İstanbul’un sorunları her geçen gün artıyor. Çarpık kentleşme, göç gibi sorunların yanı sıra Kanal İstanbul ve deprem tehlikesi de kapıda. Mühendisler, iktidarın kamucu anlayıştan uzak rant politikalarına tepki gösterdi.

"Halkçı yönetim perspektifi ortaya koymayı amaçlıyoruz"
Fotoğraf: Unsplash

Gökay BAŞCAN

Avrupa’nın en kalabalık şehri İstanbul’un sorunları çığ gibi büyüyor. Çarpık kentleşme, göç, ulaşım, barınma, tarım ve yeşil alanların imara açılması megakentin en büyük sorunları arasında. Bunun yanı sıra Kanal İstanbul, deprem gibi büyük tehlikeler de kapıda. Tüm bu sorunların tartışıldığı, çözüm önerilerinin arandığı V. Kent Sempozyumu 2-3 Aralık’ta İstanbul’daki Harbiye Askeriye Müzesi’nde uzmanlar eşliğinde gerçekleştirilecek. Megakentin sorunlarını, kentsel dönüşüm yasasını ve düzenlenecek sempozyumu TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Cevahir Efe Akçelik ile konuştuk.

Cevahir Efe Akçelik, Gökay Başcan’ın sorularını yanıtladı.
(Fotoğraf: BirGün)

İstanbul'un en az kendisi kadar sorunları da büyük. Yıllar içerisinde bir yumağa dönen bu sorunlar nasıl oluştu? Megakent nasıl bu hale geldi?

1923 yılı sonrası Cumhuriyet'in modernleşme fikrinin mekâna yansıtıldığı kent olan İstanbul, bugün birikim sürecinin bir parçası haline getirilerek her metrekaresinin metalaştırıldığı bir dönemden geçmektedir. Bu dönüşüm sürecinin tarihsel arka planına bakıldığında ise 1950’li yıllara dayandığı görülebilir. 1950 yılında Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle birlikte uygulamaya geçirilen ithal ikameci politikalar ve tarımda makineleşme, kırsal alandan kopuşu hızlandırarak büyük kentlerin nüfusunu arttırmıştır. İktidarın tahakkümü altında düzensiz gelişimine izin verilen İstanbul, bir süre sonra kontrolden çıkmış ve İlhan Tekeli’nin ifadesiyle; “yağ lekesi gibi” büyüme eğilimi içerisine girmiştir. Yaşanan hızlı göçün etkisiyle birlikte özellikle İstanbul'da imara aykırı ve plansız gecekonduların inşası, kent çeperinin kontrolsüz bir biçimde genişlemesine yol açmış, İstanbul dizginlenemeyen dönüşüm sürecini içerisine girmiştir. 1980 yılından sonra ise 24 Ocak kararları ve 12 Eylül darbesiyle birlikte uygulamaya sokulan neoliberal politikalar sonucu İstanbul; sermayenin tahakkümü altında, birikim sürecinin bir parçası haline getirilmiş, 2002 yılında hem yerel hem de merkezde iktidar olan AKP tarafından bu dönüşüm daha da hızlandırıldı. Kamucu anlayıştan uzak, sermaye sınıfının talep ve istekleri doğrultusunda çıkarılan yasa, yönetmelik ve planlama süreçleri sonucu İstanbul; birbirinden bağımsız ve ilişkisiz parçalara bölünmüş, başta barınma, altyapı, trafik gibi pek çok problem ile karşı karşıya kalmıştır.

İstanbul yaşanabilir, güvenli ve dirençli bir kent haline nasıl dönüştürülebilir?

Kamu yararı ve planlama ilke, esaslarına aykırı olarak hayata geçen plan ve uygulamalar sonucu İstanbul'un büyük bir bölümünde çözümsüzlük maalesef kalıcı hale gelmiştir. Bugün baktığımız zaman İstanbul'un bazı bölgeleri, dönüşüm projeleri ile ayrıcalıklı imar hakları ile kayrılırken belli bölgeleri ise afet riski ile baş başa bırakılmıştır. İstanbul'un yaşanabilir, güvenli ve dirençli bir kent olması için öncelikle insan onuruna yaraşır yaşam koşullarının oluşturulmasını önceleyen kamucu bir planlama anlayışının benimsenmesi gerekmektedir. Kısa vadeli çözümler üreterek günü kurtaran ancak uzun vadede yeni felaketlere davetiye çıkaran çözümlerden vazgeçilmeli, İstanbul'u afetler karşısında dirençli kılmayı hedefleyen kalıcı çözümler üretilmelidir. İmar affı düzenlemesi, konut yoğunluğu artışına izin veren yönetmelik değişiklikleri, yanlış kentsel dönüşüm projeleri, tarım alanlarını ve su havzalarının imara açılması gibi uygulamalardan da ivedi olarak vazgeçilmelidir.

