Uygulanan neoliberal ekonomi modelinin iflas ettiğini belirten CHP’li Türeli, “21 yıllık AKP iktidarları döneminde bölüşüm ilişkileri giderek bozuldu" dedi. Türeli, sermaye kesimine yarayan bu çarpık yapının sonucunda vatandaşların ağır vergi yükü altında ezildiğini kaydetti.

Halkı değil sermayeyi koruyan bütçe
Rahmi Aşkın Türeli

Havva GÜMÜŞKAYA

CHP İzmir Milletvekili ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Plan ve Bütçe Komisyonu CHP Grubu Sözcüsü Rahmi Aşkın Türeli, ekonomi politikasına yönelik değerlendirmelerde bulundu. Türeli, seçimden sonra Türkiye’yi olumsuz bir konjonktürün beklediğini kaydetti. Uygulanan neoliberal ekonomi modelinin iflas ettiğini belirten Türeli, “21 yıllık AKP iktidarları döneminde bölüşüm ilişkileri giderek bozuldu. Yoksulun daha yoksul, zenginin daha zengin olduğu bir ekonomik modelin içindeyiz” dedi.

Bütçedeki çarpıklıklara dikkat çeken Türeli, 2023 yılında bütçe açığının 1 trilyon 375 milyar lira olduğunu, vergi harcamaları adı altında alınmaktan vazgeçilen vergilerin ise 1 trilyon 477 milyar lira olduğunu belirterek, sermaye kesimine yarayan bu çarpık yapının sonucunda vatandaşların ağır vergi yükü altında ezildiğini, bütçe açıklarının borçlanma ile karşılanması sonucunda iç borçların faizlerinin ana para ödemelerini geçtiğini söyledi.  

Bütçedeki kaynakların dağılımı açısından 2024 bütçesi neler söylüyor?

Bütçe açığı daha önceki yıllarda görülmemiş biçimde artıyor. Nitekim 2024 yılında bütçe açığının bir önceki yıla göre iki kat artarak 2,6 trilyon lira olarak gerçekleşmesinin öngörüldüğünü görüyoruz. 2024 yılında faiz giderlerinde ciddi bir artış var. Bütçe harcamaları yüzde 69 oranında artarken, faiz giderlerindeki artış yüzde 94 ve bir önceki yıla göre ikiye katlanarak 1,2 trilyon lira olarak gerçekleşmesi bekleniyor. Hazine’nin ödeyeceği iç borç faizi anapara ödemesini çoktan aştı ve yükselmeye devam ediyor.

Diğer taraftan vergi sistemindeki çarpık yapı devam ediyor. Vergi gelirlerinin yüzde 65’i dolaylı vergiler dediğimiz mal ve hizmetler üzerinden alınan KDV ve ÖTV gibi vergilerden oluşuyor. Bu vergiler aynı zamanda gelir dağılımını bozan vergiler. Oysa olması gereken esas itibariyle gelir ve servet üzerinden alınan doğrudan vergilerin vergi sistemi içinde ağırlığının artırılması. İktidarın yıllardır açıkladığı bütün plan ve programlarda ‘vergi reformu’ yapılacak denilmesine rağmen alınan hiçbir politika ve önlem yok.

Bunun yanı sıra istisna ve muafiyetler nedeniyle vazgeçilen vergiler uygulaması devam ediyor.  2024 yılında vazgeçilecek olan 2 trilyon 210 milyar liralık vergi harcamasının yaklaşık 595 milyar TL’sinin asgari ücrete kadar olan gelirlerin vergi dışı bırakılmasından kaynaklanacağı belirtilirken, kalan tutarın büyük bir kısmı sermaye kesimine gidecek. Tarımsal desteklere ayrılacak 91,6 milyar lira son derece yetersiz bir tutar ve Tarım Kanunu’nun 21. maddesinde tarımsal desteklemelere bütçeden ayrılacak tutar milli gelirin yüzde 1’inden az olamaz hükmüne rağmen sadece binde 2,2 seviyesinde.  

Bütçede açıklık, şeffaflık ve hesap verebilirlik yok. Bütçe dışında kalan Türkiye Varlık Fonu, döner sermayeli kuruluşlar, bütçe dışı fonlar uygulamaları devam ediyor.

KAYNAK SERMAYEYE

Emekli aylıklarının artışı konusunda ise ‘kaynakların kısıtlı olduğu’ argümanı kullanıldı. Gerçekten kaynaklar kısıtlı mı?

Bir taraftan 2024 yılını Emekliler Yılı ilan ederken, diğer taraftan emekli aylıklarını taksit taksit artırarak adeta milletin aklıyla alay ediyorlar. 2002 yılında AKP iktidara geldiği dönemde en düşük emekli maaşı asgari ücretin yaklaşık 1,5 katıydı şu anda neredeyse yarısına düştü. Yaptığım hesaplamaya göre SGK ve BAĞKUR emekli maaşlarındaki artışın yüzde 49,25’e çıkarılmasının bütçeye toplamda 200 milyar TL civarında bir maliyeti olacak. Oysa 2024 yılında bütçe harcamalarının büyüklüğü 11 trilyon 89 milyar lira. Bütçe açığı da 2 trilyon 652 milyar lira olarak öngörülmüş. Böyle baktığımızda emekliye verilen zam bütçe içinde çok küçük bir rakam. Diğer taraftan, 2024 yılında 2 trilyon 210 milyar liralık vergi harcaması yani istisna ve muafiyetler nedeniyle alınmayan vergiler var. Kamu özel işbirliği modeli için, köprülere, otoyollara, şehir hastanelerine ödenecek para 162 milyar lira. Verilen garantiler nedeniyle döviz kurları yükseldikçe bu tutar artacak. 2023 yılında Merkez Bankası analitik bilançosu üzerinden yapılan tahminlerde 800 milyarı aştığı düşünülen ve 2024 yılında da devam edecek KKM sisteminin yükü var. Her ne kadar kur zararı yükümlülüğü Merkez Bankası’na devredilmiş olsa da Merkez Bankası’nın kar ve zararı bütçe ile ilişkilendiriliyor. Yani her şeye kaynak var da emekliye gelince mi kaynak yok?

