onların zihnimizdeki fikirlerinin(idea) gerçek olduğunu iddia etmiştir. Aristo, akıl ve mantık yoluyla idrak edilen şeye ‘hakikat’ anlamına gelen ‘gerçeklik’ diyerek meseleye farklı bir boyut getirmiştir.

Aynı bağlama ait yakın kavramlar, hassasiyetle ele alınmazlarsa önce içerikleri zayıflar, derken birbirlerinin yerine kullanılmaya başlarlar. Bilginin sağlıklı aktarımı, kavramların doğru kullanımıyla mümkündür. Bunun için sözlük anlamlarını bilmek yetmez; refere ettikleri olayları da (doğru) idrak edebilmek gerekir. ‘Gerçek’ ve ‘hakikat’ o kavramlardan ikisidir.

‘Gerçek’ kavramının literatür anlamını bilen biri, misal, politik olayların art/derin bilgisine sahip değilse olup bitenleri ‘hakikatmiş’ gibi algılar, tavrını da ona göre koyar. Velhasıl eğitim herkes için şarttır. Gelgelelim, eğitimli olmak bilinçli olmanın yeter şartı değil. Tahsil görmek gerçeğin algılanılmasına yetebilir, lakin hakikati idrak etmek başka yetiler gerektirir. Hal böyleyken, politik sağduyunun ve seküler aklın zayıfladığı, at iziyle it izinin karıştığı jeopolitik iklimlerde, bir yönetme taktiği olan ‘manipülasyonla’, yönetme pratiklerinin toplamı olan ‘reel-politika’ arasındaki ilişki sanıldığından çok daha güçlüdür, gücünü de ‘bilgisizlikle bilinçsizliğin’ sinerjisinden alır.

Yakın kavramlar arasındaki farkı ortaya koymanın kestirme yollarından biri farklı dillerdeki karşılıklarına bakmak olabilir. Misal, ‘gerçek’in İngilizce karşılığı ‘real’, yani güncel olan demek. ‘Hakikat’in karşılığı ise ‘truth’; gerçeklik, doğruluk, haklılık, dürüstlük anlamlarında. Yazımızın bağlamıyla ilişkili bir karşılığı daha var, o da ‘bütünlük’ anlamına gelen ‘integrity’. Bütünlük kavramı evrensele gönderme yaptığından, hakikatin ‘normatif(ilkesel)’ öze sahip olduğu iddia edilebilir, bu sebeple bütün kültürlerin ve konjonktürlerin üzerindedir. Sözgelimi, ‘yaşama kaynaklık eden Güneş’ hakikati, Azteklerin, ‘kurban sundukları Tanrı Güneş’ gerçeğinin üzerindedir.

‘Gerçek’ kavramı duyularla algılandığından görünür özelliğe sahiptir. Gerçeğin bu özelliği onun ‘görüntüden’ ibaret kılınmasını da kolaylaştırır. Dolayısıyla -hakikatin normatifliğinden(ilkeselliğinden) farklı olarak- gerçeğin formatif(şekilsel) yapısı belirsiz, tekinsiz ve tartışılabilir olabilir. Buna rağmen her gerçek, kendisini yadsıyan ya da destekleyen bir hakikatle bağlantı halindedir. Bu bağlantıyı ancak etik bütünlüğü(integrity) idrak edebilen bilinçler kurabilir.
hakikat-masal-degildir-426087-1.‘Gerçek’ olduğu varsayılan bir durumun tartışılabilirliğine karşın, ‘hakikatin’ tartışılması büyük ölçüde abestir. Azteklerin kutsallık atfettiği ‘kan akıtma’ ayininin bugünün Meksikalıları için tüyler ürpertici olduğunu tahmin etmek güç değil. Oysa, ‘yaşamın kaynağı olarak Güneş’ hakikati Aztekler ve Meksikalılar için aynıdır; değişen bilinç yapılarıdır. Gelgelelim, ‘kan akıtma’ geleneğinin akıl dışılığı ve tüyler ürperticiliği, ‘kanlı canlı’ bir gerçek olan bu tür ritüelleri yok saymamıza yetmez. Peşinden gelen marazları tedavülden kaldırmak için anti-tezleri olan hakikatlere ulaşmak gerekir; o da ancak öncül gerçeğin içinden geçmekle mümkündür. Bu bağlamda, insanlık trajedilerinin sürmesine katkı sunan ‘yanlış tavırların’ birer veri olduğunu kabul etmek durumundayız. Zira ‘hakikat’, var olan bütün olgulara, olaylara, süreçlere ve nesnelere karşılık gelen ‘gerçek’ kavramının bilincimizdeki yansımasından başka şey değildir. Dolayısıyla bilinç bir aynadır ve sırrının kalitesi önemlidir, onu da belirleyen ‘kültürdür’. Kültürse, pratik ve teorik emeğin zaman içinde yarattığı değerlerin ve bunların aktarımında kullanılan araçların tümüdür.