Tüm İstanbulluların aklından çıkarmadığı deprem konusu en büyük tehlike. İktidar ise depreme karşı yaptığı sözde hazırlık için yeni rant olanakları sağlayacak kentsel dönüşüm yasasını Meclis'ten geçirdi. Bu yasa ile bizleri neler bekliyor?

Meclisten geçen yasanın asıl amacı afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi değil rant odaklı yapılaşmadır. Öncelikle bunun altının çizilmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. 6306 sayılı Kanun’da getirilen düzenlemelerle; rezerv yapı alanlarının yeni yerleşim alanı olarak belirlenmesi zorunluluğu kaldırılmış mevcut kentsel ve kırsal alanlarda yerleşim yerlerindeki parsellerin ve yapıların rezerv yapı alanı olarak belirlenmesi sağlanmıştır. Yani rant odaklı dönüşüm ve mülkiyet değişimi ile barınma ve mülkiyet hakkına el konulmasının önü açılmıştır. Ayrıca hak sahibi olduğu halde yeni yapılacak yapıların borçlanma bedelini ödeyemeyecek durumda olan yurttaşların mülkleri tapuda Kentsel Dönüşüm Başkanlığı'na tescil edilerek yeni bir mülkiyet gaspı gündeme gelecektir. Son düzenleme ile yapım, yıkım ve satış dâhil tüm uygulamalarda maliklerin üçte ikisinin muvafakatinin aranması koşulu da kaldırılmış, salt çoğunluk yani yarıdan bir fazla ile işlem yapılmasının önü açılmıştır. Son olarak rezerv yapı ilanından riskli yapı kararına, tahliye işleminden yıkım kararına tüm süreçlerde itiraz süreçleri de daraltılmış, dava yetkileri sınırlandırılmıştır. Yeniden inşa aşamasında plan askı ve itiraz süreçleri ile uygulama projesi aranmamasına kadar tüm süreçler sermayenin lehine düzenlenmiştir.

Yaşanan bu süreçte V.İstanbul Kent Sempozyumu nasıl bir önem taşıyor? Sempozyumdan çıkan sonuç İstanbul için ilk adım olabilir mi?

TMMOB olarak kentlerin yaşadıkları sorunları tanımlama ve çözüm yollarını bulmak için her zaman toplumsal örgütlülüğün önemini vurguluyoruz. Röportaj boyunca konuştuğumuz tüm sorunlara yönelik tespitleri ve tespitlerden yola çıkarak "Nasıl Bir İstanbul İstiyoruz?" sorusuna da bu kentte yaşayanlarla birlikte yanıt aramak istiyoruz. İki gün boyunca barınma krizinden, afet risklerine kadar İstanbul'un tüm sorunlarının röntgenini çekeceğiz. Bu sorunların çözüm yollarını da alanında yetkin bilim insanları ve İstanbullularla birlikte yanıt arayacağız. Böylece idealimiz olan; doğadan ve bilimden yana, karar alma süreçlerinin demokratikleştiği bir kent yaşamının örgütlenebilmesi yolunda önemli bir adım atacağımıza inanıyoruz.

V. İstanbul Kent Sempozyumu'nda konu başlıkları neler?

İstanbul Kent Sempozyumu’nun ilk gününde Cumhuriyetin 100.Yılında İstanbul, Kent ve Demokrasi: Toplumcu Yerel Yönetimler, Kent Hakkı: İstanbul'da Mülksüzleştirme ve Dönüşüm başlıkları tartışmaya açılarak; İstanbul’da yaşanan sosyal ve ekonomik dönüşüm, göç meselesi, mülksüzleştirme ve barınma krizi gibi konuların yanı sıra yaklaşan yerel seçimler öncesi TMMOB’nin toplumcu ve halkçı yerel yönetimler perspektifi ortaya koymayı amaçlıyoruz. Sempozyumun ikinci günü ise İstanbul'un en önemli gündemi olan afet risklerini tüm yönleriyle irdelemeyi hedefliyoruz. İstanbul Afet Riskleri ve Kent Politikaları başlığı altında gerçekleşecek üç oturumda; afet lojistiği, afet eylem planları, yapı stokunun durumu, afetlerin olası ekonomik ve sosyal etkilerini konuşacağız.