Bugün emeklinin yaşadığı sıkıntı çok büyük.  CHP olarak en düşük emekli maaşının en azından asgari ücrete eşitlenmesi konusunda önergemiz Mecliste hem Komisyonda hem de Genel Kurulda iktidarın oylarıyla reddedildi. Bu konuyu sürekli gündemde tutmaya devam edeceğiz.

Bu politikaların arkasındaki neden nedir?

Bu bilinçli bir tercih. AKP hükûmetleri başından itibaren neoliberal ekonomi modelinin en sadık uygulayıcıları olmuşlardır. Dış kaynağa, özellikle sıcak paraya dayalı büyüme modeli AKP döneminde uygulanmaya devam edilmiştir. Tarımsal destekler azaltılmış ve tarım dışa bağımlı hale getirilmiş, kamu kurumları özelleştirilirken, kamu altyapı yatırımları artan biçimde KÖİ modeliyle özel sektöre yaptırılmaya başlanmıştır. Sosyal devlet tasfiye edilmiş ve eğitim ve sağlık hizmetleri gittikçe artan bir biçimde ticarileştirilerek piyasa koşullarına bırakılmıştır. Bütün bunların sonucunda emek kesiminin sermaye kesimi karşısındaki nispi konumu gerilemiş, emeğiyle geçinenlerin satın alma güçleri azalırken, milli gelirden aldıkları pay azalmıştır. Bu modelin altında ciddi bir servet transferi var. Diğer bir ifadeyle iktidarın ekonomi politikalarında sermaye lehine yaptığı tercihlerin sonuçlarını yaşıyoruz.

Bugün neoliberal model ve ortaya çıkardığı sorunlar dünyada ciddi olarak tartışılıyorken, bizde ise iktidarın tercihlerinde bir değişme yok. Türkiye’de neoliberal model dolu dizgin devam ediyor.

Peki, 2024’te toplum kesimlerini ne bekliyor?

2024 yılı ne yazık ki bir avuç mutlu azınlık dışında ülkede yaşayan milyonlarca kişi için olumsuzlukların arttığı bir dönem olacak. Enflasyon yüksek seviyesini koruyacak, döviz kurları artmaya devam edecek. Diğer taraftan sanayi üretimi geriliyor ve ekonomik büyüme yavaşlıyor. Bu durumun istihdam üzerinde olumsuz bir etki oluşturması ve işsizlik oranlarını yükseltmesi bekleniyor.  İşçi, memur ve emeklinin ücretleri yüksek enflasyon altında eriyecek. Asgari ücret 2-3 ay içinde açlık sınırının altına düşecek.  Bütün bunların etkisiyle gelir dağılımındaki bozulma devam edecek ve yoksulluk artacak. Bugün uygulanan ekonomik model ülkede yaşayan milyonlarca insanı yoksullaştıran bir model.

KAMUCULUK YENİDEN HAYATA GEÇİRİLMELİ

Krizden çıkış için ne olması gerekir?

Türkiye’nin üretim yapısını tahrip eden, bölüşüm ilişkilerini bozan mevcut ekonomik model terkedilerek, sanayileşmeyi odağına alan, üretim ve ihracatta katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimine geçilmesini ve teknoloji yoğunluğunun artırılmasını temel alan bir kalkınma modeli oluşturulmalıdır.

Neoliberal modelin krizler yaratması, dünyada da yeniden kamu müdahalelerini gündeme getirdi. Bu çerçevede, kamunun yeni gelişen, geliştirilmesi planlanan ve/ veya kamu müdahalesinin gerekli olduğu alanlarda ekonomik faaliyetlere aktif olarak katılırken, diğer taraftan stratejik bir koordinasyonu gerçekleştirerek kaynakların etkin ve verimli kullanımına katkıda bulunması önemli olacak. Gelişmiş bir yan sanayisi olan ya da hızla gelişebilecek bazı sektörler ile güçlü yerel üreticilerin bulunduğu sektörlere yönelik seçici desteklerin uygulamaya konulabilmesi gerekli diye düşünüyorum.

Çalışma hayatındaki sorunları ortadan kaldırarak İLO standartlarına uygun, sürekli ve güvenceli istihdamı garanti altına alacak, kayıt dışılığı ortadan kaldıracak, sendikalaşma oranlarının arttığı, reel ücretleri artıracak bir çalışma reformunu hayata geçirmeliyiz.

Gelir dağılımındaki bozulmayı giderecek, yoksulluğu ortadan kaldıracak bir yapı kurulmalı, sosyal koruma sistemi tek çatı altında toplanmalı, başta eğitim ve sağlık alanlarında olmak üzere sosyal devleti yeniden inşa etmeliyiz.  

Sonuç itibarıyla Türkiye'nin uzun vadeli bir gelecek vizyonuna, stratejik bir perspektife ve bu çerçevede kaynakların belli önceliklere yönlendirilmesine ihtiyacı var. Bunun yapılabilmesi için de planlamanın bir kaynak tahsis mekanizması olarak yeniden aktif olması gerekiyor. Benim de içinde yetiştiğim Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) artık yok. Önce Kalkınma Bakanlığına dönüştürüldü, yeni hükümet sistemine geçilmesiyle de lağvedildi. DPT’nin yeniden kurulması önceliklerimiz arasında olmalı.