Kültürün tarifindeki ‘pratik’ sözcüğü ‘gerçeğe’ tekabül ettiğine göre, ‘teori’, ‘hakikatin’ bir parçası olabildiği ölçüde anlamlıdır. Hal böyleyken, pratikle teori arasındaki yapısal uyum, aynı anda hem pratiği hem de teoriyi besler ve (politik) varoluşun iki ayağını da aktive eder. Ancak ilk hareket her zaman pratikten teoriye doğru gerçekleşir. Dolayısıyla -pratiği teoriye uydurmaktan ziyade- teorinin pratikle uyumlu olup olmadığını gözetmek gerekir ki yegane hakikatimiz olan ‘toplumsal varoluşumuz’ gerçekleşebilsin.

Gerçekle hakikat arasındaki ilişkinin teorik ve pratik düzlemde birbirlerini beslemeleri son kertede ‘kolektif aklın’ güçlenmesini sağlar. Bireyin biyopsikososyal bütünlüğü ve toplumun bekası için (adeta) antikorlar üreten ‘kolektif aklın’ zayıflaması politik etiğin, dolayısıyla iktidarın ve muhalefetin eşgüdümlü yozlaşmasından başka şey değildir.

Kolektif aklın zıttında konumlanan ‘iktidar aklı’, gerçekle hakikat arasındaki ilişkiyi tabiri caizse ‘bir pim’ seviyesine indirgeyerek oluşan makası manipülasyona uygun açıda tutmaya çalışır. Maksat, kitlelerin politik kavrayışını zayıflatarak kolay yönetilmelerini sağlamaktır. Ancak zayıflayan sadece toplumsal kavrayış değildir; iç/dış siyasetten ekonomiye, spordan sanata, bilimden kültüre bütün süreçler zayıflar. Zira hiçbir iktidar, kitle yönetiminin (hakikatte) yönetişim anlamına geldiğini kabul etmez. Onların gerçeği, yalnızca ve tek taraflı yönetmektir, aksi halde muktedir olmanın rantından yararlanamazlar. Süreçler zayıflarken iktidarın bir türlü sönümlenmemesi, gerçekle hakikat makasını belli açıda tutan manipülasyonların “gücünden” kaynaklanır. Ancak yalancının mumunun yatsıdan sonra da yanmaya devam etmesi sabah namazına kadar yanacağı anlamına gelmez. Mum, nesne olarak gerçektir; eninde sonunda bitecek olmasıysa onun hakikatidir.

(Özellikle) yarı demokratik toplumlarda manipülasyonla sonuç almak kolaydır; zira ‘demokrasinin’ ve ‘demokratik süreçlerin’ kendileri birer manipülasyona dönüşmüştür. (Sözde) ana muhalefetin itirazları, demokrasiden ziyade onun manipülatif tarafını güçlendirmekten başka şeye hizmet etmez. Manipülasyonun türünü ve derecesini konjonktür belirler; sistem lehine işleyen ‘temsilin’ topluma hizmet ettiği aldatmacasından sandıkta yapılan cambazlıklara kadar değişir.
Kapitalist ideologlar, politikanın ancak liberal demokrasilerde yapıldığı gerçeğinden söz etmeyi severler; hakikatte yapılansa (yapısal) kriz yönetimidir. Sistemik eğitimin ve kültürün ürettiği bilinç bulanıklığı iktidarın ve ana muhalefetin yanlışlarıyla birleşince yönetme krizi derinleşir, risk büyür, manipülasyonun dozu “mecburen” artırılır. Zamanla ‘parti-devlete’ dönüşen hükümetin ‘liderin’ bedeninde cisimleşmesi kaçınılmaz hale gelir. Kontrol toplumunun ayarları baskı toplumuna çevrilir. Özgürlükler biter. Yasalara yaslanarak sertleşme yoluna gidilir. İçerideki ve dışarıdaki kaotik süreçlerden medet umulur. Velhasıl, idarecilerin iddia ettiği “muasır medeniyet”, “asrı saadet” “Megali İdea” vb türü ütopyalar tersine dönerek distopik bir hal alır. Ancak manipülasyon her durumda zorunludur. Zira ‘meşruluk açmazı ve maşeri vicdan hakikati’ Demokles’in Kılıcı gibi hükümet edenlerin tepesinde öylece durur.

Yakında kaybettiğimiz değerli yazar Ursula K. Le Guin, en doğal, en temel haklarımızdan olan ‘özgürlüğün’ yaratımı için, (verili) gerçekle hakikatin çelişkisini hakikati yeniden kurgulayarak vermeyi denemiş ve olağanüstü eserler yaratmıştır. Bir ödül konuşmasında şöyle diyor: “Şu anki yaşamımızın alternatiflerini ve korkuya kapılmış toplumumuzun içyüzünü varoluşun başka yollarına kadar görebilen ve umut için ‘hakiki’ dayanaklar hayal edebilen yazarların seslerini isteyeceğimiz zor zamanlar geliyor. Özgürlüğü anımsayabilecek yazarlara ihtiyaç duyacağız. Şairlere, hayalperestlere; daha büyük bir gerçekliğin(hakikatin) gerçekçilerine.”

Açılışı yazar Thomas Bernhard’ın sözleriyle yaptık, onunla kapatalım: Daima ‘ama’ diyecek birileri olmalıdır. Oysa hep her şeyi belirleyen birileri oluyor. ‘Hakikat’, aslında sadece bir ‘ama’ ekleyip cümleyi tamamlamaktır.